A.Bayındır:
Bismillâhirrahmânirrahîm Elhamdülillâhi Rabbil Âlemîn, Vessalâtü vesselâmü âlâ resulina Muhammedin ve âlihi ve sahbihi ecmaîn
Eûzu billahi mineş-şeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahîm
El kariah
Mel kariah
Ve ma edrake mel kariah
Yevme yekunün nasü kelferaşil mebsus
Ve tekunül cibalü kelıhnil menfuş
Fe emma men sekulet mevazınüh
Fe hüve fi ıyşetir radıyeh
Ve emma men haffet mevazınüh
Fe ümmühu havıyeh
Ve ma edrake mahiyeh.
Narun hamiyeh
Bugünkü dersimiz: Kuran-ı Kerim’in 101. Suresi olan El Kariâ suresidir. Burada Allahütealâ, kısaca meali okuyacak olursak, şöyle buyuyor: Gümbürdeyen… Nedir o gümbürdeyen? O gümbürdeyenin ne olduğunu nereden bileceksin? O gün insanlar dağılmış kelebekler gibi, dağlar da yayılmış renkli yün gibi olur. Kimin tartısı ağır gelirse mutlu eden bir hayata kavuşur. Kimin tartısı da hafif gelirse onun anavatanı da “haviye” olur. “Haviye” nedir? Nereden bileceksin? O kızgın bir ateştir.
Şimdi tekrar Ayet-i Kerime’nin Arapça kısmına geri dönelim. “El Kariah” gümbürdeyen… Bu tabi birbirine vurarak ses çıkaran şey için kullanılıyor. O gün biliyorsunuz gökler yer bütün kâinatın düzeni bozuluyor. Gökler başka gök yer başka yer oluyor. Gökler dürülerek bir kenara konuyor, yer de tüm dağlar un ufak oluyor ve sarsıntılarla eleniyor, sallanıyor. Çukurlar doluyor, denizlerin bir kısmı doluyor. Ve yerin boyu uzanıyor. Yer uzanıyor. Yeryüzü dümdüz hale geliyor. İşte bu sırada müthiş bir gümbürtü oluyor. Müthiş sesler oluyor. Allahütealâ o gümbürtüye dikkat çekiyor, diyor ki: El Karia. Gümbürtü. “Mel kariya,” O gümbürtü nedir? “Vema edrake,” sena kim bildirdi. “Melkaria,” o gümbürtünün ne olduğunu. Üç kere tekrarlanıyor. Önemine dikkat çekmek için. Yani sen onu hayal bile edemezsin. Onu görüp de sana anlatacak kimse de yok. Orada müthiş hadiseler olacak, bütün kâinatın düzeni değişecektir. “Yevme yekunün nasü kelferaşil mebsus,” bu Karia ne zaman olacak. İnsanların dağılmış kelebekler gibi olduğu zaman olacak. Yani herkes yere yayılmış vaziyette. “Ve tekunül cibalü,” dağlar da şöyle olur: “kelıhnil menfuş” onlar da atılmış renkli yünler gibi olur. Biliyorsunuz, her bir dağın farklı bir rengi vardır. İçerisine baktığınız zaman, şu toprak kırmızıdır, şu toprak killidir, şu toprak yeşil renklidir, şu başka renktedir filan. Şimdi o dağların içerisinde olanların tamamı eriyip de yeryüzüne yayıldığı zaman, uzaktan bakanlar sanki atılmış renkli yünler gibi göreceklerdir. Şurada şu renk, burada bu renk… İşte bundan sonra, tabi bu birinci surun üflenmesi ile olan durum.
