DERS: Kuran’ı ikinci sıraya koymak
Allah’a çok şükür, geçen hafta kısaca anlatmıştım. Bu hafta da kısaca tekrarlayayım. Cenab-ı Hak bize öyle bir yöntem keşfetmeyi nasip etti ki, Kur’an’ı Kerim’i anlama yöntemi, Kur’an’ı Kerim ayetlerini birbirleriyle açıklayarak Rasulullah SAV’in sözlerini birer güzel gül gibi onların içerisinde görmek nasip oldu. Görüyoruz her defasında. Zaten çalışmalarımızın farkı da oradan ortaya çıkıyor. Sonra bu, insan fıtratına da birebir uyuyor. Bir de Allah-u Teâlâ’nın indirdiği ayetlerle yarattığı ayetler arasındaki tam uyum da ortaya çıkıyor. Din ve bilim arasındaki kopukluk bu şekilde ortadan kaldırılmış oluyor. Yani sonsuz şükürler olsun Cenabı Hakk’a.
Ulaşım ve haberleşmenin çok ileri bir safhaya geldiği şu dünyamızda böyle bir imkânı Cenab-ı Hak bize nasip etti. Ömür dediğin şey kısadır. Bugün var yakın yokuz. Elimizdeki imkânlar az ya da çok, buraya harcanması lazım. Yani herkesin birinci derecede tercihi bu hizmet olmalı. Bu hizmet olmalı ki Cenab-ı Hakk’ın Kur’an’ı Kerim’de belirttiği gibi, İbrahim suresinin 3. Ayetinde,
(14/ ibrahim 3.Ayet)
“Ellezîne yestehıbbûnel hayâted dunyâ alel âhırah” Kâfirleri tarif ederken
“dünya hayatını ahretten çok sevme gayreti içerisinde olanlar” diyor.
Biz de ahireti çok sevdiğimizi yaşamamızla, hayatımızla göstermemiz lazım. Onun için hayatımızın temel gayesi, temel hedefi Allah’ın dinini yaşamak ve insanlara anlatmak olmalı. Biliyorsunuz Allah-u Teâlâ iki tane ayette
(9/ Tevbe 33.Ayet)
“Huvellezî ersele rasûlehû bil hudâ ve dînil haggı liyuzhirahû aled dîni kullihî” diyor.
“Rasulünü bu gerçekle gönderen O’dur, yani bütünüyle gerçek olan hükümlerle, emirlerle gönderen O’dur. Hak dinle gönderen O’dur ki böylece bütün dinler üzerine hâkimiyetini kursun.”
“Ve lev kerihel muşrikûn.”
“İsterse o müşrikler de bundan hoşlanmasınlar.”
Yani başka şeyi birinci sıraya alanlar isterse hoşlanmasınlar. Şimdi bütün dinler üzerine hâkimiyet dediğimiz olay bugüne kadar gerçekleşmiş değildir. Bu imkânları kullanarak gerçekleştirebiliriz.
Biraz önce Avusturalya Kur’an Evi’nin fotoğrafları geldi. Gerçekten çok güzel. Yani bizim hiç görmediğimiz toplantı salonları, seminer salonları, çay içme yerleri falan… Bakınca müthiş bir şey. Şimdi, en güzeli de, orada şu anda yirmi altı kişinin olması. Bu çok güzel bir şey. Ve şimdi bizi dinliyor o arkadaşlarımız, Allah razı olsun. Bunu şunun için söylüyorum. Aynı şey Avrupa’nın çeşitli yerlerinde var biliyorsunuz. Bu imkânı çok iyi değerlendirmemiz lazım. Çok iyi değerlendirmemiz lazım. Eğer Allah-u Teâlâ’nın dininin bütün dünyaya yayılmasında bir katkımız olacaksa, bizim için çok güzel bir şeydir. Dolayısıyla; “Efendim bu iş yapılsın. Güzel. Başkası yapsın.” Diyorsanız, tamam başkası yapar. Ama sevabı da o başkası alır, siz alamazsınız. Dolayısıyla hepimizin söyleyeceği şu, “Bu işte ben en önde olmalıyım.” Yani, “En önde olmalıyım.” dememiz lazım. Peki, şimdi başlıyorum.
