Euzubillahimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdulillahi Rabbil Âlemin. Vessalâtu vessalâmu alâ Rasûlina Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn
Bir süreden beri İslam âlemini bir karikatür krizi işgal etmiş vaziyette. Danimarka’da Peygamber (s.a.v)i ve Müslümanları aşağılayıcı mahiyette karikatürler yayınlandı. Bundan dört ay kadar önce, belki biraz daha fazla. Kimse o işin farkına varmayınca birileri kaşıdı. Bir süreden beri her tarafta karikatür sebebiyle kriz oluşturuluyor.
Şimdi, bunun dinimiz açısından anlamı nedir? Batılılar kendilerini dünyanın en akıllı, en hoşgörülü, en ileri görüşlü, yani ne kadar en varsa iyi tarafı onlarda. En bağnaz, en acımasız, en cahil, işte ne kadar kötüye doğru en varsa hepsi de Müslümanlarda. Batılıların İslam’a bakışı böyle. Onlar bu bakışlarını kendi tavırlarına ve politikalarına yansıtıyorlar. Bize doğru dönüp de, işte İslam’a saygımız var. İşte biz son derece hoşgörülüyüz falan derken, aslında saygıları olduklarından değil, bize naneli şeker dağıtıyorlar çocuk yerine koyarak.
E şimdi ciddi bir şey ortaya çıktı. Asırlardır ya da asırlarca Batı’nın korkulu rüyası haline gelmiş olan Osmanlı Avrupa Topluluğu’nun bir üyesi haline geliyor. Şimdi, Türkiye’de Osmanlı İmparatorluğu tarihe karışmış diye söyleniyor. Osmanlı resmen Türkiye Cumhuriyeti adı altında devam ediyor. Dikkat ederseniz Osmanlı’dan kalan dış politika problemlerinden hiç birisini Türk hükümeti ve Türk Devleti reddetmiyor, hepsini kabul ediyor. Çünkü hukuken devam eder, ediyor bu devlet.
E şimdi, asırlar boyunca kendilerini büyük sıkıntıya sokmuş olan Osmanlılar, Avrupa Topluluğu’nun bir üyesi olarak ortaya çıkmaya başlayınca İslam düşmanlığı yeniden deprendi. Tabi eğer Fransız ihtilali olmasaydı, Batılılar Kiliseyi kendi sosyal hayatlarından, ekonomik hayatlarından dışlamasalardı bu noktalara gelmek de mümkün olmazdı. Kiliseyi dışlayınca orada belli ölçüde dinden uzak, tamamen dünyevileşmiş bir anlayış ortaya çıktı.
Bu dünyevileşmiş anlayışta esas olan para ve mal. Bu esas olduğu için, e şeyin, tilkinin kargaya dil dökmesi gibi onlarda bize dil dökmeye başladılar. İşte, aralarına gidiyoruz geliyoruz falan. Bu dinlerinden uzaklaşmaları sebebiyle Müslümanlar bugün Avrupa’da yaşıyor, Amerika’da yaşıyor. Hıristiyanların bulunduğu bütün bölgelerde yaşıyorlar. Hâlbuki eskiden, bir Hıristiyan mezhebine mensup olan kişiler diğer Hıristiyan mezhebinin hâkim olduğu bölgede yaşama hakkına sahip değillerdi. Siz bakmayın Müslümanların bulunduğu her yerde onların kiliselerinin, havralarının açık olmasına. Onlar buna asla tahammül edemezlerdi.
Neyse, işi fazla uzatmayalım. Burada bir kriz oluşturuluyor. Akıllı insanlar krizleri büyük bir fırsat olarak değerlendirirler. Maalesef Türkiye’de fırsat olarak değerlendirilmedi.
Bir televizyon kuruluşunun sahibine telefon ettim. Dedim ki, ya kardeşim bakın işte bir kriz doğmuş vaziyette bunu fırsat olarak değerlendirin, şöyle şöyle yapın. O da Hocam dedi, ben sana bir hemen bizim müdüre telefon açıyorum, sana bir şey göndereceğim. Senle röportaj yapsınlar. Ya dedim, sizin televizyonunuz beni taşımaz ben onu biliyorum. Ama sen kendi hocalarına şunu şunu yap.Yok yok dedi, ben seni iyi tanıyorum falan. Peki, geldi. Yarım saatten fazla röportaj yaptık. Bir iki saniyelik bir haber ya da diyelim yirmi otuz saniyelik ya da bir dakikalık diyelim bir haber, haberler arasına sıkıştırdılar. Söylemek istediklerimiz değil, o aralarda seçilmiş birkaç tane cümle.
Şimdi, çok enteresan, her konuda uzmanlarımız vardır çıkar konuşurlar. Yani neyi sorsanız. Adeta Şiilerin imamları gibi. Şiiler diyorlar ki, bizim imamlarımız her şeyi bilir. Doğuştan bilirler. Onlar hiçbir hocaya ihtiyaç görmezler. Mektepte medresede asla okumazlar. Ama her şeyi en güzel şekilde ve en doğru biçimde bilirler. Yepyeni bir şey konusunda görüş beyan etmek isteseler en doğru görüşü beyan ederler. Derinleşmek isteseler sadece istemeleri yeter, o konuda en derin bilgiyi ortaya koyarlar. Bunların bilgisi önceki imamdan miras olarak kalır ya da Allah tarafından kendilerine verilir diye inanıyorlar. Bizde de o şekilde kendini kabul edenler var maalesef.
Şimdi, bu vesileyle hiç olmazsa biz kendi aramızda bu krizi fırsata çevirelim. Elinizdeki Kur’an-ı Kerimlerin 9. suresini lütfen açın. Yani Tevbe suresini. Şimdi, bizim bir tane bir öğrencimiz var. Çek Cumhuriyeti’nden gelmiş. Yüksek lisans yapıyor. Bu en son derste bana sordu, Hocam dedi, bu krizi nasıl değerlendiriyorsunuz. Ben de ona dedim ki, aç bakalım şu ayeti. Açtı ve oku dedim. Okudu. Şimdi onun haleti ruhiyesini tahmin edin bakalım.
Tevbe suresi 5. ayeti okuyoruz. “Fe izânselehal eşhurul hurumu faktulûl muşrikîne haysu vecedtumûhum.” “Haram aylar çıkınca o müşrikleri nerede bulursanız öldürün.”
Şimdi sordu; adı da David, dedi ki bu müşrikler kim. Dedim sen de ona dâhilsin dedim (Gülüşmeler). Hıristiyanlar, Yahudiler, Müslüman olmayan herkes… Çocuk böyle bir tedirgin olmaya başladı falan. Belli etmek de istemiyor. Şimdi, bir sağındakine bakıyor, bir solundakine bakıyor.
“ve huzûhum” “Onları yakalayın.”, “vahsurûhum” “Onların çevresini kuşatın.”, “vak’udû lehum kulle marsad” “Her gözetleme yerinde onlar için oturun.” Yani takip ediyorsunuz. İnsan avcılığı yapılıyor (!). “fe in tâbû ve ekâmûs salâte” “Tevbe eder namazı kılarlarsa”, “ve âtûz zekâte” “Zekâtı verirlerse”, “fe hallû sebîlehum” “Yollarını açın serbest bırakın.”, “innallâhe gafûrun rahîm.” “Allah gafur ve rahîmdir.”
Şimdi, tabi çok tedirgin oldu o öğrenci. Ondan sonra dedim ki, sen şimdi bu ayeti buradan okudun. Bak dedim, Avrupalılar bu ayeti sırf bu kadar okuyorlar ve diyorlar ki… Avrupalısı, Amerikalısı diyorlar ki, Müslümanlar bize böyle davranacaklar. Kafana iyice bir yerleştir bunu.
Size daha önce anlatmıştım. Amerikadan yayın yapan Evanjelistlerin televizyonu var. Bundan iki sene evvel miydi? Ramazan. Bayrama bir hafta var. Açtım. Haftada bir kere İslam’dan bahsediyorlardı. Kur’an-ı Kerimi alıyorlar, İslamla ilgili konuşuyorlardı. O akşam stüdyoya bir haham çıkarmışlar. Yani Yahudi din adamı. Bir de her zaman çıkan papaz. Şimdi, ortada da bir İngilizce Kur’an meali var.
Papaz Haham’a soruyor, tabi 11 Eylül’den sonra ya, bu Müslümanlar bizi ellerine geçirseler, güçlü olsalar ne yapacaklar? Bize karşı tavırları ne olur? Dedi ki bak, aç bakayım 9. surenin 5. ayetini. İşte şunu, okuduğumu. Açtı okudu. İşte dedi böyle yapacaklar. Şimdi Ramazandalar dedi, bir hafta sonra Haram Ay’ı çıkıyor. Şimdi, Ramazanı Haram Ay’ı zannediyor kendisi. Bir hafta sonra seni beni nerede bulurlarsa kıtır kıtır doğramaları lazım kitapları onlara bunu emrediyor. Bizim için köşe başlarını mı tutacaklar, şöyle yapacaklar, böyle yapacaklar.