Bundan sonra ne olacak: Bundan sonra Mearic Suresi’nde olan şeyler akla geliyor. 70. sure. Diyor ki burada Allahütealâ: “Se ele sâilun bi azâbin vâkı’n,” Birisi geldi, olacak azabı sordu. “Lil kâfirîn,” kâfirler için olacak. “Leyse lehu dâfi” Bu azabı engelleyecek hiç kimse yok. “Minallâh” o Allahtan gelen azaptır. Allah’a kim engel olabilir, kimin gücü yeter? Hiç kimsenin kimseyi kurtarması söz konusu olamaz. “Zîl meâric” Allah miraç’ların sahibidir. Yani asansörler, iniş çıkışlar olacak o gün. “Ta’rucul melâiketu ver rûh,” Melekler ve ruh çıkar. “ileyhi,” Allah’ın huzuruna. Allah’ın belirlediği bir yere. Şimdi demek ki yeryüzünde melekler kalmıyor. Ruh ne? Şimdi Kuran-ı Kerim’den öğrendiğimize göre bize üflenen ruh. Er ruh dediğin zaman da tüm ruhlar. Ölen insanın ruhu ne oluyordu? Çıkıyordu değil mi? Şimdi ayeti kerimede “ve mâ ente bi musmiin men fîl kubûr (FÂTIR-22)” sen kabir de bulunan menlere işittirecek değilsin. Kabirde bulunan menler: Arapçada “men” kelimesi akıllı varlıklar için kullanılır. Kabirde ölmüş bir ceset var. Artık ona men denmez, o ölmüş artık toprak olmuş. Öyleyse kabirde neye men diyor Allahütealâ? Ruh da demek ki o cesedin yanında duruyor ki Allahütealâ öyle diyor. Belki orayı ev gibi kullanıp çıkıyor geliyor olabilir. Yeryüzünde bizimle beraber meleklerin olduğunu biliyoruz. Yani cenabı Allah sağınızda solunuzda ayrıca sizi koruyucu melek grupları var demiyor mu? O zaman bu hadiseler olduğunda, hani insanlar yayılmış kelebekler gibi. Şimdi kelebekler, biliyorsunuz, kısa sürede ölür, bakıyorsunuz sağda solda yayılmış. Öyle olduğu zaman onların ruhu yok, ölmüşler. Dağlar da atılmış renkli pamuklar gibi. Öldükleri zaman bunların ruhları da kabirde olabilir. Peki, ilk insandan son insana kadar kabre girmiş olanlar: Onların her birinin ruhu var. Buradan öyle anlaşılıyor ki: Bu hadiseler olurken ruhlar çıkıyor. Nereye gidiyorsa gidiyor. İyilerin ruhu ile kötülerin ruhu aynı yere gidecek değil tabi. Melekler de ayrılıp çıkıyorlar. “fî yevmin” bir gündeki “kâne mikdaruhu hamsîne elfe seneh (MEÂRİC-4)” Onun uzunluğu bir tek gün ama uzunluğu 50 bin yıl. Çünkü o gün artık güneş yok ki! Sabahleyin güneş doğdu; akşam battı işte bu birinci gün diyebilesiniz. Bunu ancak cenabı hak bildirirse biliriz. Herhangi birimizin görme şansı da yok zaten. O zaman oradan çıkıyor. Çünkü daha sonra da o şeyde… Nebe Suresi’ne bir bakayım, yanlış bir şey söylemekten sakınmak lazım. Allah korusun, kasten değil ama olsun. Yine de Kuran-ı Kerim burada. Mesele burada Cenab-ı Allah diyor ki: ,Nebe Suresi’nin 38. ayetinde, Yevme yekûmur rûhu vel melâike o gün ruh ve melekler kalkacak. O zaman melekleri bildik, ruh ne? Bazıları Cebrail Aleyihisselam diyor. Hayır. O zaman insanlar yok olur. Cebrail Aleyihisselam da melek, melekler de melek; peki insanlar nerede? Onun için o ruh, yani esas olan insanı insan yapan asıl fark ruh olduğu için Cenab-ı Hak onu burada ifade etmiş oluyor. Şimdi o zaman çıkan ruhlar tekrar bu 50 bil yıl içerisinde meydana gelen oluşumda, yeniden o insan cesedi yeniden oluşan balçıkta oluştuğu zaman o ceset yeniden insan vücudu haline geldiğinde, o zaman ikinci sur üflendiğinde ruhlar neredeyse artık geliyor her bir ruh kendi cesedine giriyor. Çünkü her bir insanın cesedi kendi parçacığından yaratılıyor. Dolayısıyla parmak izleri de dâhil her şey aynı olacak. Diyor ya cenabı Allah kıyamet suresinde: Belâ kâdirîne alâ en nusevviye benâ neh (Kıyâmet-4), parmak uçlarını da aynı seviyeye getirmeyi planlamışızdır diyor. Onun ölçüsünü de koyduk diyor. Kadirin onun ölçüsünü koyan demektir. Onun da ölçüsünü koyduk. O da belirlenmiştir. Şimdi bu 50 bin sene çok. Tabi burada şu var: Yeryüzü yeni bir şekil aldı, o teni şekilde dağlar eridi gitti. Peki, dağların doldurduğu deniz çukurundaki sular nereye gitti? Deniz suları da karaya geldi. Karanın üzerine geldi, orada bir balçık meydana getirdi. Âdem Aleyhisselam neden yaratılmıştı: Balçıktan. Şimdi bu insanların tekrardan yaratılması için 50 bin sene. Öyleyse bir kıyaslama yaparsanız ilk insanın yaratılması için de bir 50 bin sene geçmesi lazım. Çünkü bir ana rahmi yok o zaman. Çünkü onun şartlarının oluşması lazım. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin bu konuda bir Hadis-i Şerif’i var. Geçende sen çıkarmıştın Haşim, yanlış söylersem beni düzelt. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem diyor ki: Cenabı hak insanoğlunu yaratmadan 50 bin sene önce onun ölçülülerini koymuştur. Bunu, şimdi kaderini belirlemiştir şeklinde ifade ediyorlar. Kader kelimesi doğru da o kelimeye verilen anlam yanlış bizim geleneğimizde. Kader ölçü ve standart demektir. Yaratmadan 50 bin sene ölçülerini koymuş. İşte o ölçülerini koyduğuna göre, Âdem Aleyhisselam o ölçülere göre şeyden yaratılmıştır, topraktan yaratılmıştır. Âdem Aleyhisselam, okuduğumuz ayetlere göre, bir çocuk olarak mı dünyaya geldi. Hayır. Olgun bir insan olarak, değil mi? Peki biz yeniden yaratılacağımız zaman nasıl olacağız? Olgun insan. Âdem Aleyhisselam’ın annesi babası var mıydı? Topraktı işte… Topraktan oluşmuş, şimdi bizim tohumumuz da toprak. Toprak ana rahmi görevini yapacak. Aynı esasa göre, dikkat ediyorsanız. Şimdi peygamber s sallallahu aleyhi ve sellemin, az önce biz dedik ki 50 bin sene başında olmalıdır, her insan bunu düşünür, madem sonunda 50 bin sene var başta da olmalıdır diye. Ama bizim bu düşüncemiz doğru mu değil mi diye hemen peygamberimize müracaat ederiz. Bir hadis bulduk mu tamam, doğru düşünmüşüz. Demek ki doğrudur. Çünkü Allahın koyduğu kanunlar değişmez. Allah yeniden insanın oluşması için orada 50 bin sene koyduysa başta da o 50 bin seneyi koymuştur. Bunu cenabı hak söylüyor “ve len tecide li sunnetillâhi tebdîlâ (FETİH-23)” yani Allah o koyduğu kanunu değiştirmez. Onu bir başka şekle de sokmaz. Onu değiştirmiyorsa, Âdem Aleyhisselam benzer bir şekilde oluşan bu insan baştan da öyle olmuştur.
Dinleyici: Anlaşılmıyor…
A.Bayındır:
Yok senin haberin olmayacak, sen hiç endişe etme. Sen 50 saniye bile geçtiğini fark edemeyeceksin. Cenabı hak oluşumla alakalı kanunu burada söylüyor. Yoksa öldükten sonra 50 bin sene değil 50 milyon sene de geçse kalktığın zaman şimdi uyumuş gibi olacaksın. Hepiniz hatırlarsınız Yasin Suresi’nde sık sık okuyoruz ya: ahrette kalktığı zaman “men beasenâ min merkadinâ, (YÂSÎN–52)” diyecek, bizi uykumuzdan kim uyandırdı? Sanki daha yeni uyunmuş gibi, insan arada o geçen vakidin farkında değil. Bu oluşumları Allahüteala bize bildiriyor ama biz bunu görecek değiliz. Demek ki Allahütealâ bu insanları yaratıyor, bunları bir yere götürüyor tabi. Sema’ya götürüyor ama iyiler, tabi ki, “Kellâ inne kitâbel ebrâri lefî illiyyin (MUTAFFİFÎN-18), Kellâ inne kitâbel fuccâri le fî siccîn (MUTAFFİFÎN-7)” dediğine göre Allahütealâ, yani iyilerin yazgısı alliyun’da kötülerin yazgısı cin’dedir dediğine göre o ruhlar da farklı yerlere gidecektir.