Hatta bir şükür için bir şey daha söyleyeyim. Dün… Neyse önemli bir Arap ülkesi diyelim. Çünkü onlar bu işlerde bazen sıkıntı çekebiliyorlar. Çok önemli bir üniversitesinden, miras konusunda öğretim üyeliği yapan bir arkadaşımız geldi. Yani kendisi aslen Arap. Mirasla ilgili çözümsüz, çok sayıda problem vardır. İki- üç saat oturdu ve bütün problemlerin çözümünü Kur’an’ı Kerim’den aldı. Ondan sonra diyor ki, “Tamam da, ben bunları nasıl anlatacağım?” Yani bunlar Cenab-ı Hakk’a bir şükür vesilesi olarak burada zikrettiğimiz şeylerdir. Allaha hamdolsun.
Bismillahirrahmanirrahim.
(2/ Bakara 255.Ayet)
“Elif lam mim. Allahu la ilahe illa hüvel hayyül kayyum.”
Elif lam mim’le ilgili geçen hafta konuşmuştuk. Bu ikinci ayetle ilgili de konuşmuştuk. Zaten orayı geçmek nasip olmamıştı. Kısaca birkaç kelime daha söyleyelim. Çünkü geçen haftaki o yayınların ve çekimlerin hatasından dolayı birkaç kelime söylemek gerekiyor.
“Allah kendisinden başka ilah olmayandır.”
Allah kendisinden başka ilah olmayandır. İlah, kayıtsız şartsız boyun eğilen demektir. Yani kayıtsız şartsız emri yerine getirilen tek makam, tek zat Allah-u Teâlâ’dır. Onun dışında bütün emirler kayıtlı ve şartlıdır. Allah’ın emrine aykırı olmamak zorundadır. Allah’ın emrine aykırı ise yerine getirmeyiz. Getirmek zorundaysak, bizi mecbur ediyorlarsa, o zaman can güvenliğimizi koruyacak kadar orada şey yaparız. Can ve mal güvenliğimiz kadar, ama bir zorunluluktan dolayı yapar, ilk fırsatta ondan vazgeçmeye çalışırız.
Şimdi burada çok önemli bir husus var. İnsanların din konusunda yaptıkları en temel hata Allah’ı birinci ya da ikinci sıraya almakta ortaya çıkar. Allah’ı ne zaman birinci sıraya alırsınız? Kur’an’ı Kerim’in emirlerine göre yaşarsanız, Allah-u Teâlâ birinci sıradadır. Sizin için Kur’an ve onun uygulaması olan sünnet esassa Cenab-ı Hak sizin hayatınızda birinci sırada demektir. Ama birçok Müslümanın yaptığı gibi ayeti okuduğunuz zaman, “Ben anlamam, ben bir bizim hocaya bir sorayım.” derseniz, Allah’ı kaçıncı sıraya koymuş olursunuz? İkinci sıraya. Şimdi, Allah’tan başka ilah yoktur sözünü herkes söyler. Mekkeli müşrikler de söylerdi. Lafla olmaz bu. Mekkeli müşrikler Kâbe’yi tavaf ederken, “lebbeyk la şerike lek” derlerdi. “Emret Allah’ım senin ortağın yoktur” derlerdi. Peki, “illa şerikün hüve lek, temlikü hüve ma melek” derlerdi. Yani “Bir ortağın var, –her birisinin zihninde bir şey var,- o zaten senin, onun üzerinde yetki de sana aittir. Onun bütün yetkilerini de sen vermişsindir.” Öyle olunca Allah’a ortak koşmadıklarını zannediyorlardı.