E şimdi, bunu dinleyen… Siz bunu dinlediğinizi düşünün. Müslümanlara karşı nasıl bakarsınız? Ve işte kendi kitapları, böyle de gösteriyor. Bu işte diyor, 9. surenin 5. ayeti diyor. Allah Allah şunlara bak yahu kendi kutsal kitaplarında böyle yazıyormuş diyecekler. O aman aman dikkat edelim. Değil mi?
Şimdi, David’e dedim ki, bu ayetleri bir de yukarıdan itibaren oku bakalım dedim. Bak birinci ayet ne yazıyor? “Berâetun minallâhi ve resûlihî ilâllezîne âhedtum minel muşrikîn.” “Allah ve Resulü tarafından bir berâedir…” Bir ültimatom, yani bir ilişki kesme eylemidir. Kime karşı? “… Antlaşma yaptığınız müşriklere karşı.” Bu müşrikler kimler? Bunlar Mekkeli müşrikler. Mumtahine suresinde okuyacağız; hatta okuyalım, ama yok daha sonra okuyalım şimdi okumayalım.
Bu olaya iyice anlaşılsın ki, kafalara yerleşsin. Bizi öldürmeye kalkmaları bir, ülkemizden çıkarmaları iki, çıkaranlara destek vermeleri üç. Üç tane kırmızıçizgimiz var. Bu suçları işleyenlerle iyi ilişkilerimiz olamaz. Mekkeli müşrikler bunların hepsini yapmışlar, üstelik de Peygamber efendimizle yapmış oldukları barış antlaşmasını bozmuşlardı. Barış antlaşmasına rağmen Medine’nin dış mahallelerine baskın yapmış, adam öldürmüş ve hayvanları alıp götürmüşlerdi.
Sonra da Peygamber efendimiz Mekke’yi fethetmiş, bu insanlara bir yıl hiç dokunmamıştı. Bir yıl sonra Ebu Bekir (r.a) başkanlığında Müslümanlar ilk haclarını yaptılar. Bazı rivayetler açısından ikinci, ikinci olması daha uygun. Çünkü şeyde, Hudeybiye antlaşmasından sonra da gitmişlerdi ama onun umre olduğu rivayeti de var. Neyse, ama onun hac olduğu kesin. O zaman Mekkeli müşriklere müsaade edildiği için, müşrikler Kâbe’yi tavaf ederken onlardan bir kısmı anadan doğma çırılçıplak tavaf ediyordu; kadın, erkek. Ona bile müsaade edilmişti. Bir yıl hiç dokunulmadı.
İşte o zaman Mekke’ye giden kafile hareket ettikten sonra bu sure indi. Peygamber efendimiz arkadan Hz. Ali’yi gönderdi. Hz. Ali de bu ayetleri Mina’da hacca gelenlere okudu. Artık bundan sonra müşrikler hac ibadetini yapamayacaklar diye ilan etti. Ve Müslümanlara karşı o üç kırmızıçizgiyi aşmış olan, savaş suçu işlemiş kişilere de dört ay daha müsaade verildi. Bakın bir yıl müsaade verilmiş, artı dört ay. Ne yapar? On altı ay.
Bu süre içerisinde istediğiniz yere gidin ya da Müslüman olun. Ha bu süre bittikten sonra… Buradaki haram aylar bizim klasik bilgilerimizde olan haram ayları değildir. Yani Zilkade, Zilhicce, Muharrem, Recep ayları değil. Bu ayette o Mekkeli müşriklere tanınan dört aydır. Yani dört ay serbest bırakılmış, istedikleri gibi davranacaklar.
O süre bitiminde “Fe izânselehal eşhurul hurum” “O haram ayları bittiği zaman”, “faktulûl muşrikîn” Burada elif lamlı, el muşrikîn. Arapça bilen arkadaşlarımız var burada, gayet iyi bilirler. El muşrikîn demek, o müşrikleri demektir. “O müşrikleri nerede bulursanız öldürün.” Bütün müşrikleri değil, o müşrikleri. Yani antlaşmayı bozmuş, savaş suçu da işlemiş ve kendilerine de on altı ay süre tanındığı halde hâlâ uslanmamış. İsterlerse başka tarafa gitmelerine de hiçbir mani yok, yani çekip gidebilirler. Ona da imkân veriliyor.
Ama elinizdeki meallere bir bakın. Bakın ki nasıl meal vermişler. Şimdi, hepimizde bulunan ya da çoğumuzda bulunan bir Kur’an-ı Kerim meali var. Ben okuyayım. Çoğunuzda o var. O mealden olmayanlar okuyabilirler.
“O haram olan aylar çıktı mı, artık diğer müşrikleri nerede bulursanız öldürün.” Diğer müşriklerle, o müşrikler aynı kavram mı? Ne oldu ayetin manası? Bitti… Ayetin manası bitti. Ayet bitti. Bitti ayet. Tam derse döndü iş. Şimdi yukarıdan itibaren okuyalım ayeti. … itibaren. Olayı tam olarak kavramış olalım.
“Berâetun minallâhi ve resûlihî ilâllezîne âhedtum minel muşrikîn.” “Müşrikler içerisinde antlaşma yaptıklarınıza Allah ve Resulünden bir ültimatomdur.” Yani artık sizinle bir ilişkimiz kalmamıştır diye bildiriliyor. “Fesîhû fil ardı erbeate eşhur” “Şimdi bu topraklarda…” Artık Müslümanların eline geçti ya her taraf. “dört yıl serbestçe dolaşabilirsiniz.” Şey pardon, dört ay, evet iyi gördünüz bak. O da benim hatam oldu işte. Dört ay dolaşın.
“va’lemû ennekum gayru mu’cizîllâh” “Şunu da kafanıza yerleştirin ki siz Allahı aciz bırakamazsınız.” Yani boşuna mücadele ediyorsunuz. İşte görüyorsunuz her şeyinizi kaybettiniz. Sekiz sene evvel canlarını zor kurtaran Müslümanlar şimdi geldi sizin ülkenizi elinizden aldılar. Daha ne bekliyorsunuz? “ve ennallâhe muhzîl kâfirîn.” “Şurası da kesin Allah kâfirleri perişan eder.”
“Ve ezanun minallâhi ve resûlih” “Allah ve Resulü tarafından yapılmış bir duyurudur bu”, “ilân nâs” “insanlara”, “yevmel haccıl ekber” “haccı ekber günü” yapılan bir duyuru. Çünkü iki türlü hac vardır. Birisi umre, ona haccı ashar deniyor. Birisi de bizim hac dediğimiz şey, o da haccı ekber. Yani Müslümanların hac yaptığı gün. Hz. Ali gidip o gün çünkü ilan etmişti. Herkes Mekke bölgesinde aynen bugünkü gibi, o zaman müşrikler de hac için geliyorlardı. Aynı tarihte geliyorlardı. Müslümanlarla birlikte ilk haclarını yaptılar karma olarak.
“ennallâhe berîun minel muşrikîne” “Allah müşriklerden uzaktır.”, “ve resûluhu” “Elçisi de.”, “fe in tubtum fe huve hayrun lekum” “Tevbe eder, vazgeçer, inanırsanız sizin hayrınıza.”, “ve in tevelleytum” “Ama yüz çevirirseniz.” Biz bildiğimizi yapacağız derseniz, “fa’lemû ennekum gayru mu’cizîllâh.” “Şunu çok iyi bilin ki siz Allahı aciz bırakamazsınız.”, “ve beşşirillezîne keferû bi azâbin elîm.” “O kâfirleri acıklı bir azapla müjdele.”
“İllâllezîne âhedtum minel muşrikîn” “Ama antlaşma yaptığınız müşrikler hariç.” Yani o müşriklerden, yukarıda anlatılan müşriklerden… Onlarla da antlaşma yapılmıştı. Ama bunlar, “summe lem yankusûkum şey’en” “Yaptığınız antlaşma şartlarından hiçbir şeyi eksik etmemişler.” Şarlara uymuşlar. Yani bir kısmı şartları yerine getirmemiş, antlaşmayı bozmuşlardı. Bir kısmı da antlaşmaya uymuş. Antlaşmaya uyanlar hariç.
“ve lem yuzâhirû aleykum ehaden” “Hiç kimseye de sizin aleyhinize destek vermemiş kişiler hariç.”, “etimmû ileyhim ahdehum ilâ muddetihim” “Siz bunlara karşı üstlendiğiniz taahhüdü…” Yani onlara karşı üstlendiğiniz görevi “… süresinin sonuna kadar yerine getirin.” Yani onlar antlaşmayı bozmadılarsa siz de onlara karşı görevinizi yapın. “innallâhe yuhıbbul muttekîn.” “Allah muttakileri sever.”