Peki, o ruhlar tekrar nasıl gelecekler acaba “futihatis semâu fe kânet ebvâbâ, (Nebe-19)” dediğine göre, gök kapı kapı olmuş bir şekilde açılacak dediğine göre onlar oradan tekrar aşağıya doğru inecektir. Melekler de oradan inecekler, bütün hayvanlar da tekrar dirilecek. Çünkü bu kanun yani insan için geçerli olduğu kanun hayvanlar için de geçerli. Yine daha önce burada yaptığımız derslerden hatırlarsanız, hatta hatırlamayın, gözünüzle görün daha iyi olur. 23. Sureyi açın. MU’MİNÛN suresi: o surenin 14. Ayeti. Hatta şöyle yapalım 12 den itibaren hızlı bir şekilde okuyalım, detaylarında durmayacağım. Ve lekad halaknal insâne min sulâletin min tîn insanı bir sülale’den, şimdi sülale: Bir şeyden, mesela kılıcı kınından soyup çıkardığınız zaman onun için söylenen isimdir. Yani bir şeyden gizlice çekip çıkarmak anlamına geliyor. Yani Allah çamurun içinden çekip çıkarıyor ama onu sen göremiyorsun. Allahın çamurdan çekip çıkardığı bir şeyden sizi yarattı. İşte o çamur ahrette tekrar oluştu. İşte o şey annenin ve babanın vücudunda oluşunca… Summe cealnâhu nutfeten sonra onu döllenmiş yumurta haline getirdik. fî karârin mekîn sağlam bir yerde: Ana rahminde. Summe halaknen nutfete alakaten sonra o nutfe’yi bir alaka, rahim duvarına yapışan bir embriyo haline getirdik. Embriyo demeyelim de alaka diyelim. Çünkü bu Kuran-ı Kerim’in tabiridir. Bir alaka haline getirdik fe halaknel alakate o alaka’yı da, alaka da yani asılmış vaziyette, ananı rahmine asılı olur ya çocuk, oradan beslenir hortumla. fe halaknel alakate mudgaten alaka’yı bir çiğnem et parçası görünümünde yarattık. fe halaknel mudgate ızâmen O mudga’yı da kemikler görüntüsüne getirdik. Çünkü halaka şekil vermek manasında, her bir şekli Allah halaka ile ifade ediyor. fe kesevnel izâme lahmen sonra o kemiklerin üzerini et giydirdik. Etli kemik haline geldi. Şimdi buraya kadar insanın oluşumu ile bir hayvanın oluşumu arasında fark yok. Bütün canlılar aynı şekilde oluşuyor. Hepsinde de aynı Safalar oluşuyor. İnsanların şekli farklıdır, hayvanlar da böyle koyunun şekli ile atın şekli aynı mı ana rahminde? Oraya kadar diğer canlılar nasılsa insan da aynı. summe enşe’nâhu halkan âhar sonra kişiyi başka bir mahluk olarak oluşturduk, inşa ettik. O nasıl oluyor? Ruhun girmesiyle oluyor. İşte o insanları farklılaştıran ruh, hayvanlarla ayrı kılıyor. O canlılık değil, farklı bir şey. Canlılık hayvanlarda da var. İşte bütün bu her şey aynı olduğu için, ahrette de ölmüş olan hayvanlar da o şartlar içerisinde tekrardan dirilecektir. Mesela dünya kurulmuş olduğundan beri ölmüş olan hayvanlar da tekrardan dirilecektir. Zaten bunu da ayeti var. O ayet neydi? “Ve tevabbe,” yani onlarında haşr edeceğine dair. Daha önce okumuştuk da, dinleyenler bilir. Birkaç kere okuduk da. Hafızlık olmayınca, hemen aklıma gelmiyor.
