“Euzubillahimineşşeytanirracim, Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdulillahirabbil alemin vel agibetu lil muttagin vessalatu vesselamu ala rasuluna Muhammedin ve ala alihi vessahbihi ecmain.”
Geçen hafta Meariç Suresine başlamıştık. Bugün o surenin 19. ayetinden itibaren okumaya devam edeceğiz. Meariç 70. sure. Burada Allahu Teala şöyle buyuruyor: “İnnel insane hulika helua. İnsanoğlu hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır.” Çok hırslı ve sabır gösteremiyor. Bazı kimseler vardır ki birazcık beklese neticeyi alacak. Birazcık bekleyemediği için bir çok şeyi kaybeder. Hırslıdır ve sabırsızdır. Yani insanların yapısında bu var.
“İza meşşehuşşerru cezua.” Bu hırsına rağmen “başına bir şer gelse kötü bir durumla, beklemediği bir durumla karşılassa bu defa ümidi kesilir.” Başlar feryat etmeye, sızlanmaya. Bakarsınız ki artık, hani derler ya gemilerin mi battı? Gemileri batmış gibi ümitsizdir. Hem sabırsızdır hem de çok çabuk bir şekilde ümitsizliğe kapılır.
“Ve iza messehul hayru menua. Ama eline bir iyilik geçse bu defa da kimseyle paylaşmak istemez.” İster ki, kendi sıkıntısını herkes paylaşsın ama eline nimet geçince o nimeti kimseyle paylaşmak istemez. O sıkıntı zamanında yanında olmasını istediği kişilerden hiç birisinin yanına gitmek istemez. Vermek istemez. Sabırsız, hırslı, çok çabuk bir şekilde ümitsizliğe kapılan, elindekini de başkasıyla paylaşmak istemeyen bir yapıda insan. O zaman ben böyleyim değil yani demek ki insanın yaratılışında bu varmış. Bunu baştan bilmek lazım.
“İllel musallin. Ama namaz kılanlar öyle değil.” Şimdi “salla” kelimesi değişik anlamlara geliyor. Dua etmek manasına geliyor. Mesela “salla ala” dua etmek anlamına geliyor. “İllel musallin”i dua edenler diyebiliriz. Dua ediyor yani başına bir sıkıntı geldiği zaman Allah’a sığınıyor. Bir işe giriştiği zaman Allah’a tevekkül ediyor. Eline bir imkan geçtiği zaman Allah’ın istediği gibi onu harcamaya çalışıyor. Yani her konuda son kararı Allah’a bırakıyor. Tabii bunu namaz kılanlar diye de tercüme ederiz. Namaz kılan insanların kıldıkları namazlar, gerçek manada yani namazı böyle gönül vererek kılanlar arasında bunlar, hergün beş kere Cenabı Hak’kı hatırladıkları için kendilerine günde beş kere çeki düzen verme fırsatı bulmuş olurlar.
“Ellezinehum ala salatihim daimun. Ama bunlar öyle kimseler ki namazlarını sürekli kılanlardır.” Bir kılıp bir bırakan değil. Sürekli günde beş vakit namazını kılan insanlardır.
“Vellezine fi emvalihim hakkun ma’lum. Bir de kendi mallarında belli bir hak olduğunu kabul eden insanlardır.” Ben kazandım kime ne demezler. Bu malın asıl sahibi ben değilim Allahu Teala’dır. Zaten benim dediğimiz şeye bakın, mesela şimdi şu ceket benim diyorum değil mi? Ee bu ceketin kumaşını ben üretmedim, ben dikmedim. Bir müddet önce bu ceket benim değildi, bir müddet sonra gene benim olmayacak. Sırtımda olduğu sürece benim. Ama bu ceket de ben de her zaman Allah’ınız. Kainatta ne var ne yok hepsi sürekli Allah’ındır. Allahu Teala bütün malın sahibi ise malı O’nun istediği şekilde harcamak akıllı bir insanın yapabileceği şeydir. “Vellezine fi emvalihim hakkun ma’lum. Bunlar öyle bir kimselerdir ki mallarında bir hak vardır, belli bir hak.”
“Lissaili vel mahrum. İsteyen için de mahrum olan için de.” Yani bazı insanlar vardır ki ihtiyaçlarını karşı tarafa bildirirler ama bazıları da bildiremezler. Her ikisi için de belli bir hak vardır. Yani onları bir şekilde bulup vermek lazım.