İşte buradan itibaren “Fe izânselehal eşhurul hurum” “Haram aylar çıkınca”, “faktulûl muşrikîn” antlaşmayı bozmuş olan “müşrikleri öldürün.” Yani o müşrikleri. Yukarıda ültimatomun verildiği kişileri öldürün.
Şimdi, benim elimdeki mealde bir kere mana tamamen tersine dönüyor. Çünkü ne diyor. “O haram aylar çıktı mı artık diğer müşrikleri nerede bulursanız öldürün.” Şimdi zamanımızda millet meale de yöneldi. Bilen bilmeyen herkes meal yapıyor. Geçenlerde birisi geldi, Kur’an-ı Kerim okumasını bilmez. Yani gerçekten bilmez. Yani bir Fatiha’yı okutsanız kırk tane yanlışı çıkar. Bir meal yaptım dedi. Tövbe estağfurullah. Ya sen meal nasıl yaparsın? Yok işte, almış işte, nasıl olsa şimdi internet var; hemen indiriyorsun, herkes yapar değil mi?
Ondan sonra biraz oradan, biraz oradan; çocukları da topladım. Çocuklar! Nasıl, anlıyor musunuz bir ayet? Onların anladığı şekle çevirdim. Ondan sonra bir tane de Arapça bilen birisine kontrol ettirdim. O kim?.. O da falanca adam. Ancak talebe olabilecek bir adam yani o kadar. Ondan sonra bastırıyorum. Lafta dinlemiyorlar. Nasıl olsa basım hürriyeti de var. Eh, millet de alıyor, para da kazanılıyor, yaşadı.
Yani şimdi, işte gitti bak. Peki o Amerika’dan yayın yapan televizyonun hahamı haksız mı?.. Sizin meallerde ne yazıyor?
Katılımcılar: Aynısı
Yok yok bunun dışındaki meallerde. Onlar da öyle diyor değil mi?
Bir katılımcı: … (anlaşılmadı)
Öbürlerini… Ne yazıyor? Elmalıdır mutlaka. Kimin?
Bir katılımcı: Hasan Basri
Hasan Basri, ha. Onlar âlim adamlar çünkü. Öbürleri gibi değil. Elmalı da “o müşrikleri” demesi lazım. Var mı Elmalı? Ama Elmalı’nın sadeleştirilmişi değil, hakikisi. Şimdi bir de sadeleştirme furyası çıktı. Ya adamın eserine ne karışıyorsun kardeşim. Bu işte sadeleştirilmişi.
Bir katılımcı: Elmalı sadeleştirilmişi ama Hocam, burada “diğer” derken, “Anlaşma yapmış olduğunuz müşriklerden, sonra size sözlerinde hiçbir eksiklik yapmamış, sizin aleyhinizde hiçbir kimseye arka çıkmamış bulunanlar müstesna.” demiş.
Hangisinde o?
Katılımcı: Elmalınınkinde Hocam. “Diğer” derken onların dışındakiler kastedilmiş oluyor ama sadece ayete baktığımız zaman, o zaman yanlış olabilir Hocam.
Açıklama nerede? Bende yok.
Bir katılımcı: Hocam 4 ile 5’i beraber okursanız “diğer” anlamı bozmuyor. Zaten 4. ayette “anlaşmaya sadık kalanlar” var.
İyi bozmuyorsa…
Bir katılımcı: Onların dışındakileri kastediyor ama … o zaman yanlış olabilir. Sizin dediğiniz gibi yapmasında isabet vardır.
İyi, öyle anlaşılıyorsa çok iyi. Şimdi, bizim birçok mealde de sadece “o müşrikleri” değil “müşrikleri nerede bulursanız öldürün” diye yazar. Şimdi, işin daha berbatı Tevbe suresinin 5. Ayetini Müslümanların gayri müslimlerle ilişkilerinin ana merkezine yerleştirmişlerdir. Bu ayetle kaç tane ayet neshedilmişti? Nerede? Ahmet biliyordu ama… Yahya… Yahya da mı çıktı? Ha, buradasın. Kaç ayetti? İki yüz kırk mı diyordu? Bu ayetle iki yüz küsur tane ayeti neshetmişler. Yani Müslümanların gayri müslimlerle ilişkilerini düzenleyen ayetlerin çoğusunu bu ayetle neshetmişler. Halbuki bu ayet özel bir olayla ilgili bir ayet. Dolayısıyla bu bir gelenek… Yani bu meallere yanlış geçmiş olması gayet normal.
Bir katılımcı: Hocam gayri müslimler zaten Kâbe’yi tavaf etmiyordu ki. Oradaki müşrikler belli müşrikler.
Tabi, Kâbe’yi bütün gayri müslimler tavaf etmiyor. Orada belli olanlar şey yapıyorlar. Antlaşma yapmış olanları da söylüyor orada.
Şimdi 61. sureyi lütfen açalım. Yani zaten bizim bugünkü dersimiz orasıydı. Bugün dersimiz orası. 61. suredeyiz.
(Uyarı geliyor)
60 mı? Neyse 60. suredeymişiz.
Evet, 60. sure. Şimdi önce bu surenin 1. ayetini okuyalım.
Bismillâhirrahmânirrahîm. “Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettehızû aduvvî ve aduvvekum evliyâ” “Benim ve sizin düşmanlarınızı veli edinmeyin.” Şimdi, veli kelimesinin çeşitli anlamları var. Birisini bağlayıcı söz söyleme yetkisine sahip olan kişi. Mesela bir çocuğun velayetini mahkeme birisine verirse, anneye ya da babaya neyse ya da bir başkasına, o şahıs bu çocukla ilgili bazı konularda tek başına karar alma yetkisine sahiptir. O çocuk da ona uyar.
Mesela siz bir çocuğun velisi olarak bir okula gider onu kaydettirirsiniz oraya; sonra idareye gider bir dilekçe verirsiniz, çocuğumu buradan alıyorum falanca okula naklini yaptıracağım dersiniz. Çocuk ağlasa da, zıplasa da, hoplasa da o idare çocuğu değil veliyi tanır. Değil mi İbrahim Bey? Öyle. Çünkü onu bağlayıcı söz söyleme yetkisi vardır o velinin.
Velinin bir anlamı bu. Bir anlamı da içli dışlı olmak. Yani bir şeyin diğerinin hemen arkasından gelmesi. Yani samimi dost olmak. Sırdaş olmak, içli dışlı olmak.
“Benim ve sizin düşmanınız olanları veli edinmeyin.” “tulkûne ileyhim bil meveddeh” “Siz onlara sevgi gösterisinde bulunuyorsunuz.”, “ve kad keferû bi mâ câekum minel hak” “Size gelen gerçeği onlar inkâr etmişlerdir.”, “yuhricûner resûle ve iyyâkum en tû’minû billâhi rabbikum” “Rabbiniz Allaha inandığınızdan dolayı hem Peygamberi hem sizi ülkenizden çıkarıyorlar.” Yani Mekke’de yaşamaz ettiler bunlar. Peygamber efendimiz Mekke’den kaçmak zorunda kaldı. Çünkü öldürülmesine karar almışlardı.
Üç gün biliyorsunuz Taif yolunda bir mağarada saklandı. Ki Taif yoluyla Medine yolu birbirine tam zıttır. Yani mesela İstanbul yoluyla Edirne yolu gibi. Şimdi, herkes Peygamber efendimizin Medine’ye gideceğini biliyor. O da tam Taif yolunda bir mağarada saklanmış. Sevr mağarasında üç gün saklanmış. Çünkü kim onun kellesini getirirse yüz deve alacak. Yüz deve de ciddi bir rakam.
Sonra durum biraz düzelince Medine’ye gidebilmiştir. Dolayısıyla Medine’ye hicret eden Müslümanlar canlarını zor kurtarıyorlardı. Ev eşyası, para, şu bu yani; ha para götürebilirler tabi. Para şey değil ama hafif şeyler ancak alabiliyorlar. Her şeylerini Mekke’de bırakmak zorunda kalmışlar gitmişler.
“in kuntum harectum cihâden fî sebîlî…”. Ha “yuhricûner resûle ve iyyâkum” “Peygamberi ve sizi çıkarıyorlar.”, “en tû’minû billâhi rabbikum” “Rabbiniz olan Allaha inandınız diye.” Sebebi o sadece, başka bir sebep yok. “in kuntum harectum cihâden fî sebîlî vebtigâe merdâtî” “Benim yolumda cihada çıkıyorsunuz. Benim rızamı aramak için çıkıyorsunuz.” Ama “tusirrûne ileyhim bil meveddeh.” “Size bu acıları çektiren bu kişilere karşı bir sevgi saklıyorsunuz içinizde.” Sevgi besliyorsunuz.
“ve ene a’lemu bi mâ ahfeytum ve mâ a’lentum” “Ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim.”, “ve men yef’alhu minkum fe kad dalle sevâes sebîl.” “Sizden kim bunu yaparsa elbette ki doğru yoldan çıkmış olur.”