Bir dinleyici: Anlaşılmıyor…
A.Bayındır:
Değil değil… O daabbe’leri de haşredeceğiz diye ayet var. Yani bütün hayvanları… Ve izel vuhûşu huşiret (TEKVÎR – 5) Diye şeyde de var, ŞÛRÂ-29. 42. sure 29. ayet. Ve min âyâtihî halkus semâvâti vel ard Allahın ayetlerindendir, gökleri ve yeri yaratması. e mâ besse fîhimâ min dâbbeh göklerde de yerde de yayılmış olan tüm canlılar. ve huve alâ cem’ihim Bu canlıları ki, canlı dediğin zaman insan hayvan melek hepsi giriyor, ve huve alâ cem’ihim Allah bunları bir araya toplamayı, ki haşirin anlamıda odur: bir araya toplamak anlamına gelir. izâ yeşâu belirlediği zamanda kadîrun ölçüsünü koymuştur. Kadir’e güçlü manasını vermek yanlış… Belli bir zamanda bunları toplama, kararını ölçüsünü koymuştur. Onlarında bir kanunu var yani. Kanununu koymuştur, o zaman toplaşacaklar. Kadir demek ölçüyü koyan demektir. Zaten en büyük güç, ölçüyü koyandadır. Ama güçlüdür dediğin zaman ölçü anlamı kayboluyor. Vahşi hayvanlar da toplanacak, az önce okuduğum ayetten dolayı Ve izel vuhûşu huşiret Yani hayvanların yaratılışındaki kanunla insanların yaratılışındaki kanun aynı. İnsan sadece ruhun üflenmesi ile ana rahminde farklılaşıyor. O da 16. Yada 15. Haftada oluyor.
Enam suresi 38. ayeti de Enes Hoca verdi, 6. sure, Ve mâ min dâbbetin fîl ardı yeryüzündeki tüm dabbe’ler, yani harelket eden tüm canlılar, kımıldayan tüm canlılar. ve lâ tâirin yatîru bi cenâhayhi iki kanadı ile uçan bütün kuşlar. illâ umemun emsâlukum tıpkı sizin gibi bir ümmettir. Yani onlar da bir topluluktur. Aralarında bir hiyerarşi vardır. Başları vardır. Komutanları vardır, çavuşları vardır, yöneticileri vardır, her şeyi vardır… Sizin gibi bir topluluktur. Gökte uçan o kuşların, göçmen kuşların gidişatına bakarsanız, müthiş bir disiplin içerisinde giderler. O disiplini sağlayan yöneticileri var. mâ farratnâ fîl kitâbi min şey Biz bu kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Allahüteala bu kitapta her şeyi açıklamıştır. Ben şimdi sık sık dile getirmek istiyorum: belki içinizde bu konuya dikkatleri çekilenler olur. Çünkü Allaha çok şükürler olsun bu dersleri dinleyen ister siz olun ister internetleri başından dinleyen, çok aklı başında, planı projesi olan çok sayıda insan var. Sizin gibi böyle meselenin şuurunda olan, çok sayıda insan var.
Şimdi biliyorsunuz, Almanlarla başlattığımız dört büyük projemiz var. Bayramın 6. Günü imzaladığımız bir projemiz var, kurban bayramının yani bundan iki hafta önce. Projelerden birisi insan hayatının başlangıcı ile ilgili. Ki bugün bilim âlemi en fazla o konu ile ilgileniyor. Orada inşallah Allah’ın kitabının mevcut ilmin önünde olduğunu ilim âlemine göstereceğiz, Allah nasip ederse. İlim ve din arasındaki o uyuşmazlık ortadan kalkacak. Hedef o. İkincisi: tabi hukuk dediğimiz şey, yani Allahütealâ’nın tabiatta geçerli olan düzeninin insan hayatına da uygulanması çalışması. Hukuk sahasında. Üçüncüsü: Ekonomi sahasında… Dördüncüsü de tarih boyunca Müslüman ve Hıristiyan ilişkileri. Onu koymamızın sebebi de şudur: ben onlara dedim ki “Allah katında din İslam’dır, (Âl-i İmran- 19)” tabi bunu deyince renkler değişti, ayeti okudum. Dedim ki: Şimdi İslam derken Müslümanlığı anlamayın lütfen. İslam sizim topraklarınızdan