“Vellezine yusaddıgune bi yevmiddin. Bunlar hesap gününü tastik eden insanlardır.” Yani elimizdekinin birgün hesabını mutlaka vereceğiz diyenlerdir. Aslında düşünürseniz, ben inanmıyorum diyenlerin de bir hesap günü beklentisi içerisinde olduğunu görürsünüz. Bakın mesela, kendisine bir kötülük yapılsa ve o kötülük cezasız kalsa ne der? “Gün gelecek bunun hesabını vereceksin” demez mi? İnanmayan insan o lafı mı söyler? Gün gelecek bunun hesabını vereceksin, bu senin yanına kalmayacak der. Bir iyilik yapsa da anlaşılmasa, “bir gün benim yaptığım anlaşılacak” der. Yani fıtri olarak, tabii olarak bir hesap günü beklentisi içerisindedir insanoğlu. Yapılanların hesabının verilmesi gerektiğini herkes bilir. Hesap gününü inkar edenler kimler? “Vema yukezzibu bihi illa kullu mu’tedin esim.” Mutaffifin Suresinde. “Hesap gününü yalanlayan saldırgan ve günaha dalmış kişiden başkası değildir.” (Mutaffifin 83/12). Adam kendi durumunu biliyor ya, hesap günü olursa vay halime der. Ben bunun hesaplarını nasıl vereceğim. Onun için inkar edip kurtulmayı dener. İnkar etmekle kurtulma olsa. Hani adama demişler nasılsın? Demiş ki, borçları inkar edeli çok iyiyim. Ama Allah’a karşı inkar mümkün değil ki.
“Vellezine hum min azabi rabbihim muşfikun. Bir de onlar Rablerinin azabından dolayı da korku duyarlar.” Korku içerisinde bulunurlar. Günahkarlar pek öyle azaptan korkmazlar dikkat ederseniz. Günahkarlar kendilerini Cennet’in ortasında bilirler. Hani Araf Suresinin 30. ayeti olacak Allahu Teala orada insanları iki gruba ayırıyor. “Ferikan heda ve ferikan hakka aleyhimuzzalaleh. İnsanlardan bir bölüğü yola gelmiştir, Allah onu yola getirmiştir, yoluna kabul etmiştir. Bir bölüğü de sapıklığı hak etmiştir.” Yani kendi çalışmasıyla kendi yanlışlarıyla sapık olmayı haketmiştir. Sapık olmayı hak edenlerin özellikleri şöyle “İnne humut tehazuş şeyatıne evliyae, onlar şeytanları kendilerinin yakın dostları bilirler, min dünillahi, Allah ile kendi aralarına yakın,” kendi aralarına, Allah ile kendi aralarına bir takım dostlar koyarlar, kurtarıcılar koyarlar, “ve yehsebune ennehum muhtedun. Ve kendilerini de doğru yolun ortasında hesabederler. (Araf 7/30).
Geçtiğimiz hafta bir televizyon kanalı geldi, dedi ki: Papa, bugünkü Papa İtalya’da konuşma yapmış, bir köye gitmiş, cehennem var, cehennemin alevleri var, günahkarları yakacak, bu insanlar cehennem yok gibi davranıyorlar. Ona göre gözünüzü dört açın diye bir konuşma yapmış. Bana da sordular, efendim bu nasıl oluyor? İşte Papa böyle konuşma yaptı, cehennem konusunda bize bir bilgi verir misiniz? Televizyonda yayınlanmış, ben dinlemedim de. Duyduğuma göre herhalde tam yayınlamışlar. Dedim ki: Papa’nın böyle bir konuşma yapmaya hakkı yok. Bak! oradan “Aracılık ve Şirk” kitabını getirir misin? Papa’nın kendi kitabından örnekler verdim. Papa’nın böyle bir şey konuşmaya hakkı yok. Yoksa dedim Papa müslüman oldu da ilan etmekten mi çekiniyor? Mesela Papa İsa (a.s.) için şöyle diyor: Yani bu günkü Papa’nın kitabında, yazdığı kitapta ki kilisenin resmi kitabı haline getirildi. “İsa Baba’nın yanında Hıristiyanlar’ın avukatlığını yapıyor. Onlar lehine aracılık etmek için hep canlıdır. Allah’ın huzurunda daima hazır bulunmaktadır. Kendisi aracılığıyla Allah’a yaklaşanları tamamen kurtarmaya gücü yeter.”