Şimdi, bundan sonra devam ediyor. Şimdi, Cenab-ı Hak burada bir yasak koydu. Benim ve sizin düşmanlarınız olan kişileri veli edinmeyin, dost edinmeyin kendinize. Çünkü onlar Resulü ve sizi ülkenizden çıkarıyorlar. Suçlarını da söylüyor. Öldürüyorlar demiyor, çıkarıyorlar… Sürgüne mecbur ediyorlar. Şimdi, birisi sizi kendi ülkenizden çıkaracak, malınıza mülkünüze konacak, siz bunu seveceksiniz olacak şey değil.
Şimdi 8. ayete gelelim. “Lâ yenhâkumullâhu anillezîne lem yukâtilûkum fîd dîn.” “Allah size şu konuda yasak koymaz. Din hususunda sizinle savaşmamış”. Yani sizi öldürmeye kalkmamış olan. İnancınızdan dolayı öldürmeye kalkmamış kişi. “ve lem yuhricûkum min diyârikum” “Ve sizi ülkenizden çıkarmamış olanlar.” Demek ki iki tane suç. Mekkeliler çıkarmıştı, bak orada söyledi Allah. Ne dedi? . “yuhricûner resûle ve iyyâkum en tû’minû billâhi rabbikum.” “Resulü ve sizi Rabbiniz Allaha inandığınız için çıkarmışlardı.”
Ama sizi dininizden dolayı öldürmeye kalkmamış, sizi ülkenizden çıkarmamış olanlara karşı Allah yasak koymaz. Az önce okunan yasak bunlarla ilgili değildir. “en teberrûhum” “Onlara karşı iyilik yapmanızı”, “ve tuksitû ileyhim” “Ve onlara karşı adil davranmanızı yasaklamaz.”, “innallâhe yuhıbbul muksitîn.” “Allah herkesin payını veren adil davrananları sever.”
“İnnemâ yenhâkumullâh” “Allah size sadece şu konuda yasak koyar” Yani Allahın koyduğu yasak ya da günün tabiriyle kırmızıçizgiler şunlardır: “anillezîne kâtelûkum fîd dîn” “İnancınızdan dolayı sizi öldürmeye kalkmış olanlar.” O seni inandığından dolayı öldürüyor, başka sebepten dolayı öldürürse değil. İnancından dolayı öldürmeye kalkmış. “ve ahrecûkum min diyârikum” “Sizi ülkenizden çıkarmış”, “ve zâherû alâ ıhrâcikum” “Ve çıkarılmanıza destek vermiş”
Üç tane kırmızı çizgi. Bir, inancımızdan dolayı bizi öldürmeye kalkmış; iki, ondan dolayı bizi ülkemizden çıkarmış; üç, çıkarılmamıza destek vermiş. İşte konan yasaklar bunlarla ilgilidir. Üç tane kırmızıçizgiyi çizmiş Cenab-ı Hak.
Şimdi dönelim Mekkelilere. O, tövbe suresinin 5. ayetine muhatap olan Mekkeliler. Bu üç suçtan hangisini işlemişlerdi. Hatta ayeti tamamlayalım, ondan sonra bu soruyu soralım.
“İnnemâ yenhâkumullâh” “Allah size sadece… Size koyduğu yasak sadece şununla ilgilidir”, “anillezîne kâtelûkum fîd dîn ve ahrecûkum min diyârikum ve zâherû alâ ıhrâcikum en tevellevhum.” İşte bu üç tane kırmızıçizgiyi geçmiş olanları veli edinmenizi yasaklar. Dost edinmenizi yasaklar. Demek ki bu üç tane kırmızıçizgiyi geçmiş olanları dost edinemiyoruz. Sadece bunlar.
Peki bunlar bugün evrensel bir suç değil mi? Hangi ülke, hangi insan kendisini ülkesinden sürgün eden kişiyi affeder? Hele inancından dolayı sürgün etmişse. Hangi insan inandığı için kendisini öldürmeye kalkmış bir kişiyi affedebilir? Hangi insan inandığından dolayı ülkesinden sürgün edenlere destek verenleri affedebilir? Böyle bir şey olur mu? Bunlar uluslararası savaş suçu değil midir bugün? Değil midir? Dünyanın her yerinde geçerli bir suçtur.
İşte bunlar, Müslümanlar… Yani Kur’an-ı Kerimin koyduğu bunlar. Bizde çok büyük bir hata da şu, bütün Müslümanları bağlayan tek kitap Kur’an olduğu halde insanlar kendi kafalarına göre yorumlar yapar, hükümler koyarlar. Şimdi, bazıları son derece hoşgörülü davranır. E karşı taraf der ki, kardeşim bu senin yorumun mu yoksa başka bir şey mi? Ama siz Kur’an-ı Kerimi okuduğunuz zaman, yeryüzünde ben Müslümanım diyen herkes Kur’anı reddetmediği için, değil mi? Herkes Kur’anı reddetmediği için, o zaman Müslümanların ortak cevabı esasen bu olur. Kur’ana göre vermek lazım cevabı. Bu çünkü herkesi ilgilendirir.
“ve men yetevellehum fe ulâike humuz zâlimûn.” “Kim bu üç kırmızıçizgiyi aşan kişileri kendisine veli edinirse işte onlar zalimlerdir.” Onlar yanlış yapmış olur. Onlarınki kötü…
Şimdi, Mekkeli müşriklerle ilgili inen o ayet, “Haram ayları çıktığı zaman onları nerede bulursanız öldürün.” ayeti kerimesi indi. Bunlar bu üç kırmızıçizgiden hangisini çiğnemişlerdi Mekkeliler? Efendim? Üçünü de… Nasıl? Bir kere Müslümanları oradan çıkardılar. Bazıları da çıkaranlara destek verdi. Bu tamam. Peki öldürmeye kalkma işi?
Bir katılımcı: Bizatihi Peygamberimizi öldürmeye kalktılar.
Hı. Ya bunlar Bedir Savaşı’nı niçin yaptılar? Onları öldürmek için yaptılar değil mi? Uhud Savaşı’nı niçin yaptılar?.. Şimdi, Müslümanlar Mekke’den Medine’ye hicret ettikleri için hukuken Mekkeliler onları kaçkın sayıyorlardı. Yani şimdi uluslararası hukukta bir ülkede suç işleyip başka ülkeye kaçanları o ülke ne yapıyor? Geri istiyor. İşte Mekkeliler de Medinelilerden Müslümanları geri istediler. Onları bize geri verin dediler.
Yani Peygamber efendimiz Medine’de… Görünürde diyorsunuz ki, geldi… Biz de diyoruz her zaman, anlatıyoruz; geldi oranın hâkimi oldu. Oldu ama hukuken olmadı. O kendi zekâsıyla, becerisiyle hâkimiyeti kurdu. Bir fiili durum meydana getirdi. Yoksa kimse onu devlet başkanı falan seçmedi. O fiili durum Medine’deki dağınıklıktan istifade ederek, değişik grupları bir antlaşma etrafında birleştirdi. O birleştirmeyi o yaptığı için fiilen o işin lideri oldu. Yoksa oradaki statüsü kaçkındı. Onun için de Mekkeliler Medine’nin ileri gelenleriyle irtibat kuruyorlar, diyorlar ki, bizim kaçkınları bize verin. Onlar da nasıl versinler?
Şimdi, dövüşüyorlarmış iki kişi, birisi diğerine demiş ki, ula sen de ona bir yumruk vursana, dikine duramayrum ki demiş. Dikine durabilse vuracak ama dikine duramayır ki vursun.
Şimdi, Medinelilere diyorlar ki, bunları gönderin. Nasıl gönderelim? Gönderecek halleri yok ki. İşte, şeyde Uhud’a gelişleri Medinelilere ceza vermek için gelmişlerdi. Baskın yapacaklar ve şehri yağmalayacaklardı. Siz misiniz bizim kaçkınları göndermeyen?.. Sonra tüm Araplar birleşerek Hendek Savaşı’nı yaptılar. Tüm Medine’yi yok etmek için geldiler orada. Kaçkınları istiyorlardı.
Dolayısıyla bunlar bu savaş suçlarının üçünü de işlediler. Peki Müslümanlar ne yaptı? Peygamber (s.a.v) Mekke’yi fethederken her koldan şehre girdi. Öyle bir plan yaptı ki, Mekkeliler hareket etmesinler. Mekkelileri tamamen etkisiz hale getirdi. Kimsenin burnunun kanamasına müsaade etmeden Mekke’ye girdi. Bir iki küçük olay meydana gelmişti o kadar. Herkes büyük bir tedirginlik içerisindeydi ne olacak diye. Peygamber efendimiz işte Mekke’nin önde gelenlerinden, askeri işlerine bakan başkomutan Ebu Sufyan’a bir paye verdi. Kim Ebu Sufyan’ın evine giderse kurtulmuştur dedi.