Peki, şimdi acaba biz gerçekten “la ilahe illallah” diyor muyuz? Yoksa, “la ilahe illallah”ı öylesine söyleyip de araya başka şeyler sokuşturuyor muyuz? O açıdan Araf suresinin 30. Ayetini çok iyi anlamamız lazım. Orayı lütfen açalım, 7.sure. 152. Sayfa. Şimdi orada Allah-u Teâlâ şöyle diyor. Tüm insanlığı anlatırken, insanlığı anlatırken. Diyor ki,
(7/ Araf 30.Ayet)
“Ferîgan hedâ” İnsanları ikiye ayırıyor Allah.
“Bir grubunu Cenab-ı Hak yoluna kabul etmiştir.” Tamam.
“Ve ferîgan”
“İkinci grup ta,”
“hagga aleyhimud dalâleh,”
“Bunların aleyhinde sapıklık hükmü gerçekleşmiştir.”
Bunlar sapıktır diyor Allah-u Teâlâ, ikinci grubu. Peki, sapık olanlar kim?
“İnnehumut tehazuş şeyâtîne evliyâe min dûnillâh”
“Allah ile kendilerinin dûnunda şeytanları evliya ediniyorlar.”
Şimdi Allah’ın dûnunda kendilerinin fevkınde şeytanları evliya ediniyorlar. Dûn kelimesi, bir şeyin altında demektir. Yani Allah’ın dûnunda evliya, Allah’tan aşağı kendilerinden yukarı demek oluyor. Peki, bakın Allah’ı reddetmiyor. Çünkü kâfirlerin, bütün sapıkların temel özelliği bu. Allah’ın dûnunda evliya edinmek. Peki, kendisini ne sayıyor?
“Ve yahsebûne ennehum muhtedûn. “
“Kendilerini mühtedi hesap ediyorlar, doğru yolun ortasında hesap ediyorlar.”
Sapık saymıyorlar kendilerini. Allah’ı inkâr etmiyor dikkat edin, Allah yok demiyorlar. Ahireti de inkâr etmezler, Kur’an’ı da inkâr etmezler. Rasulullahı da inkâr etmezler. İmanın bütün şartlarını yerine getirirler. Çünkü kendilerini doğru yolun ortasında sayarlar. Peki, evliya ne demektir? Veli ne demektir? Vel-i. Bak şimdi, elimde bir cep telefonu bir de su var. Veli demek (birbirine yakın tutuyor)şimdi bu ikisinin arası… Bunlar birbirinin velisi değil. Tam yapıştırdığımız zaman, biri diğerinin velisi. Yani biri bittiği zaman öbürü başlıyor. Yani ona çok yakınlaşmış oluyor. Onu velyediyor. Yani, iki şeyin arasına üçüncü bir şey girmediği zaman ona veli denir. Mesela veli dost denir. Dost… Yani dost edindiğiniz kişiler nedir? Aranıza soğukluk girmeyen insanlara dost dersiniz değil mi? Hatta bazen çok iyi bildiğiniz dostları biraz sizden uzaklaşıyor gördüğünüz zaman ne oldu ha başka dostlar mı buldun dersiniz değil mi? Yani benden daha yakın kişiler mi buldun?
Peki, şimdi evliya kelimesi velilerin çoğuludur. O zaman ne olacak? Şimdi siz bu kamerayı ayarlayın da ben Enes Hoca ve Fatih’le beraber bir şey yapmak istiyorum. Şöyle gelin. Gel. Sen de gel. (üçü yan yana duruyorlar.) Şimdi bakın, ben şu anda Fatih’e de, Enes Hocaya da çok yakınım değil mi? İkisine de çok yakınım. Ama Enes Hoca Fatih’e ulaşmak istiyorsa benim aracılığımla ulaşmak isteyebilir. Oradan sesini duyurabilir de, Fatih’in kulağına bir şey söyle diyecek olsa, önce benim kulağıma söyleyeceksin değil mi? Ben de ona söyleyeceğim. Şimdi bağırsa duyurur ama duyuramayacak durumda olduğunu düşünün. Şimdi Enes Hocanın kelime manası itibariyle velisi benim. Değil mi?
Enes Alimoğlu: Evet.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Şu anda benden daha yakın yok. Fatih senin velin olur mu?