Şimdi bunlar ne yapmış oluyorlar? İsa (a.s.) Allah’a yakın mı? Elbette, biz de öyle biliyoruz. Kur’an’ı Kerim’de Cenabı Hak bunu yazıyor. Büyük bir Peygamber, hiç şüphesiz. Ama Hıristiyanlar İsa (a.s.)’a Allah’ın oğlu diyorlar. Allah’ın oğlu diyorlar ve ona da Tanrılık veriyorlar. Yarı insan yarı Tanrı, O kendilerinden yukarıda, Allah’a yakın, kendilerinin dostu, Allah’ın da dostu. Şimdi mantığı düşün bak, şöyle düşünün: Şurada tavan burada insan, ben ne kadar uzansam elim tavana değmiyor. Zaten öyle resmediyorlar kitaplarında. Araya İsa giriyor, kuzu diyorlar. Şimdi burada elini uzatan İsa’ya ulaşıyor çünkü İsa yüzde yüz insan. Kendi söylüyor kitabında. Allah ile insan arasında aracılık yapıyor çünkü yüzde yüz tanrı. Allah ile kendi aralarına Allah’a yakınlığı olan bir evliya bir veli koyuyorlar. İşte onların velisi İsa (a.s.) oluyor. Onun aracılığıyla kendilerini kurtaracaklarını düşünüyorlar. “İnne humut tehazuş şeyatıne evliyae min dünillahi”. Şimdi Şeytan diyor Allah burada çünkü onların tanımladığı İsa, Kur’an’la tanımlanan İsa değil. Kur’an’ı Kerim’de tanımlanan İsa, Allah’ın Peygamberi olan İsa’dır değil mi? Aslında bu Papa da O’nun Allah’ın Peygamberi olduğunu biliyor. Bak ne demiş onunla ilgili, “Baba’nın elçisidir” diyor. Ne demek Baba’nın elçisi? Allah’ın Peygamberi demek değil mi? “Onu Kutsal Ruh ile meshetmiş”, Kur’an’ı Kerim’de de var “mesih” diye. “Rahip, Peygamber ve kral yapmıştır. O kendiliğinden bir şey yapamaz.” Doğru değil mi? “Her şeyi kendini gönderen Baba’dan alır” diyor. Buraya kadar doğru. Ama ondan sonra kendi hesabına gelen bir İsa tanımlaması yapıyor ki o bir şeytan tanımlamasıdır. İsa (a.s.)’ın kendi şahsiyeti ile hiç bir alakası yok. İşte onu Allah ile kendi arasına koyuyor ve kendisini doğru yolun ortasında düşünüyor. Orada dedim ki: Bak işte burada böyle demiş. Onun aracılığıyla Allah’a ulaşanları kurtarmaya gücü yeter. Yani Allah bunları cehenneme atarken, bir dakika diyecek İsa -Haşa- oradan. Atamazsın! Gidecek onu alacak gel bakayım buraya diyecek sen doğru cennete. Bu ne demek? İkinci tanrı demek değil mi? Onun için yüzde yüz tanrı diyorlar. Ve Allah’tan daha güçlü. Allah’tan daha güçlü gördükleri için İsa diyor, başka bir şey demiyorlar. Televizyonlarda bakın hep öyle. Sonra, sonra diyorlar ki, mesela vaftiz denen bir işlemleri var. Gene bu Papa’nın ifadesi. “Vaftiz sırasında alınan bağış öylesine tam ve eksiksizdir ki ne ilk günahta ne de özgür irade ile işlenen günahlarda silinecek bir şey veya cezası ödenecek bir suç kalır.” Vaftiz oldun mu hiç bir suç kalmaz sende diyor. Nereye gideceksiz, doğru cennete. E peki bu Papa’nın cehennemden bahsetmeye hakkı var mı?
Onun için şimdi bu bir örnek. Bizimkiler kalkıp diyor ki: İşte üç tane hak din. Geçenlerde birazcık bahsettim, ne hakkı? Ne hakkı? Bu gün Hıristiyanlığın kendilerinin kurduğu bir menfaat organizasyonu dışında hiç bir anlamı kalmamıştır. İçinizde İtalyanca bilen var mı? Sen biliyordun değil mi biracık? Tamam. Baba nedir İtalyanca’da?
