Abdülaziz Bayındır:
Bugün Kalem Suresi’ne başlıyoruz. Kuranı Kerim’in 68. Suresi. Sona doğru yaklaştık. Her surenin başında olduğu gibi kısaca besmelenin manasını verelim. Bismillahirrahmanirrahim, genellikle “Rahman ve rahim olan Allahın adıyla” diye tercüme edilir ama rahman da rahim de Türkçe olmadığı için okuyucu fazla bir şey anlamaz. İkisi aynı kökten gelen kelimelerdir. Rahman rahmet, rahim rahm kökünden gelir ama rahman yalnız Allaha mahsustur. Rahim insanlarda da olabilecek bir özelliktir. Merhamet etmek diye Türkçemize tercüme edilir. Acımak, imkânları bol olan her şeye gücü yeten birinin acıması ne olur? “Vah vah vah ne olmuş üzüldüm” demek mi olur yoksa yardım etmek mi olur? Yardım etmek olur. Hani denir ya: “eğer acıyorsan yardımcı ol”.
Şimdi Allahütealâ’nın her şeye gücü yettiği için onun rahmeti onun yaptığı yardımdır. Dolayısıyla rahmet kelimesi Allah için kullanıldığı zaman yapacağı bir iyilik ve ikram olarak anlamak gerekir. Rahmanı öyle tercüme etmek lazım ki Allahtan başkası için uygun olmasın. Dolayısıyla biz bu kelimeye “iyiliği sonsuz” diye anlam verdik. Çünkü Allahtan başka kim olursa olsun yapacağı iyiliğin belli bir sınırı vardır. Bir tek Allah’tır iyiliği sonsuz olan. Rahim kelimesine de öyle bir anlam vermek lazım ki insanlar için de kullanılabilsin. Ona da “ikramı bol” diye anlam verdik ve besmelenin anlamı şu şekilde oldu: “İyiliği sonsuz, ikramı bol Allahın adıyla.” Böylece kelimeyi tam tamına Türkçeleştirmiş olduk. Meali tamı tamına Türkçeleştirmiş olduk.
“Nun. (Kalem 68/1)” Bu surelerin başında hurufu mukatta denen harfler vardır. Mukatta demek kesik demektir. Mesela A.B.D. deriz bunun ne demek olduğunu hepimiz biliyoruz. Amerika Birleşik Devletleri. Bunları tek tek okuduğumuz zaman ayet A. B. D. olur. Ama birlikte okuduğumuzda ne olur? “Abd” olur o zaman mana değişir. İşte hurufu mukatta yani aralarındaki bağlantı kesilmiş olarak bu harfleri okuduğumuz için bunlar farklı şeylerdir. Bunlar dikkati çekmek, insanların dikkatini toplaması için Allahütealâ tarafından bazı surelerin başına konmuş olan harflerdir.
“Kaleme yemin olsun. Yazdıklarına da. (Kalem 68/1)” Kalemin yazdığı değil bu. Yesturun cemi müzekker salim. Arapçada böyle bir siga kim için kullanılır Mehmet Nuri hoca? Akıllı varlıklar için kullanılır. O zaman vema yesturun, ya da ellezine yesturune olur. Her iki şekilde de mana veririz. Yazdıklarına ya da yazanlara yemin olsun. “Kaleme yemin olsun yazanlara da ya da yazanların yazdıklarına da.” Şimdi tabi burada daha çok yazdıklarına yemin olsun. Manaya en uygun olanı o.
Şimdi bu yazı işi son derece önemli… Hem Allahütealâ’nın insanlarla ilgili yazgısı vardır. Bir ayeti kerimede Allahütealâ şöyle buyuruyor: “Başınıza gelen herhangi bir musibet…(Hadid 57/22)” Yani musibet kelimesi Türkçede kötü bir şey için kullanılır ama Arapçada kötü iyi önemli değil. Başa gelen şey… “Onu yaratmadan önce mutlaka bir kitaba kayıtlı olur. (Hadid 57/22)” diyor Allah. Yani önce kaydı tutulur sonra işlem görülür. Mesela resmi daireleri düşünün. Bir dilekçeyle müracaat edersiniz önce kayda geçer, sonra işiniz görülür. Tıpkı onun gibi Allahütealâ diyor ki başınıza gelen her türlü olay başınıza gelmeden önce mutlaka kayda geçer. Kayda geçti mi artık geriye dönüş yok. Bunu yazanlar var. Kiramen kâtibin var. Bizimle beraber olan değerli yazıcılar. Bütün amellerimizi yazıyorlar. Allahütealâ da levhi mahfuza da yazdırmış ve yazdırıyor. Bugün işin o tarafına değil. O tarafı biraz fazla vakit alır. Bugün insanlarla ilgili tarafına biraz ağırlık vermek istiyorum Allah nasip ederse.