Enes Alimoğlu: Olmaz.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Olmaz. Şimdi Fatih’ten önce senin velin kim oluyor?
Enes Alimoğlu: Siz oluyorsunuz.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Ben oluyorum Evet.. Fatih’ten önce. Dûn. Fatih’te benim velim. Şimdi işte, Allah’tan önce evliya edinenler böyle oluyor. Yani şimdi hâşâ anlaşılmış olsun diye ben şey yapıyorum. Cenab-ı Hakk’ın konumunu böyle düşünün. Yani benzetme değil ama meseleyi anlamak için anlatıyorum. Şimdi, Allah’tan önce veliler edinenler, Allah’la kendi aralarına tıpkı benim gibi, nasıl olsa Enes Hocayla Fatih’in arasına bir kişi giriyor ya, birisini sokuyorlar. Herhangi bir şey söylediğiniz zaman ilk önce Allah aklına gelmiyor. İlk aklına gelen kim oluyor? Kendine daha yakın hissettiği oluyor. Kendine daha yakın hissediyor herhangi bir şeyi, o akla geliyor. Şimdi siz Allah’ın ayetini okuyorsunuz, “Yok” diyor, “Ben bakayım, bizim mezhebimiz ne diyor?” Değil mi? Oturabilirsiniz. Anlatabildim mi yani?
Enes Alimoğlu: Çok güzel anlattınız.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Hah mesele anlaşıldı. Şimdi bu bana daha yakın diyor yani. Allah’tan daha yakın. Şimdi hep duyarsınız. Derler ki, “Tamam Cenab-ı Hak, Ankara’daki Cumhurbaşkanı gibidir. İşte, Eminönü Kaymakamı da onu temsil ediyor” diyorlar. “Cumhurbaşkanına nasıl ulaşacaksın? Mecburen Eminönü Kaymakamı aracılığıyla gideceksin” diyorlar. Niye? “Çünkü o kaymakam bize daha yakın. Çünkü o uzak.” İşte veli daha yakın gördüğünüz kişidir. Allah’a ancak onun vasıtasıyla ulaşıyorum diyebiliyorsunuz. Bu, tarikatların ve bir kısım cemaatlerin yaptığı şeydir. Ancak onların aracılığıyla ulaşırlar. Onun için
(39/ Zumer 3Ayet)
“ittehazû min dûnihî evliyâ”
“Allah’tan önce kendilerine çok yakın”
Allah’tan daha yakın o, ancak onun vasıtasıyla ulaşacağını söylüyor. Peki, böyleleri kendilerini dindar sayıyorlar mı? Allah-u Teâlâ ne diyor?
(7/ Araf 30.Ayet)
“Ve yahsebune ennehum muhtedun”
“Kendilerini muhtedi hesap ediyor”
Yani doğru yolun tam ortasında, kimseye de vermezler dindarlığı. Kimseye vermezler dindarlığı. Şimdi adama diyorsun ki, Allah’ın ayeti şöyledir diyorsun. Mesela şimdi Ramazan geçti, hepimizin yaşadığı ve beni fena halde rahatsız eden bir husus. Geçende bir düğündeyiz, çok kalburüstü insanlar var. Birisi geldi dedi ki, “Ramazan’da senin imsakiyene uymadım, Diyanete uydum” dedi. Peki, Diyanetin bir delili var mıydı? Dedim. “Yok ama o Diyanet.” Peki, bizim söylediğimiz ayetleri hadisleri ne yaptın? Şimdi bakın, bize uyun dedik mi insanlara? İşte Allah’ın ayetleri, işte hadisleri. İşte indirdiği ayetler, işte yarattığı ayetler. Pencerenizden bakarsınız görürsünüz. Hemen yanımdan çekti gitti. Çünkü cevap verecek durumu yok ya.
Şimdi bir şey söylediğiniz zaman, Allah’ın ayetini okuyorsunuz, “Ben bilmem, ben falancaya uyarım” dediği zaman birinci sıraya neyi koymuş oluyor? Falancayı. İşte o zaman
(39/ Zumer 3Ayet)
“ittehazû min dûnihî evliyâ’” oluyor.