Katılımcı: Papa.
Papa… Baba Papa demek değil mi? Pekiyi Allah’a ne diyorlar? Papa.. Allah baba diyor ya Hıristiyanlar. Allah’ın adı Papa. Pekiyi şeyin adı ne? O da Papa. Niye Papa diyorlar? Çünkü yeryüzündeki Allah da ondan dolayı. E bunun Allah’ın diniyle ne alakası var? Ama ben işin bu tarafını anlatmak için söylemedim bunu size. Şunun için söylüyorum: Yoldan çıkmış olanlar kendilerini öylesine doğru yolun ortasında görürler ki tevbeye bile ihtiyaçları yoktur onların.
Evet Enes Hoca şimdi Zuhruf Suresinin, 43. Sure, 37 ve 38. ayetlerini, 493. sayfada bana gösterdi. Bunlar uygun düşer diyor. Tabii ki uygun düşer. Uygun düşer de siz o ayeti buluncaya kadar ben birkaç kelime daha söyleyeyim, bunu son olarak hitamu misk babından okuyalım. Allahu Teala diyor ki, yani insanları iki gruba ayırıyor. Bunu ben sık sık size tekrarlıyorum çünkü çok önemli bir şey. Araf 30. ayet. “Ferikan heda ve ferikan hakka aleyhimuzzalaleh. Bir grubu Allah yoluna kabul etmiştir, bir grup da sapıklığı hak etmiştir. İnne humut tehazuş şeyatıne evliyae, bu sapıklar şeytanları kendi evliyası, kendi dostları edinmişlerdir.” Ama nerede o şeytan? “Min dunillah, Allah’ın aşağısında ama insanların yukarısında.” Çünkü Allah uzak kendilerinden, Allah’a onlar aracılığıyla ulaşacaklarını düşünüyorlar. Sonra ne düşünüyorlar? “Ve yehsebune ennehum muhtedun. Kendilerini doğru yolun ortasında hesabediyorlar.” İbadet de yapmaz, her türlü pisliği de yapar ama senden daha iyi müslümandır. Hiçkimse başkasının bizden daha iyi müslüman olduğunu söyleyemez der mesela. Tabii yalan söyleyen adam kadar rahat konuşan kimse yoktur. Doğru söyleyenler yutkuna yutkuna konuşurlar. Lan, aceba bir hata ediyor muyum? Dürüst insanlardan kolay kolay söz alamazsınız ama yalan söyleyenler size her türlü sözü verirler. Nasıl olsa yapmayacaklar. Onun için bütün insanlar kendini dindar sayarlar. Ama dinin tanımı farklı tabii. Papaz cehennemden bahsediyor. Ne hakkın var senin cehennemden bahsetmeye? Sen zaten adamı vaftiz ettin mi cenneti garanti ettiriyorsun. İsa da seni kurtaracak.
Şimdi Kutlu Doğum Haftasındayız biliyorsunuz. İşte önümüzdeki hafta başlıyor değil mi? Başladı mı?
Yahya Şenol: 30 Nisan – 5 Mayıs.