çıkıp Karadeniz’e dökülen Tuna Nehri gibidir. Dünya yaratıldığından beri o nehir oradan akar. Zaman zaman insan o nehri kirli atıkları ile zehirler, o nehir içilmez olur. İşte o nehir İslam’dır. Peygamberler gelip o kirlerden arındırmışlardır. Şimdi nehir tekrar kirlenmiştir. Bir bardak içen adam ölür, şimdi o nehri temizleme görevi de bizdedir,” deyince de böyle bir proje kondu. Yani ilk peygamberden son peygamber gelene dinlerin aynı olduğunu göstermek… Dört büyük proje: bir, tarih; iki, hukuk; 3 ekonomi; dört, sağlık. Bütün bunlarla, Allahın indirdiği kitap ile yarattığı kitabın tam uyuştuğunu gösterme hedefi var. İlim Allah’ın yarattığı kitapla uğraşır, dinin de Allah’ın uğraştığı kitapla uğraşması gerekir. Din sahası Allah’ın indirdiği kitap ile yarattığı kitabı birlikte okuma sahasıdır. Kuran-ı Kerim öyledir. Son bir iki asırdır Avrupalılar, Allah’ın yarattığı kitabı okumaya başladılar ve bundan yararlandılar. Ama uzun zamandır Müslümanlar, asırlardır Müslümanlar, Allahın ne yarattığı kitabı okuyorlar, ne indirdiği kitabı okuyorlar. Ellerinde kuran olması rağmen… İnşallah şimdi bütün gayretimizle, Allah nasip ederse, bu ikisini birlikte okumamın uluslar arası çapta bir hareketini başlatmış bulunuyoruz. Zaten bu Ayet-i Kerimeler de bunları ne olarak gösteriyor. Ama bu tabi yüz sene Süleymaniye vakfının altından kalkabileceği bir proje değil. Onun için herkes elinden geldiği kadar buna destek vermeli. İşte diyor ya Allahütealâ “mâ farratnâ fîl kitâbi min şey, (Enâm-38)”. Buradan hareketle geldik. Biz bu kitapta hiçbir şey eksik bırakmadık. Siz yeter ki Kuran-ı Kerim’e bakmanın usulünü bilin. Bu Kuran’da bulamayacağımız hiçbir şey yok. Ama Kuran-ı Kerim’i, Allahın indirdiği kitabı yarattığı kitapla birlikte okursanız, araştırmasını yaptığınız konunun en iyi uzmanları devreye girerse ancak o zaman ayetleri iyi bir şekilde anlayabilirsiniz. Bu uzmanlar devreye girecek. Bir de burada cimri olmamak lazım. Bütün o uzmanları yaratan Allahüteala’dır. Bütün o uzmanları Allah’ın indirdiği kitaptan mahrum etmemek lazım. Burada şöyle diyor, bu ara cümleydi ama bu cümleyi sık sık kuracağım, Allah nasip ederse, sık sık size hatırlatacağım. Çünkü bu çok ciddi bir projedir. Mutlaka dünyanın rengini değiştirecek bir projedir. Eğer başarılı olursak, inşallah. Yani Türkiye ile sınırlı değil.
“Summe ilâ rabbihim yuhşerûn,” Sonra tüm bu canlılar, hayvanlar, kuşlar hepsi ve insanlar -çünkü hareket edenler insanlardır aynı zamanda- ve melekler rablerinin huzurunda bir araya getirileceklerdir. Şimdi buraya nereden geldik: yeniden yaratılışta, o toprağın içerisinde, dünya kurulduğu günden bu güne, kıyamet gününe kadar yaratılmış, tüm hayvanların tohumları var. DNA mı deniyor, ne deniyorsa. Bugün DNA deniyor, yarın başka bir şey denebilir. Her birisinin tohumu var, bizim de var. İşte oradan her bir hayvan her bir canlı yeniden yaratılacak. Tek bir fark var: onların canlılığı var ruhu yok; bizim canlılığımızla birlikte ruhumuz da var. O ruh demek ki o gün alınacak yukarıya, sonra tekrardan getirilip bedene girecek. Ve orada hayvanlara karşı zülüm edenler, orada onların hesabını verecekler. Onun için çok dikkatli olmak gerekir. Böyle hayvan deyip geçmeyin.