Şu büyük siyasete bakın. Ebu Sufyan zaten Mekke’ye hâkim bir kişi. Ona itibar veriyorsunuz. Onu tutuklamıyorsunuz. Amerika girdi şeye. Irak’a. Saddam’ı tutukladı. Yahu Osmanlı girseydi Saddam’ı hiçbir şekilde tutuklamazdı. Osmanlı öyle yapıyordu. Oraya Saddam’ı bırakır geri gelirdi. Tarihe bakın görürsünüz. Bu Peygamberimizin siyasetidir. Çünkü o ilişkiler ağını en iyi o bilir. Ben onu kendime bağladım mı bitti. En kısa süre içerisinde devlete hâkimiyeti kurarsınız dönersiniz geriye.
Kim Kâbe’ye sığınırsa dedi dokunulmayacak. Kim kendi evine girerse dokunulmayacak. Daha ne oldu ki yani? Ne demektir? Sizin hiç birinize dokunmayacağız. Mekke’yi fethettikten sonra herkes toplandı işte, sen bize nasıl muamele edeceksin? Hepiniz hürsünüz, serbestsiniz, istediğiniz gibi davranabilirsiniz dedi. Ne bir tutuklama, ne şu, ne bu, hiç bir şey yok. Peygamberimiz de öyle yaptı Mekke’de.
İşte o olaydan on altı ay sonra o en başta okuduğum ayeti kerime indi. Yani Mekkeliler o üç kırmızıçizginin üçünü de çiğnemişler dolayısıyla cezayı hak etmişlerdi.
Şimdi çaylarımızı içelim, saat sekizde burada tekrar toplaşalım. O zaman da asıl karikatür krizine esas olan konulara bakacağız. Peygamber (s.a.v)e karikatür kriziyle kıyas kabul etmeyecek derecede yapılan ağır hakaretlere nasıl cevap verdiğini göreceğiz Kuran-ı Kerimin… Peygamberimizin… Tabi ki Peygamberimiz de Kuran-ı Kerimi şey yapıyor.
Kur’an nasıl cevap vermiş. Bakalım ki bugün kendisine hür dünya denen dünya bu seviyeyi hayal edebiliyor mu. Onların hayalleri yetişebiliyor mu buna. Onu göreceğiz.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Şimdi de şöyle iki sayfa çevirin. Munâfikûn suresi diye bir sure çıkacak. Münafıklarla ilgili bir sure adı üstünde. Münafık kime deniyordu? İkiyüzlülere. Yani Müslüman gözüküyor ama Müslüman değil. İçten inanmıyor. Ona münafık denir.
Bismillâhirrahmânirrahîm. “İzâ câekel munâfikûne kâlû neşhedu inneke le resûlullâh.” Biz bunu, bu ayeti, bu sureyi daha sonra detaylı olarak okuyacağız. Onun için ben şimdi özet olarak konumuzla ilgili kısmını sadece şey yapacağım. Biraz detaylandıracağım. Ama konudan haberdar olmak için baştan okuyoruz. “Sana münafıklar geldiği zaman (ya Muhammed) neşhedu inneke le resûlullâh derler.” Yani şuna biz şahidiz, tanığız sen gerçekten Allahın elçisisin.
Peygamberimize geliyorlar. “Eşhedu inneke le resûlullâh.” “Ben şahitlik ederim ki” diyor. Ya da hep beraber, “Neşhedu inneke le resûlullâh.” “Biz şahidiz sen gerçekten Allahın peygamberisin” derler.
“vallâhu ya’lemu inneke le resûluh” “Allah biliyor ki sen gerçekten Allahın elçisisin.”, “vallâhu yeşhedu innel munâfikîne le kâzibûn.” “Ama Allah şahit ki bu münafıklar yalan söylüyorlar.” Yani senin peygamberliğini kabul etmedikleri halde böyle diyorlar.
“İttehazû eymânehum cunneten” “Yeminlerini kendilerine bir kalkan edinirler.”, “fe saddû an sebîlillâh” “O yeminin arkasından sıvışırlar.” Allahın yolundan ayrılırlar. Ya da başkalarını saptırırlar manasına da verilebilir. “innehum sâe mâ kânû ya’melûn.” “Ne kötü iş yapıyorlar.” “Yaptıkları şey ne kötüdür.”
“Zâlike bi ennehum âmenû summe keferû” “Bu şundan dolayı, onlar önce inandılar sonra kâfir oldular.” İnanmak gerçekten çok kolaydır. Çünkü İslam hiçbir insanın ret edemeyeceği inanç esaslarını içerir. Yani Müslüman olmak gerçekten çok kolay bir iştir.. Ama zor olan Müslüman kalmaktır. Şimdi, adam alışkanlıklarını bırakması lazım; her sabah namaz kılacaksın, öğlende kılacaksın, ikindi, akşam, yatsı, ooo bitmek bilmiyor. Her gün her gün. Adam bunun zevkine varmadıysa zor gelecek tabi.
İçki içmeyeceksin, zina etmeyeceksin, yalan söylemeyeceksin, hırsızlık yapmayacaksın falan. E tamam, bunlar böyle çok güzel ama yani kardeşim işte falan… Sonra, bir müddet sonra kıyısından köşesinden… Ondan sonra bakarsınız ki, şu da ne olacak, işte efendim namaz kılmasam ne olur, işte günahtır Allah affeder. Şunu yaparım affeder, bunu yaparım affeder. Sonra yeni bir kimlik kazanmaya başlar. Artık birçok şeye inanmamaya başlar ama kendini mümin göstermesi gerekir o toplumda yaşaması sebebiyle. Ama kendinin mümin olduğunu da zannedebilir. Samimi olarak kendini iyi bir Müslüman da zannedebilir. Bu da olabilir.
Şimdi, burada anlatılan münafıkların durumu farklı. “Zâlike bi ennehum âmenû summe keferû” “Bu şundan dolayı, önce onlar inandılar sonra tanımazlık ettiler kâfir oldular.” “fe tubia alâ kulûbihim” “Sonra kalplerinin üzerinde yeni bir yapı oluşturuldu.”, “fe hum lâ yefkahûn.” “Artık onlar anlamazlar.” Çünkü kendilerine göre bir dünya kurdular. Artık Allahın koyduğu helal haramların dışında kendi koydukları helal haramları var. Kendileri yön veriyorlar dine.
“Ve izâ reeytehum” “(Ya Muhammed) sen onları gördüğün zaman”, “tu’cibuke ecsâmuhum” “Onların görüntüleri seni hayran bırakır.” Giyimleri, kuşamları böyle oturmaları, kalkmaları, edep var, her şey var, gayet bilgili insanlar. “ve in yekûlû tesma’ li kavlihim” “Konuşmaya başladıkları zaman da sözlerine kulak verirsin.”, “ke ennehum huşubun musennedeh” “Ama onlar sanki duvara dayalı kütükler gibidir.” Siz o görüntüye bakmayın içlerinde hiçbir şey yoktur.
“yahsebûne kulle sayhatin aleyhim” “(Yalancı oldukları için her an yalanlarının ortaya çıkacağından korkarlar. ) Nerede bir ses duysalar kendi aleyhlerine hesap ederler.”, “humul aduvvu” “Asıl düşman onlardır.” Çünkü dost görünüyorlar. Camiye geliyorlar, namaz kılıyorlar, Müslüman gibi davranıyorlar. Hatta çok iyi Müslüman gibi davranıyorlar. Müslümanlık onlardan sorulur (!). “kâtelehumullâh” “Allah onları kahretsin.”
(“fahzerhum” hatırlatılıyor)
Ha “fahzerhum” bir yeri atlamışım. “Onlardan kaçın.”, “kâtelehumullâh” “Allah onları kahretsin.”, “ennâ yû’fekûn.” “Nasıl da çevriliyorlar.” Ya da nereden bu yalan kendilerini kaptırıyorlar.
Bakın Peygamberimiz bile hayran kalıyor. Onların içini bilseydi böyle hayran hayran dinler miydi onları? Konuşmalarından hoşlanır mıydı? Yani kendilerini çok güzel kamufle edebiliyorlar.
“Ve izâ kîle lehum teâlev yestagfir lekum resûlullâh.” Hani bunların yaptıkları pisliklerden dolayı “Dense ki gelin Allahın resulü sizin için Allahtan bağışlanma istesin.” Gidelim tevbe edin. “levvev ruûsehum ve reeytehum yesuddûne ve hum mustekbirûn.” Böyle olduğu zaman başlarını bükerler, bir şey de söylemezler, hemen tabana kuvvet giderler. Çünkü durumlarının bilinmesini istemezler. Çünkü kendilerini de büyük görürler, kibirlidirler.
“Sevâun aleyhim estagferte le hum em lem testagfir lehum” “Onlar için fark etmez ister onların bağışlanmasını iste, ister isteme (ya Muhammed)”, “len yagfirallâhu lehum” “Allah onları hiçbir zaman affetmeyecektir.” Yani Peygamberimiz otursa istediği kadar dua etse bile Allah bağışlamayacak. “innallâhe lâ yehdîl kavmel fâsikîn.” “Çünkü Allah yoldan çıkmış olanları yola getirmez.” Kişi kendisi yola gelmek isteyecek ki Allah getirsin. Allah kimseyi zorla yola getirmez.