Ha, 30 Nisan – 5 Mayıs. Ama ay boyu sürüyor. Şimdi bu ay öyle bir hale geldi ki, Kutlu Doğum Haftası. Adeta Allah’ı Peygamber’e şikayet ediyorlar. Dikkatle takip edin. Yani, “Ya Rasulallah sen gideli Allah yüzümüze bakmaz oldu.” Özeti bu. “Ah bir gelsen de halimizi görsen.” Dikkatle takip edin göreceksiniz, özeti budur. Geçtiğimiz Cumartesi günü bir yere gittim, içeri girdim, baktım acayip şeyler oluyor. Dedim, şimdi millet beni burada görmesin, çıktım dışarıya. E müdahale etsen olacak gibi değil, şimdi orada karışıklık çıkacak. Çıktım dışarıya, dışarıda bir kaç kişi ile oturdum, biraz sohbet ettim, yapılanların yanlışlığını anlattım. En son baktım ki bitiyor, sonra benim sıram geldi girdim içeriye. En son konuşmayı Allah’tan ki biz yaptık. Sonra anlattım. Peygamber (s.a.v.) -yani oranın ortamına göre- Osman Bin Mazun (r.a.)’ın cenazesine gidiyor. Ki çok iyi bir mü’min. Yani rivayetler öyle onunla ilgili olarak. Bilinen o. Fakat iman esasen kalp işi olduğu için siz dış görünüşü bilirsiniz, gerçeğini yalnız Allah bilir. Ümmü Ala var onun ev sahibesi. Osman Bin Mazun muhacir. Bu hanım evini ona tahsis etmiş. Çok iyi bir mü’min, vefat etmiş, Peygamberimiz cenazesine gitmiş, diyor ki: Ya Osman Allah’ın ikramına mazhar olduğuna şahidim diyor. Peygamberimiz Diyor ki: Ne diyorsun sen? Nereden biliyorsun Allah’ın buna ikramda bulunduğunu? Allah ya kime ikram eder ya Rasulallah diyor. Hani bu kadar iyi bir insan. Diyor ki: Bak! Ben Allah’ın Peygamberi olduğum halde nasıl karşılanacağımı vallahi bilmiyorum. Evet bu Osman’la ilgili hepimiz çok iyi şeyler, yani iyiliklerini biliyoruz, başka bir şey bilmiyoruz ama kesin kararı verecek olan Allahu Teala’dır. Dolayısıyla buraya şuradan geldik: “Vellezinehum min azabi rabbihim muşrikun, rablerinin azabından korku duyanlar, içleri titreyenlerdir mü’minler.” İbadet etmeyenler hiç korku duymazlar, onlar zaten cenneti yüzde yüz garantilemişlerdir. Bu konuda uyanık olmamız lazım.
Şimdi Enes Hoca’nın hatırlattığı ayetleri okuyalım. Zuhruf Suresi 36 ve 37. ayetler. “Ve men ya’şu an zikrir rahmani nugayyiz lehu şeytanen fehuve lehu garin. Kim Rahman’ın Zikrine bulanık bakarsa” yani şöyle zikirden biraz uzak kalmış, kendisini uzaklaştırmış, ya ben pek göremiyorum diyor. Yani görme bozukluğu olan bir insanı düşünün, bulanık görüyor. Şimdi biraz da uzaktasınız, mesela astimatı olan bir insan şöyle birkaç metre ilerde olan bir kişiyi tam seçemez. Biraz da uzakta olduğu zaman. İnsanların bir kısmı Kur’an’ı Kerim’e göre öyle. Ya işte diyor ki ben Kur’an’ı Kerim’den pek anlamam diyor. Yani ben falan, neme lazım diyor. “Nugayyiz lehu şeytanen fehuve lehu karin. Onun için bir şeytanı onun başına sararız.” Gayyada kelimesi böyle yumurtanın dış kabuğu var ya, o yumurtanın dış kabuğu, içerisindeki maddeleri nasıl sarıyor, dışarıya nefes alacak bir delik bile bırakmıyor ya işte şeytan da kişinin böyle etrafını bir yumurta kabuğu gibi sarar. Sen misin Kur’an’ı Kerim’i böyle bulanık gören? A iyi göremiyorum, iyi seçemiyorum, biz anlamayız biliyorsun. Ne demek anlamayız? Bu anlamayız diyenler aslında haklı biliyor musunuz? Ben baştan bunlara fena halde sinirleniyordum da şimdi artık sinirlenmiyorum. Çünkü millet Kur’an’ı Kerim’i anlamaya başladığı zaman düzenleri altüst oluyor. Düzenlerini başka şekilde sürdürme imkanları yok. O bakımdan haklılar. Ama o düzeni Cenabı Hak kabul etmez. Ama ona din demişler, kendilerine göre bir dini yapılandırma oluşturmuşlar, onu devam ettiriyorlar. E şimdi siz Kur’an’ı Kerim’i okuyup da ayeti kerimesini karşısına koydunuz mu olmayacak.