Şimdi tekrar Kariya Suresine dönüyoruz. O zaman hesaplar görülecek “Fe emma men sekulet mevazınüh,” Kim ki tartıları ağır gelirse “Fe hüve fi ıyşetir radıyeh” o mutlu bir yaşayış içerisinde olacaktır. Kimin tartısı ağır gelirse mutlu bir yaşayış içerisinde olacaktır. “Ve emma men haffet mevazınüh” kiminde tartıları hafif gelirse, “Fe ümmühu havıyeh” evet, onun annesi haviyedir. Buradan Keşşâf tefsirinde diyor ki: Haviye ateşin isimlerindendir. Derin ateş manasına gelir, diyor. Şimdi ana kucağı insanların en çok rahat ettiği yerdir. En fazla özlenen yerdir. Ama cehennemliklerin ana kucağı öyle değil. O derin bir ateş. Haviye’yi bilemeyebilirsiniz diyor Cenab-ı Allah: “Ve ma edrake mahiyeh” haviye’nin ne olduğunu sana kim bildirdi? Gidip gelen mi var? Bunu sadece Cenab-ı Hak bildirir. Öyleyse dinle: “Narun hamiye,” sıcak bir ateştir. Kızgın bir ateştir.
Şimdi biliyorsunuz, Allah ile ilişkiler konuşunda insanlar ikiye ayrılıyor. Herkesin hayatında Allahın çok büyük önemi var. Ateistim de dese, dindarım da dese fark etmiyor. Ama insanlar iki gruba ayrılıyor: Bazı insanlar şahsi menfaatleri ya da grup menfaati söz konusu olduğunda Allah’ı ikinci plana atıyor. Bazıları da ne pahasına olursa olsun Allah’ı birinci planda kabul ediyor. Eğer herhangi bir durumdan dolayı Allah’ı ikinci plana atmışsa kendini suçlu sayıyor. Âdem Aleyhisselam’da olduğu gibi. Yani Allah’ın dediğini yapmamış. O ağaçtan yemiş. Şeytanı dost bilmiş; ama kendini suçlu hissetmiş. O yine Allah’ı birinci planda sayanlardan. Ama şeytan Allah’ı ikinci plana atmış. Kendini suçlu saymamış, kendini haklı kabul etmiş. Allah’ı ikinci plana attığı halde kendini haklı kabul edenler, asla cennet yüzü görmeyeceklerdir. “İnnallâhe lâ yagfiru en yuşrake bihî (Nisa-116)” bu kişinin Allaha ortak koşmasıdır. Ya şeytan gibi kendi nefsini tanrılaştırarak kendi kararını Allah’ın kararından daha üstün görmüştür, Allah’ı ikinci plana atmıştır; ya da diğer müşrikler gibi kendi gruplarının düşüncesini, kendi cemaatlerinin düşüncesini, kendi ekiplerinin düşüncesini Allah’ın emir ve yasaklarının önüne almıştır. Böylece Allah’ın emirlerini perdelediği için kâfir, başka şeyi Allah’a tercih ettiği için müşrik olmuş olur. Ve Allah da asla böylesini affetmez. Eğer böyle değilse, cenabı hakkı başka şeye tercih etmemişse eğer ki burada ikiye ayrılır insanlar: bazen bir ilim adamını tercih ederler, bazen de bir din adamını ya da o adamın görüşlerini tercih ederler, bazen de kendi görüşlerini tercih ederler. Başka şeyi Allah’a tercih etmemişse, bu kişi barajı aşmış demektir. Bu kişi ile ilgili olarak Kuran-ı Kerim’de geçenler şunlar: Bir iyilik yaparsa, en az on sevap; bir günah işlerse bir günah. O zaman demek ki bu kişi aynı türden 9 günah bir sevap işlemişse, sevabı ağır basar.