“Humullezîne yekûlûne”…
Şimdi, bunların içerisinde Abdullah bin Ubey bin Selûl adında birisi vardı. Bu şahısın Medine’nin iki kabileden, yani iki büyük kabilesinden birisinden babası birisinden annesi. Akıllı, gösterişli, yakışıklı, iri yarı bir adam. Medineliler bunu başlarına reis yapmak için anlaşmışlardı. Peygamber (s.a.v) Medine’ye gelince bunun reisliği suya düşmüştü. Dolayısıyla Peygamber efendimizin en ciddi siyasi rakibiydi. Önce Müslüman oldu sonra Müslümanlık ona ağır geldi tabi. Müslüman göründü. Ve çevresinde de onu destekleyen büyükçe bir grup vardı. İşte, Uhud Savaşı’na gittiler dokuz yüz küsur kişi. O üç yüz kişi ile savaş meydanından geri kaçtı. Bakın savaşta Peygamber efendimizi yalnız bıraktı. Büyük bir suç değil mi? Çok büyük bir suç. Ondan dolayı bir ceza görmedi ama.
Burada şuna dikkatlerinizi çekmek isterim, Peygamber (s.a.v) o büyük başarıyı hayal edilemeyecek kadar zor şartlar altında elde etmiştir. Yani onun bulunduğu şartları dikkatle incelerseniz, o şartlarda bu başarı elde edilebiliyorsa, biz bu şartlarda daha büyüğünü elde etmeliyiz dersiniz. En kötü şartlarda en büyük başarıyı göstermiştir.
“Humullezîne yekûlûn” “Onlar şöyle diyorlar”…
Bir savaş dönüşü bir Müreysi suyu denen bir kuyunun başında Hz. Ömer’in hizmetçisi geliyor. Kuyudan su alacak. Abdullah bin Ubey bin Selûl ve arkadaşları orada kendi aralarında suyun yakın bir yerinde sohbet ediyorlar. Hz. Ömer’in adamıyla Abdullah bin Ubey bin Selûl’un adamı, işte kuyudan önce ben su çekeceğim sen çekeceksin diye aralarında sürtüşme oluyor. Hz. Ömer’in adamı buna bir tokat indiriyor. Abdullah bin Ubey bin Selûl yani münafıkların reisi diyor ki, besle kargayı oysun gözünü. Hım biz bu adamlara kucak açtık, memleketimize kabul ettik. Bunları hiç kimse kabul etmiyorlardı. Baksana şimdi bizim adamlarımızı dövmeye başladılar. İyi vallahi.
Orada şunları söylüyor: “lâ tunfikû alâ men inde resûlillâhi hattâ yenfaddû.” “Şu Allahın Peygamberinin etrafında bulunan bu adamlara bir şey vermeyin, aç kalsın dağılsınlar.” Onlar doyuruyorlarmış (!). “ve lillâhi hazâinus semâvâti vel ardı ve lâkinnel munâfikîne lâ yefkahûn.” “Göklerin ve yerin hazineleri Allahındır onların değil ki. Ama bu münafıklar anlamazlar.”
Bir de şöyle söylemişti: “Yekûlûne le in reca’nâ ilel medîneti le yuhricennel eazzu min hel ezel.” “Hele bir Medine’ye dönelim, izzetli ve şerefli olan o en hakir ve en zelil olanı oradan mutlaka çıkaracaktır.” İzzetli ve şerefli olan kim? Abdullah bin Ubey bin Selûl, kendisi. En hakir ve en zelil olan kim? Peygamberimiz. Bakın Kur’anla sabit olan bir ayet. Hele Medine’ye dönelim, izzetli ve şerefli olan zelil ve hakir olanı tabi ki oradan çıkaracak. Onları kovacağız, sürgün edeceğiz.
“ve lillâhil izzetu ve li resûlihî ve lil mû’minîn” “İzzet ve şeref Allahındır, Allahın Elçisinindir ve Müminlerindir.”, “ve lâkinnel munâfikîne lâ ya’lemûn.” “Ama münafıklar bunu bilmezler.”
Şimdi, Abdullah bin Ubey bin Selûl bu sözü söylerken orada Zeyd bin Erkam, daha genç yaşlarda bir çocuk, on iki yaşlarında; bu sözü duyuyor. Hemen çıkıyor karşısına “Sensin zelil ve hakir olan, izzetli ve şerefli olan Peygamberimizdir.” diyor. Hemen… Çocuk çocuk sen yanlış anladın, ben öyle bir şey söylemedim. Bunlar çok da korkaktırlar. Yapma falan…
Hemen gidiyor, Peygamber (s.a.v)in çadırına. Ya Resulallah Abdullah bin Ubey bin Selûl böyle söyledi diyor. Peygamberimiz hemen Abdullah’ı çağırtıyor. Savaş dönüşü, yani nazik bir zaman. Abdullah diyor ki, hayır ya Resulallah ben öyle şeyler söylemedim bu çocuk kendiliğinden uyduruyor. O da, vallahi söyledi ya Resulallah. Peki şahidin var mı? Yok. Peki o zaman. Amcası geliyor, oğlum ne yaptın? Bizi rezil ettin Peygamberimizin yanında diyor. O da tabi çok üzülüyor.
Peygamber efendimizin meclisinde bazı Müslümanlar kalkıp diyorlar ki, ya Resulallah Abdullah bizim şeyhimiz, bizim büyüğümüzdür. Siz Medine’ye gelmeden önce biz bunu aramızda reis seçmiştik, kral yapacaktık. Ama siz geldiniz kaldı. Onun için lütfen bir çocuğun sözüyle ona bir ceza vermeyin diyorlar. Peygamberimiz (s.a.v) öğlen sıcağında hareket emri veriyor. Asker yola çıkıyor Medine’ye doğru. Çünkü fitne yayılmadan millet gidecek.
Şimdi, Zeyd bin Erkam da öyle bir üzüntü içerisindeki en önde koşuyor, kimseyi görmek istemiyor. Peygamberin yanında yalancı çıkmış ya, zoruna gitmiş. Koşuyor. Amcası da, yavrum ya evladım ne yaptın falan demiş. Yolda bu sure iniyor. İnince Peygamber efendimiz (s.a.v) arkadan yetişiyor Zeyd’in kulaklarını tutuyor. Dönüyor, Allah diyor bu kulakların doğru işittiğini tasdik etti diyor. Allaaah, artık Zeyd’in keyfine keyif uyar mı? Bu defa zevkinden koşmaya başlıyor. Demek ki duyduklarım doğruymuş…
Şimdi, bakın buraya kadar münafıkların ne kadar kötü tavır içinde oldukları anlatıldı. Onlara karşı bir eylemden bahsedildi mi? Eylem yok. Bir fili durum söz konusu değil. Alın, şöyle yapın, şu cezayı verin yok. Bakın şeyde, Müslümanlara karşı o üç kırmızıçizgiyi çiğneyenlerin öldürülmesi kararı var değil mi Tevbe suresinde. Ama bunlara karşı hiçbir eylem yok. Çünkü bunlarınkisi fikir mücadelesi. Adam inanmıyor, öyle söylüyor. En zelil ve en hakir diyor.
Şimdi, Hz. Ömer orada diyor ki Peygamber efendimize o çadırda, ya Resulallah bırak şu münafığın kellesini uçurayım diyor. Bırak ya Ömer diyor, o bizim yanımızda kaldığı sürece bizden sadece izzet ve ikram görecektir. İyilik görecektir. Biz ona hep değer vereceğiz diyor.
Şimdi, fikir hürriyetinin doruk noktası değil mi bu? Yani bunu Avrupalı hayal edebilir mi? Böyle bir şeyi?.. Savaş sırasında komutan aleyhine söylenen bu ağır söz. İşte Kur’an ayetleri bakın hiçbir fiili tavırdan bahsetmiyor değil mi? Var mı? İşte önünüzde Kur’an-ı Kerim. Zaten bundan sonraki ayetlerde konu değişiyor.
Sonra, Abdullah bin Ubey bin Selûl’un bir oğlu var, onun da adı Abdullah. Duymuş bunu. Sure de inince tabi çok üzülmüş. O samimi bir Müslüman. Peygamberimize gelip diyor ki, ya Resulallah babamın size karşı çok kötü sözler söylediğini duydum. Bütün Ensar bilir, yani Medineliler, Medine’de babasına karşı benden daha saygılı bir genç yoktur. Eğer babama bir ceza vereceksen, lütfen o cezayı ben kendi ellerimle vereyim. Bana müsaade et. Çünkü diyor, eğer bir Müslüman kardeşim babamı cezalandırırsa belki dayanamam ona kötü bir hareket yaparım diyor.