Şimdi Mustafa Çavdar’ın kulaklarını çınlatalım, bu gün şimdi Eskişehir’de, telefonda konuştuk. Yav hocam dedi burada sana hep şedid diyorlar. Şedid, hani şiddet kelimesinden, şiddetli manasına. Şedid.. Ne demek dedim? Valla ben de sordum diyor ne demek olduğunu. Çok sert imişim. Eee efendim dört tane mezhebi bir mezhebe indirmeye çalışıyor demişler. Orada bir hocayla konuşmuş, hocaya dedim ki bak şu ayeti sana bir göstereyim demiş, almış Kur’an’ı. Bırak Kur’an’ı Kerim’i bırak, bırak, bırak demiş. E tabii ki bırak diyecek yani. Çünkü düzeni bozuluyor. “Ve men ya’şu an zikrir rahmani nugayyiz lehu şeytanen fehuve lehu garin. Kim Rahman’ın Zikrine böyle bulanık bakar” iyi göremiyorum, iyi şeçemiyorum, biz pek anlamayız falan derse, “onun etrafını böyle yumurta kabuğu gibi bir şeytan sarar, çevresini çepeçevre o onun yakını olur artık. Ve innehum, bu şeytanlar, leyusuddunehum anissebil, böyle kimseleri yoldan engellerler,” ama “ve yehsebune ennehum muhtedun, bunlar da kendilerini doğru yolun ortasında hesabederler.” Onun için Kur’an’ı Kerim’den uzak bir dini hayat kişiyi aldatır sadece, başka bir şey olmaz.
Şimdi eminim ki siz şunu söylemişsinizdir. Mesela şimdi tekrar baştan okuyalım az önce okuduğumuz ayetleri: “İnnel insane huluka helua, insanoğlu hırslı ve sabırsız yaratılmıştır. İza meşşehuşşerru cezua, başına bir sıkıntı geldiği zaman da büsbütün ümidini keser” ve öyle içine kapanır, sanki gemileri batmış, evleri yanmış gibi olur. Büsbütün ümitsizleşir. “Ve iza messehul hayru menua. Eline bir imkan geçerse başkalarına vermek istemez. İllel musallin, namaz kılanlar başka.” Eminim demişsinizdir ki: Ya biz namaz kılanları çok tanıyoruz, yani onlar da böyle demişsinizdir mutlaka. Bu geleneksel namaz değil. Kur’an’ı Kerim’i kavrayarak, anlayarak, Allah’ın istediği gibi. Kur’an’dan ayrı bir din anlayışıyla değil. Kur’an’ı içine sindirerek. O zaman namaz kılan çok farklılaşır. “Ellezinehum ala salatihim daimun. Bunlar namazlarını sürekli kılarlar.”
Şimdi bir de şu var biliyorsunuz: Mezhepler namazların kazaya bırakılabileceğini söylüyorlar. Allah’tan ki Hanbeli mezhebi var, onlar kabul etmiyor. E namazı kazaya bırakabileceksin dedin mi, veresiye insanlara pek hoş geliyor. Onun için kredi kartlarıyla insanlar çok alış veriş yapıyor. İşyerleri de bundan çok memnun. Peşin para ile alış veriş yapmak zor ama veresiyeyse kaldır arkama derler. Onu da veresiyeye bırakıyor, daha sonra nasıl olsa kılarım. Nasıl olsa garanti ya yaşaması. Halbuki Kur’an’ı Kerim’de ve Peygamber Efendimiz’in hayatında asla kaza namazı yok. Ha uyuya kalmış olan için var. O kaza değil, o uyandığı zaman kılacak. Sadece vakti değişmiş oluyor o kadar. Unutan kişi için de var, o da kaza değil, o da hatırına geldiği zaman kılacak. “İnnes salate kanet alel mü’minine kitaben mevkuta” diyor Allah. “Namaz mü’minlere vakitle sınırlı bir şekilde yazılmıştır.” (Nisa 4/103). Vakit çıktı çıktı, gitti artık. Şimdi siz dünkü günü boş geçirdiniz, onu kaza edelim de bu gün dolduralım diyebilir misiniz? Mümkün mü? Geçen bir saniyeyi geri getirebilir misiniz? O zaman geçen namazı da kaza edemezsiniz. Bitti o, gitti o. Onun için namazın kazası diye bir olay asla yok. Orucun kazası var. Senenin bir ayında oruç tutuyorsun, diğer onbir ayı boş zaten, oruç ayı değil, değil mi? Onun için diğer aylarda tutabiliyorsun. Yani Allahu Teala orada müsaade etmiş açıkça demiş ki: Kim hasta ya da yolcu olursa tutmayabilir, daha sonra tutar demiş. Ama onun da Ramazan’da tutmasını tavsiye etmiş. E şimdi dünkü öğlen namazını kılmadınız, e bugün öğlen vaktinin gene namazı var. Dünkü ikindiyi kılmadı, ikindinin gene namazı var, akşamın namazı var, yatsının namazı var. Boş vakti yok ki. Her vaktin ayrı bir namazı var. Onu getirip bunun içerisine nasıl sokacaksın. Böylece insanlar namaza karşı son derece gevşek davranıyorlar. Nasıl olsa daha sonra kılarım. Böyle bir şeye hiç birimizin hakkı yok.