(Yard. Doç. Dr. Fatih Orum ve Enes Alimoğlu’na hitaben) Oluyor mu? Olmuyor mu? Tamam. Şimdi Müslümanların durumuna bir bakın. Kimin kafasında Kur’an ve rasulullahın Kur’an’ı uygulaması yani hikmet birinci sırada? Kaç kişinin kafasında birinci sırada? Kim dindar? derseniz, bu ayeti kerimeye göre yeryüzünde dindar olmayan hiç kimse olmaz. Tamam mı?
Şimdi şöyle bir oturayım, gene ayarlayın bakalım. Bugün, ateistler bir toplantıya çağırmışlardı, aynı tarihlerde başka yerlerde bulunma sözüm olduğu için gidemeyeceğimi söyledim, telefonla teşekkür ettim. Dedim ki, “Tabi ben öyle sizin gibi Allah’a inanmadığını söyleyen ama aslında inanan insanlarla görüşmeyi isterim” dedim. Dedi ki, “Biz de Müslüman olduğunu söyleyen ama aslında Müslüman olmayan insanlardan bahsediyoruz.” Cevap o. “Müslüman olduğunu söyleyen ama aslında Müslüman olmayan insanlardan şikâyet ediyoruz” dedi. Demedi ki, biz Allah’a inanmayız. Diyemez çünkü. Ve şunu söyledi. Dedi ki, “Ben bir ilahiyat fakültesi kurmak istiyorum.” Evet. Şimdi peki niye ilahiyat fakültesi, niye din? Çünkü bu ayeti kerimeye bakarsanız kendisini dindar saymayan hiç kimse yoktur. Dindar saymayan bir tek ateist de yoktur yeryüzünde.
Ben size daha önce bir ateistle yaptığım görüşmeyi birkaç kere anlattım, ama yeri geldi burada da anlatayım. Şimdi bir televizyon programında bu tür konuşmalar reklam aralarında yapılır. Reklam arasında o sunucu olan kişi dedi ki, “Ben aslında dine inanmam” dedi. “Aslında ateistim” dedi, “Ama bu tür programları çok seviyorum” dedi. Dedim ki, bak ben sana bir şey söyleyeyim mi? Sen dedim Allah’ın varlığına ve birliğine kesin olarak inanıyorsun değil mi? Böyle bir sarsıldı, durdu falan. “Yani evet” dedi. Aksini söylemesi mümkün değil. Sonra, sana bir şey daha söyleyeyim mi dedim. Sen çok dindar bir kişisin değil mi? Dedim. Bana hiç düşünmeden “evet” dedi. “Ama benim din anlayışım farklı.”
İşte din anlayışında birinci sıraya Allah’ı koyduysanız eğer, “Allah ne diyorsa o!” diyebiliyorsanız, Allah’ın gönderdiği elçinin anlattığı şeyi çok önemsiyorsanız, onu örnek alabiliyorsanız –çünkü o elçi Allah’ın dediğinden başkasını yapamaz- o zaman siz Allah’la kendi aranıza başka bir şeyi koymuş olmazsınız. Ama gene Kur’an’a inanın, gene ahirete inanın, gene şu falan. Ama diyorsanız ki, birisi size Allah’ın ayetini okuduğu zaman, Rasulullah’ın uygulamasını haber verdiği zaman, “Ben Diyanete uyarım” diyebiliyorsa bir insan, o zaman o kişide birinci sırada Diyanet var demektir. Ya, “Ben falanca adama uyarım” diyorsa, “Ben mezhebime uyuyorum” diyorsa, birinci sırada mezhebi var demektir.