Peygamberimiz diyor ki hayır, baban bizim yanımızda kaldığı sürece izzet ve ikram görecektir. Sadece iyilik görecektir bizden. Fakat Abdullah’ın o kadar ağırına gitmiş ki babasının tavrı, tabi ordu gidiyor, Medine’ye girişinde gitmiş babasının önünü kesmiş çekmiş kılıcını; babası bakıyor, bu kadar saygılı çocuğa bak bana kılıç çekiyor, kelleni uçururum diyor babasına. Allah Allah bu ne ya? Oğlum sen ne yapıyorsun? Sen çok saygılı bir çocuksun. Yo diyor, şerefsiz olan benim, şerefli ve izzetli olan Allahın Resulü ve Müminlerdir demedikçe seni buradan bırakmam diyor. Ya kelleni uçuracağım ya da o sözü söyleyeceksin.
Yapma oğlum, etme falan. Bir türlü söylemek istemiyor. Bunu gören Müslümanlar gelip Peygamberimize haber veriyorlar. Peygamberimiz derhal Abdullah’ı çağırıyor. Bırak babanı gitsin diyor. Dokunma diyor. O bizden sadece izzet ve ikram görecektir. Sonra Abdullah Medine’ye giriyor.
Şimdi soru; imtihan ediyorum, birinci soru: Abdullah bin Ubey bin Selûl üç kırmızıçizgiden hangisini çiğnemiş oldu? Hiç birini. Sadece sözlü propaganda yaptı değil mi? Sataşma yaptı. Peki onun yaptığı fiille Danimarka’daki karikatürü karşılaştırırsanız hangisi daha ağır? Orada Müslüman olduğunu söylüyor üstelik değil mi? Ve savaş sırasında.
O zaman, yapılacak şey şudur. Bu insanlara diyeceğiz ki, kardeşim madem biz bu toprakları birlikte paylaşıyoruz… Bakın Danimarka’da Müslümanlar var. Avrupa’da bazıları yirmi beş milyon diyor, bazıları elli milyon diyor Müslüman yaşıyor. Tamam, sağ olun; siz bu insanlara can güvenliği, mal güvenliği teminatı veriyorsunuz, içinizde yaşamalarına müsaade ediyorsunuz. Bundan dolayı size teşekkür ederiz, sağ olun.
Yani üç kırmızıçizgiden hiç birisini çiğnemediğiniz halde ayrıca ev sahipliği de yapıyorsunuz bunlara. İş veriyorsunuz, aş veriyorsunuz. Tamam, teşekkür ederiz. Ama madem bu hayatı birlikte yaşayacağız, o zaman birbirimize saygı gösterelim. Sen bu insanın dinine söversen bu da kalkar senin dinine söver ve büyük bir kargaşa çıkar. İnsanlara hakim olamazsınız. Değil mi? Madem paylaşıyoruz…
Aslında saygı kelimesi de yanlış. Bakın Kur’anda onların inançları, yani münafıkların inançları en sert bir şekilde eleştirildi mi? Değil mi? Eleştirildi. Ama eylem yok. Eleştiri yap. Eylem yok. Birbirimize katlanacağız. Peygamber efendimiz şeye saygı mı gösteriyordu? Abdullah bin Ubey’e. Ama katlanıyordu. Katlanma başka bir olaydır saygı başka bir olaydır. Ben sevmediğim, reddettiğim bir inancın sahibine nasıl saygı gösteririm? Saygı gösteriyorum dersem zaten bunda bir samimiyetsizlik olur. Ama kardeşim ben sana katlanmak zorundayım dersem o başka bir şey.
Görüyor musunuz? Şimdi bu hoşgörünün, müsamahanın doruk noktası. Şimdi, bütün bu ayetler bırakılıyor, Müslüman gayri müslim ilişkilerinin merkezine Tevbe suresinin 5. ayeti yerleştiriliyor. Bunlar sizi nerede bulurlarsa öldürecekler, aman ha dikkat edin! Ya kardeşim, o üç kırmızıçizgiyi çiğneyen insanlar ile ilgilidir. Sizi inancınızdan dolayı öldürmeye kalkmış, ülkenizden çıkarmış, çıkaranlara destek vermiş kişilerle ilgilidir. Onun dışındakilerle ilgili değil.
İşte onun dışında bakın en ağır hakareti de yapmış adam. Ortam da son derece müsait. Ama Allah müsaade etmediği için Peygamber efendimiz Abdullah bin Ubey bin Selûl’un orada serbestçe yaşama hakkını müdafaa etmiştir. Değil mi?
(Burada Enes Hoca bir şey söylüyor)
Ha tabi, Peygamberimize sihirbaz, yalancı, efendim cinlenmiş, neler söylemediler. Kur’an-ı Kerimde var bunlar. Hepsi var bunların Kur’an-ı Kerimde. Zaten başka şekilde olmaz ki.
Şimdi, bizim kitaplarımızda bir de şu vardır. Bir insan dininden dönerse öldürülür. Bir de bir hadis uydurmuşlar “Kim dinini değiştirirse onu öldürün.” Peki bir Hıristiyan Müslüman olduğu zaman dinini değiştirmiyor mu? O zaman öldürelim onu öyleyse. Ondan sonra da demişler ki… Tabi Müslüman kâfir olursa öldüreceksin. Ha, dinini değiştiren kadınsa öldürülmez demişler. Bu “men” değil mi? Bu “kişi” değil mi?
Peki deliliniz ne? Hanefilerin delili neydi Enes Hoca? Fetih suresindeki ayet değil miydi? Sen bulmuştun. Ben de gördüm onu şeyde. Bedaius Senai diye bir Hanefilerin meşhur bir kitabı vardır. Delilleri ne bakın. Yani suç bizimkilerde kardeşim. Biz bütün kitaplarımızı baştan aşağı yenilemek zorundayız. Onun için hep birlikte gayret gösterelim. Bundan sonra inşallah unutmazsak her derste şunu tekrarlamak istiyorum. Bir kere her biriniz evinizde Kur’an meali açın eşinizle, çoluk çocuğunuzla, efendim neyse kimle olursa olsun bir iki ayet okuyun her akşam. Muzzemmil suresini bir ilk önce okuyun.
Muzzemmil suresi kaçıncı sureydi numara olarak? 73. sure. Bu sureyi dikkatle okuyun ve iyice hazmedin lütfen. Bir de şunu yapalım. Ülkemizde çeşitli tarikat ve cemaatler var. Şimdi burada Bekir Bey var. Karşı’dan geliyor. Onun işyerinde yakın zamana kadar arkadaşları toplaşıyor ve bir kitap okuyorlardı. Şimdi, belki bir iki ay oldu, belki ne kadar oldu Kur’an-ı Kerim okunuyor. Ne kadar zamandan beri Bekir Bey? Kur’an-ı Kerim okunmaya başlayalı?
Bekir Bey: Kur’an-ı Kerim zaman zaman okunuyordu. Ama arada başka … falan da okunuyordu, başka eserler de okunuyordu. Son tamamen son bir yıl veya işte dokuz ay gibi…
Dokuz aydır, tamam. Şimdi, aynen onun gibi. Yani insanlara tarikatını bırak, cemaatini bırak, bilmem şusunu bırak, busunu bırak demektense; tamam kardeşim, sen hangi hocayı seviyorsun, onun etrafında toplaşıyorsan o hocaya söyle sana Kur’an okutsun. Sana ve sizin cemaatinize. Bizzat kendi gözleriyle görsünler; İslam ne, ne hale getirilmiş. Çünkü bu el yordamıyla bir kısım hükümler ortaya koyanlar insanların Kur’an okumasını asla istemezler.
Kur’an okursanız bunları görürsünüz. Onların söyledikleriyle çeliştiğini de görürsünüz. Ondan sonra dersiniz ki bu ne hal, Allah böyle diyor sen böyle diyorsun? Ondan dolayı da siz Kur’andan anlamazsınız demekten başka çare yok. Okuyun anlarsınız diyemez ki. O zaman kendi hataları ortaya çıkacak.
Onun için her derste bunu… Siz de çevrenizde lütfen, yani nazınız geçen kişiler üç beş kişi toplaşsınlar. Bir kişi, iki kişi, üç kişi sayı hiç önemli değil Kur’an-ı Kerim meali okunsun. Allahın sözlerini bir kere duyalım. Efendim yanlış anlarız. Tamam kardeşim yanlış anladığın Allahın kelamı olsun. Zaten bir sürü şeyi yanlış anlamıyor musun? Şu ayette yanlış anlarsan öbür ayet onu düzeltir. Hiç korkma. Çünkü Kur’an-ı Kerimde bir sürü tekrarlar vardır, Allah yarattığını çok iyi biliyor.
Şimdi, 514. sayfayı, Fetih suresinin 16. ayetini açarsanız görürüz. Dinini değiştirenlerin öldürülmesiyle ilgili getirdikleri delil, orayı okuyacağız. 514. sayfa bende. Bazı baskılara göre iki sayfa fark edebiliyor. Fetih suresi 16. ayet. Çünkü bazı baskılarda başta boş bıraktıkları sayfaya da numara veriyorlar. Orada değişiyor numara şeyi.