Onun için “Ellezinehum ala salatihim daimun. Bunlar namazlarını sürekli kılanlardır.” Namazın kazaya kalması diye bir olay yok. Kazaya kaldıysa gitti. Geriye getiremezsin. O zaman tevbekar olursun belki Cenabı Hak seni affeder. Tavsiye etmiş bazı ulema, bol nafile namaz kılsın belki Allahu Teala şey yapar yani: “İnnel hasenati yuzhibnes seyyiat, iyilikler kötülükleri giderir. (Hud 11/114). Ayeti kerimesi gereği Allahu Teala onu onun yerine isterse ikame edebilir.
“Vellezine fi emvalihim hakkun ma’lum, ve bunlar öyle kimselerdir ki mallarında belli bir hak vardır. Lissaili vel mahrum, hem isteyen için hem mahrum olan için.” Yani zamanının bir kısmını Allahu Teala’ya ayırıyor, namaz kılıyor. Malının bir kısmını Allah için ayırıyor, Allah’ın istediği yerlere veriyor.
Ve “vellezine yusaddugune bi yevmiddin. Hesap gününü de tastik ediyor.” Hesabını veremeyeceği bir işi de yapmıyor.
“Vellezinehum minazabi rabbihim müşfikun. Bir de bunların rablerinin azabından dolayı içleri titrer.” Bu insanlara sorsanız bunlar kendilerini günahkar da görürler, Allah affetsin, uyraşıyorum, gayret ediyorum derler. Ama hiç namazda niyazda gözü olmayanların ne günahı vardır, ne suçu vardır. Onlar doğru direk cennete gideceklerini düşünürler.
“İnne azabe rabbihim ğayru me’mun. Rablerinin azabı me’mun değildir.” Yani hiç kimse Allah’ın azabından dolayı güvende değildir. Allahu Teala kimseye bu konuda teminat vermemiştir. Yani sen sen. Prensipleri belirlemiş, standartları belirlemiş ama o standartlara ne ölçüde uygun hareket ettik, etmedik bunun kararını Allahu Teala verecek. Biz vermiyeceğiz ki, başkası da vermeyecek.
“Vellezinehum lifurucihim hafizun. Bunlar namuslarını da korurlar. İlla ala ezvacihim, eşleri, ev mameleket eymanuhum, ya da sahibi oldukları cariyeler hariç, feinnehum ğayru malumin, bundan dolayı ayıplanmazlar. Femenibteğa verae zalike, bunun dışında bir yol arayanlar, fe ulaike humul adun, bunlar sınırı aşmış olan insanlardır. Vellezinehum liemanetihim veahdihim raun, bunlar emanetlerini, kendilerine bırakılan emanetleri yerine getirirler, söz verdikleri zaman da sözlerini yerine getirirler. Vellezinehum bi şehadetihim gaimun, ve bunlar şahitliklerinde de dimdik dururlar.” Eğilmezler sağa sola, dosdoğru şahitlik yaparlar. Şunu şöyle gördüm, bunu böyle gördüm, en yakınlarının aleyhine olsa bile.