O zaman… Bakın, Allah ikiye ayırıyor insanları. İkiye. Üçe, dörde değil. Bizde ayırımlar yaparız. Ne deriz? İşte semai dinler… İşte batıl dinler, hak dinler. Ya “hak dinler” diye bir şey olur mu? Hak din olur, hak dinler olmaz. Bir tane hak din olur. Ama kitaplarda öyle yazılıdır. İşte Allah’a inananlar, inanmayanlar. Ya Allah’a inanmayan diye birisi olur mu? İşte! İşte Allah’ın ayeti. Şöyle ayıracaksınız. Allah’ı birinci sırada kabul edenler, ikinci sıraya koyanlar. İkinci sıraya koyduğunuz zaman, birinci sıradakini kendinize daha yakın hissedersiniz.
Kabirlere gidenlerin birçoğu niçin gidiyor? Diyor ki, “Allah’a benim yüzüm yok, bunun aracılığıyla giderse ulaşır.” Peki, Allah’ın sana yakınlığı ne kadar? Sorsan, “şah damarımdan daha yakındır” der değil mi? Peki bu adamı nereye sokuşturuyorsun ki, Allah’la senin arana giriyor da, senin ulaştıramayacağın şeyi bu adam ulaştırıyor. Şah damarıyla senin arana giren bir şey seni ne yapar? Hayatını bitirir. Dolayısıyla bunlara çok dikkat etmek lazım. Yani, “efendim ben çok dindarım” demenin bir anlamı yok, çünkü yeryüzünde dindar olmayan hiç kimse yoktur. İşte ayet. O zaman soruyu şöyle sormak lazım. Benim hayatımda Allah birinci sırada mı? İkinci sırada mı? Yani Allah’ın bir ayeti bana okunduğu zaman, “Ben bilmem merkez bilir!” mi diyorsun? Yoksa “Tamam madem Allah öyle demiş, başüstüne!” Ama ayeti sana yanlış öğretmişlerse zaten içine yatmaz, araştırır doğrusunu doğru manasını bulursun. Evet. İşte buna çok dikkat etmek gerekiyor. Onun için,
(2/ Bakara 255.Ayet)
“Allahu la ilahe illa hüve”
“Allah, ondan başka ilah yoktur”
“el hayyul kayyum”
“Hay ve kayyumdur. Allah-u Teâlâ devamlı canlıdır, devamlı kayyumdur. ”
Onun için hani şeyde de diğer Bakara 255’te
“la te’huzuhu sinetün vela nevm” diyor.
“Onda ne bir uyuklama ne de uyku vardır.”
Yani Cenab-ı Hakk’ın hay ve kayyum olmadığı bir an söz konusu değildir. Her dakika vazifesinin başındadır. Her an Cenab-ı Hak mahlûkatıyla ilişki halindedir. O zaman Cenab-ı Hak her defasında, her an, her yerde sana en yakın olandır. Her şeye kadir olandır. Her yerde var olandır. Her zaman var olandır. Öyleyse Allah’la kendi arana herhangi bir şeyi sokuşturamazsın. Sokuşturduğun zaman hak yoldan çıkmış olursun. O Cenab-ı Hakkın ayeti kerimede, birçok ayette var da, ama Bakara suresinin bakayım kaçıncı ayetindeydi?
(2/ Bakara 27.Ayet)
“Ellezîne yengudûne ahdallâhi mim bağdi mîsâgihi” 27. Ayetiymiş. Yani,
“Allah’la bağı sıkı tuttuktan sonra verdiği sözü bozanlar.”
“Ve yagtaûne mâ emerallâhu bihî ey yûsale”
“Allah-u Teâlâ’nın bitişik olmasını emrettiği şeyi keserler.”
Az önce şimdi Fatih’le araya ben girdim ya, meseleyi anlatabilmek için. Şimdi ben araya girince Fatih’le Enes Hocanın ilişkisi kesildi mi?
“Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler.”
Kesince araya ne yapmış oluyorlar? Bir başka şeyi sokuşturmuş oluyorlar.
“Ve yufsidûne fil ard,”
“Ve yeryüzünde fesat çıkarırlar.”
Çünkü artık ilişki koptuğu için ister istemez arkasından bozukluklar ilişkilerdeki kötülükler gelecektir.