Bir dinleyici: anlaşılmıyor…
A.Bayındır:
Tabi işe Cenabı Allah’ı karıştırmayanlar da cennetlikler arasına karıştırılmaz. Yani kendi işlerine Allah’ı karıştırmak istemeyenleri de Allah hiçbir zaman nimetlerin arasına karıştırmaz. Şimdi bu insanlar da, eğer günahları sevaplarından fazlaysa, Allah’ı da ikinci plana atmamışlarsa, yani Allah’ı başkasına tercih etmemişlerse, eğer böyle bir şey yapıp kendilerini suçlu kabul etmişlerse: O zaman bu kişiler cehennemlik de olsa, oradan kurtulma ümitleri vardır. Şimdi Ayet-i Kerime’de Allahütealâ: Babalarından, soylarından, zürriyetlerinden uygun olanları cennetliklerin yanına alacağını da bildiriyor. Şimdi aileden birisi cennete gitti, kadın yahut koca… Fark etmez! Karısı ya da kocası cehennemde, o müşrik değil, yani günahı sevabından fazla fakat müşrik değil. O zaman o cennetteki eşi sebebi ile cenabı Allah onu oradan alır. 13. Sure 24. Ayet:
Bir dinleyici: Anlaşılmıyor…
A.Bayındır:
Şefaat bu işte, başka bir şefaat yok. Şefaat zaten birliktelik demek. Yani eşleme demek. 23 mü dediniz? Bak diyor ki burada “Cennâtu adnin yedhulûnehâ” Adn cennetleri ki bunlar araya girecektir. Başka kimler girecek, bunlar zaten kendi yaptıkları ile girecek, başka “ve men salaha min âbâihim” bir de elhaknabihim var enes hoca. Onu da bulursanız. Bulun o ayeti kerimeyi. “ve men salaha min âbâihim” babalarından uygun olanlar “ve ezvâcihim” ve eşlerinden “ve zurriyyâtihim” ve çocuklarından , soylarından… Babalar dediğinde anne de girer, üst soy; eş dediğinde zaten belli; zürriyet dediğinde alt soy. Demek ki bir soydan bir kişi cennete gitti mi bir sülaleden, eğer öbürleri müşrik değilse bir sülaleden, hepsini yanına alabiliyor.
Bir dinleyici: Anlaşılmıyor…
A.Bayındır: Evet, bu ayet onu söylüyor.
Bir dinleyici: Anlaşılmıyor…
A.Bayındır:
Bunu tamamlayayım, onu da söyleriz. “vel melâiketu yedhulûne aleyhim min kulli bâb” melekler her kapıdan bunların yanına gireler. “Selâmun aleykum,” selam size derler. “bi mâ sabertum” sabrettiğiniz için. Bu selam esasen o girenlere. O arkadan girenler, bunların sayesinde girdikleri için asıl alanlar o girenler. “fe ni’me ukbed dâr” O son yurt ne kadar güzel. O son gelen ne güzel gülüyormuş değil mi? 52 ye 21 i açıyoruz. 522. Sayfa. Tur suresi. Bak burada diyor ki, az önce söylediğimi daha net anlatıyor Cenab-ı Allah. Önce size şunu sorayım, bir insan müşrik değilse ne olur: Mümin olur değim mi? Ama ya günahkâr olur ya günahsız… Ya günahı fazla bir mümin olur, ya günahı az bir mümin olur. Ya sevabı ağır gelen bir mümin olur ya hafif; ama neticede mümindir, değil mi? Diyor ki Allahütealâ “Vellezîne âmenû inananlar vettebeathum zurriyyetuhum bi îmânin” Soyları imanla ona tabi olanlar, soylarından o inanmışlara uyanlar “elhaknâ bihim zurriyyetehum” inanmışsa, müminse, müşrik değilse o soylarını bunlara katarız. Onlar buraya gelmeyi hak etmiş değiller ama katarız. İşte şefaat bu, yani eşleştirmek… Şu ikisine şefr derler. Ama uygun olacak kişi, uygun olmazsa yapılacak bir şey yok. “elhaknâ bihim zurriyyetehum ve mâ eletnâhum min amelihim min şey’in” şimdi onların soyları cehennemden kurtuldu geldi de bunlardan bir şey alınıyor mu? Hayır! Onlardan da hiçbir şey eksiltmeyiz, bir fidye ödetmeyiz, demek oluyor. Cehennemden kurtulmaları için bir fidye ödetmeyiz. “kullumriin bi mâ kesebe rehînun” herkes kendi kazancı karşılığında rehin alınır. Çünkü orada verebileceğin bir kazancın malın mülkün yok ki şunu rehin al bunu rehin al diyebilesin. Kazancı karşılığında rehin alınmıştır, cennete giren bir yakını varsa onun sebebine o rehini çözülür alınır bu tarafa.
Evet, bugün de böyle. İnşallah, ikinci derse kadar bir ara verelim.