“Vellezinehum ala salatihim yuhafizun,” yukarda “daimun” geldi, sürekli namaz kılarlar, burada namazlarını muhafaza ederler. Herhalde namazlarının bütün erkanını, işte rükusunu, secdesini dosdoğru kılarlar. Yani namazı namaz gibi kılarlar. Bazıları öyle çabucak, in kalk. Gerek yok kardeşim. On rekat öyle hızlı hızlı kılacağına dört rekat adam akıllı namaz kıl, hiç olmazsa içine sine sine kılasın. Daha fazla kılacaksan kıl ama dosdoğru kıl. Senin asıl kılman gereken farzlardır. Onu mutlaka yapmak zorundasın. İki rekat sabah namazı, dört rekat öğlen namazı, dört rekat ikindi namazı, üç rekat akşam namazı, dört rekat da yatsı namazı. Bunu mutlaka kılacaksın. Ha, Peygamberimiz (s.a.v.) vitr namazını da kılmış, çok da tavsiye etmiş, onu da kılarsın. Hani kılmazsan bir şey olmaz ama tavsiye etmiş yani önemsediğini göstermiş. Onu hayatında hiç kılmazsan, diğerlerini de kılmazsan vazifeni yapmış olursun. Vazifen tamam. Ha sonra bunların da öndeki arkasındaki sünnetleri kılarsan günde işte oniki rekat diyor Peygamberimiz (s.a.v.). O zaman da Cenabı Hak sana cennette köşkler bina eder. Bu bir teşviktir. Ama yapmazsan görevini yapmış olursun, bir eksiğin olmaz. Ama mutlaka kılacaksın. Bir de öğle ile ikindinin, akşam ile yatsının birleştirilmesi vardır. Bu Hanefi mezhebinde yoktur. Şafi, Maliki ve Hanbeli mezheplerinde vardır. Hanefi mezhebi sadece Arafat’ta bazı şartlarla birleştirmeyi kabul eder. Bir de Müzdelife’de birleştirmeyi kabul eder. Maliki, Şafi ve Hanbeli mezhepleri işte yolculukta, yağmurda, çamurda kabul eder. Aklımda yanlış kalmadıysa Şafi mezhebinden Sübki olması lazım, alışkanlık haline getirmemek şartıyla normal durumda da insanların namazları birleştirebileceğini söylerler.
Şimdi, bu mezheplerin görüşü. Peygamber (s.a.v.) yolculukta namazlarını birleştirmiştir. Birleştirme, öğle ile ikindi, akşam ile yatsı arasında olur. İkindiyle akşam arasında ya da yatsı ile sabah namazı arasında olmaz. Bunun Kur’an ayağı vardır. Asıl önemli olan o. Kitaplarda ben buna rastlamadım. Ama siz Kur’an’ı Kerim’de namaz vakitleri ile ilgili ayetleri dikkatle okursanız görürsünüz. Bizim sitemizde de var, namazların birleştirilmesi diye. Orada şu anlatacaklarmı bulursunuz, bütün delilleriyle. Allahu Teala öğle namazının başını belirlemiş sonunu belirlememiş. İkindinin sonunu belirlemiş başını belirlememiş. Bu ne demek? Öğle ile ikindi arasında bir serbest vakit var. Zaten Cebrail (a.s.) gelmiş Peygamberimiz’e öğle namazını iki gün kıldırmış. İkinci gün öğle namazını, birinci gün ikindiyi kıldırdığı vakitte kıldırmış. Akşam ve yatsıyla ilgili olarak da Kur’an’ı Kerim’e baktığınız zaman akşamın başı belli, yatsının sonu belli, ikisinin arası Kur’an’da belli değil. İşte Peygamberimiz de bunun uygulamasını yapmış. Dolayısıyla bakın öyle bir kolaylık veriyor ki Allahu Teala; Sadece farzları kılmak zorundasınız bir, ihtiyaç halinde, sıkıntı halinde öğle ile ikindiyi birlikte kılabilirsiniz yani sekiz rekat kılarsınız eğer yolcu değilseniz yolcu iseniz dört rekat kılarsınız. Yani iki artı iki, dört artı dört. Öğle ile ikindiyi öğle vaktinde de kılabilirsiniz, ikindi vaktinde de kılabilirsiniz. Akşam ile yatsıyı akşam vaktinde de kılabilirsiniz, yatsı vaktinde de kılabilirsiniz. Böylece müthiş bir kolaylık olur ama asla kazaya bırakamazsınız. Allahu Teala her türlü kolaylığı vermiştir. Onu için namazlarımızı zamanında kılmalıyız ve namazlarımızı dosdoğru, düzgün kılmalıyız. Öyle yasak savmak için değil. Şu namazı kılayım da bir aradan çıksın değil. Hayır! Şu namazı güzel bir şekilde bi kılayım, Cenabı Hak’ka bir kulluk görevini yapayım. O şekilde olması lazım.
“Ulaike fi cennatin mukramun, bunlar cennetlerde ikram göreceklerdir.” (Meariç 70/19-30).
Burada bırakıyoruz, akşam namazımızı kıldıktan sonra çaylarımızı içerek geliyoruz.