Burada Allah-u Teâlâ diyor ki, mesela mealden okuyum ben. “O geri bırakılan Bedevilere de ki: ‘Siz ileride şiddetli harp ehli bir kavme çağrılacaksınız. Onlarla muharebe edersiniz yahut Müslüman olurlar. Eğer itat ederseniz o vakit Allah size güzel bir mükâfat verir ve eğer bundan evvel yaptığınız gibi aksine giderseniz size acı bir azap ile azap eder.”
Şimdi, savaşmak insanları Müslüman etmek için olmaz. Yani çekiyorsunuz kılıcı, kâfir Müslüman ol diyorsunuz; adam da bakıyor hakikaten bu adam kesecek, tamam oldum… Hani anlatırlar, Yeniçeri çekmiş hançeri kâfir ya Müslüman ol ya da seni öldürürüm. Tamam Müslüman olacağım, ne yapayım? Düşünmüş düşünmüş, valla ben de bilmiyorum demiş.
(Gülüşmeler)
Şimdi, bizim Erzurum için anlatırlar. Anarşinin çok yaygın olduğu dönemde Kars’tan gelen otobüsleri Erzurum’da kesiyorlarmış. Milleti indiriyorlarmış, imtihan ediyorlarmış. İslam’ın şartı kaç falan. Birisi Gulhu’yu oku demiş. Peki demiş başlamış okumaya. O da, hele gel bak ki doğru okiyir mi demiş.
(Gülüşmeler)
Öbürünü çağırmış. Hele gel bak ki doğru okiyir mi. Çünkü o da bilmiyor Gulhuvallahu nasıl olduğunu.
Şimdi burada, zorla insanlar Müslüman edilmezler. Savaş insanları Müslüman etmek için yapılmaz. Savaşın kendi özel şartları vardır.
“Kul lil muhallefîne minel a’râbi” “O Araplardan…” Peygamber efendimizle birlikte olmaktan kaçınanlar vardı. Tabi hikâyenin geri kısmını anlatacak değilim. Çok zamanımızı alır. “…Onlara de ki”, “setud’avne ilâ kavmin ulî be’sin şedîdin” “Yakında çok güçlü bir kavme, onunla savaşa çağrılacaksınız.” İşte İran’la veya işte Bizans’la. “tukâtilûnehum” “Onlarla savaşacaksınız.”, “ev yuslimûn” “Ya da onlar teslim olacaklar.” Müslüman olacaklar değil, teslim olacaklar.
Şimdi, ayetin bu kısmını almışlar. “tukâtilûnehum” “Onlarla savaşacaksınız.” Şimdi, Arapça bilenler için, Mehmet Hoca! “tukâtilûnehum”a “taktilûnehum” manası vermişler. Tamam mı? Yani kelimenin kipini değiştirmişler. Yani şeklini değiştirmişler. “taktilûnehum” “Onları öldürürsünüz.” Yukarısını kesmişler. Cümlenin üst kısmını almamışlar. Sadece iki kelimeyi almışlar. O kelimeden de birisinin anlamını değiştirmişler. “taktilûnehum” “Onları öldürürsünüz.”, “ev yuslimûn” “Ya da Müslüman olurlar.” O kısım. Savaş mavaş yok.
Şimdi, başka bir yerden delil bulamamışlar. Kur’an-ı Kerimden, yani uyduracakları bir şey bulamamışlar. Bu ayeti kerimeyi delil getirerek, bir adam dininden çıkarsa öldürülür diyor. Yahu bu ayetin bir alakası var mı? Yani milyarda bir bile ihtimal yok.
Şimdi, Kur’an-ı Kerimde dininden dönenlerle ilgili ayetler var. Mesela bir tanesi Bakara suresindedir. 217. ayet.
“Yes’elûneke aniş şehril harâmi kıtâlin fîh” “Sana haram aylarını, o aylarda savaşmayı soruyorlar.” Belli aylar var. Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep ayları. O aylarda savaş yok. insanlar panayırlar kuruyorlar, alışverişler yapıorlar. “kul kıtâlun fîhi kebîr” “De ki: ‘O aylarda savaş yapmak ağır suçtur.”, “ve saddun an sebîlillâhi ve kufrun bihî vel mescidil harâm” “İnsanları Allahın yolundan engellemek, Allahı tanımamak, Mescid-i Haram’ın kutsallaığını tanımamak ise”, “ve ihrâcu ehlihî minhu” “Mescid-i Haram’ın yani Mekke’nin halkını oradan çıkarmak”, “ekberu indallâh.” Allahın yanında daha ağır bir suçtur.”
“vel fitnetu ekberu minel katl.” “Fitne çıkarmak da adam öldürmekten daha ağır bir suçtur.” Çünkü adam öldürmede bir kişiyi öldürürsünüz fitnede bütün bir toplum gider. Ondan sonra şöyle diyor. “ve lâ yezâlûne yukâtilûnekum” “Bu kâfirler sizinle savaşmaya devam edeceklerdir.”, “hattâ yeruddûkum an dînikum inistetâû.” “Eğer güçleri yeterse sizi dininizden çevirinceye kadar savaşacaklardır.”
Aynı şey Batılılar için de söz konusu. Efendim bunlar bizi dinimizden edecekler, vay şu düşman, bu düşman. Yahu düşmandan dostluk beklemek kadar akılsızlık olur mu? Ya kardeşim adam inanmıyor. Ne Muhammed (a.s)ı Allahın peygamberi sayıyor, ne Kur’anı Allahın kitabı sayıyor. Senin dinini kabul etmiyor sen ondan dostluk bekliyorsun. Yapma Allah aşkına ya. Senin ondan bekleyeceğin üç şey sayıyor Kur’an-ı Kerim; seni inancından dolayı öldürmüyorsa, seni ülkenden çıkarmıyorsa, çıkaranlara destek vermiyorsa onun yapacağı en büyük dostluk o işte. Ondan fazlasını da yapıyorsa sağ olsun diyeceksin. Teşekkür edeceksin.
“ve lâ yezâlûne yukâtilûnekum hattâ yeruddûkum an dînikum inistetâû.” “Güçleri yetse sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşa devam ederler.”, “ve men yertedid minkum an dînihî” “Sizden kim dininden döner, mürted olur, dininden çıkarsa”. Yani Müslümanken kâfir olursa, “fe yemut” “Ve ölürse”. Bak öldürülürse yok. Öldürülme yok. Ölüyor, normal ölüyor. “ve huve kâfirun” “Öldüğü zaman da kâfir olarak ölürse”. Çünkü şimdi dinden çıkmış, yarın tekrar girebilir değil mi? Kâfir olarak ölürse ne olur? “fe ulâike habitat a’mâluhum fîd dunyâ vel âhireh” “Bunların amelleri dünyada da yok olmuştur ahirette de.” Yani bunlar daha yaptıklarının hiçbir faydasını görmezler.
Burada onlara karşı bir eylemden bahsediliyor mu? Öyle bir şey yok. İkinci ayetimiz Mâide suresinden. 55 falan olması lazım. Kaç?
(Burada Enes Hoca bir şey söylüyor.)
Bir dakika dur. 54, Mâide 54. Burada diyor ki Allah-u Teâlâ: “Yâ eyyuhâllezîne âmenû” “Müminler”, “men yertedde minkum an dînihî” “Sizden kim dininden dönerse”, “fe sevfe ye’tîllâhu bi kavmin yuhıbbuhum” E dönerse dönsün diyor Allah. “Allah sizin yerinize bir kavim getirir ki Allah onları sever”, “ve yuhıbbûnehû” “Onlar da Allahı severler.”, “ezilletin alâl mu’minîne eizzetin alâl kâfirîn” “Bunlar Müslümanlara karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı izzetli ve şerefli olurlar.”
Burada da bir eylem var mı dinden dönenlere? E şimdi, siz öyle bir… Tutmuşsunuz dinle siyaseti birleştirmişsiniz. Siyasi amaçlarınız için dini kullanmışsınız. Yeni bir din oluşturmuşsunuz ki bu Allahın dini değil. Allah şimdi de size yardım etmiyor, kâfirlerin ayaklarının altında eziyor. E suçlu kim?
Onun için, tekrar ediyorum; lütfen sizler evlerinizde Muzzemmil suresini okuyun göreceksiniz. Her akşam mutlaka Kur’an okumak gerekiyor. Allah emrediyor. Tek başınıza… Yani mealini okuyacaksınız. Mealsiz değil. Tek başınıza olabilir, eşinizle, çocuklarınızla, ne kadar etrafınıza toplarsanız daha iyi olur. Bir de çevrenizde insanların kendi hocalarının etrafında Kur’an okumalarını sağlamaya çalışın. Bizzat kendileri gözleriyle görsünler. Kendileri gözleriyle görsünler. Böylece dersimizin sonuna gelmiş olduk.