İnsanlar da yazıyor. Melekler yazıyor, insanlar da yazıyor. Meleklerin yazdıkları var. İşte levhi mahfuzdaki kayıtlar bizimle ilgili tutulan kayıtlar ve diğer kayıtlar. İnsanların da yazdıkları var. Okuyoruz. Bu kitabı Allahütealâ indirmiş doğru Allahın kitabı ama bunu bu kâğıtların üzerine yazanlar insanlardır. Bunu çoğaltanlar insanlardır. İnsanların yazı yazma diye bir özellikleri var. Yazı yazdığımız zaman kendimizde birikmiş olan bilgileri bir yere kaydettik mi artık kalıcı oluyor. Daha öncekilerin kayıtlı olan bilgilerini alıp kullanabiliyoruz. Şimdi bu açıdan insanoğlunun yeryüzünde çok farklı bir konumu var. Onunla ilgili olarak Bakara Suresi’nin 30. ayetini açalım. Bir farklı açıdan o ayeti tekrar anlamaya çalışırız. Daha önce birkaç kere o konuyla ilgili konuşmalarımız olmuştu.
“Bir gün rabbin meleklere dedi ki ben yeryüzünde bir halifelik oluşturuyorum. Dediler ki sen orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birilerini mi oluşturuyorsun? Biz seni hamd ile tespih ederiz. (Bakara 2/30)”Yani hamd demek yaptığı bir şeyi güzel yaptığını söylemektir. Tespih de boyun eğmek demektir. Yani ya rabbi biz sana boyun eğiyoruz her şeyi güzel yapmana karşılık. Sen her şeyi güzel yaparsın onun için biz sana boyun eğeriz. Yeryüzünde bir halifelik oluşturacaksan bu da çok güzel bir şeydir mutlaka. Ama yani biz soruyoruz kan dökecek, fesat çıkaracak birilerini mi oluşturuyorsun böyle bir endişemiz var demiş oluyorlar. “Seni takdis ederiz.” Yani sen her şeyin en temizini yaparsın biz bunu da biliyoruz. “Allahütealâ dedi ki: Ben sizin bilmediğinizi bilirim. (Bakara 2/30)” Şimdi bu halifelik üzerinde duracağız ama ondan önce ayetin devamını okuyalım.
“Âdeme bütün isimleri öğretti Allahütealâ. (Bakara 2/31)” Şimdi biz öğrendiklerimizi yazarız değil mi? Âdem (as) yazı biliyor muydu bilmiyor muydu bilmiyoruz. Biliyor kaydetmiş de olabilir ondan haberimiz yok. “Sonra Allah bu eşyayı meleklere gösterdi. Şunların isimlerini bana haber verin dedi. Eğer haklıysanız. (Bakara 2/31)” Yani böyle bir varlığın yaratılmasına gerek görmediğiniz düşünüyorsunuz ya hadi haber verin bakalım. “Dediler ki yarabbi biz sana boyun eğeriz. Bizim bir bilgimiz olmaz. Sen öğretmiş olursan başka. Bilen sensin doğru karar veren de sensin. Allahütealâ dedi ki: Âdem bunlara şu eşyanın isimlerini bildir. (Bakara 2/31-32)” Âdem’e Allah öğretmişti tabi bütün isimleri bilince tabi Allahütealâ şöyle buyurdu: “Ben size dememiş miydim ben göklerin ve yerin gaybını bilirim. (Bakara 2/33)” Yani daha bilmediğiniz o kadar çok şey var ki ey melekler. Siz yeryüzünde bir halifelik oluşturulmasına karşı çıkıyorsunuz sizin bilmediğiniz çok şey var dememiş miydim ben. “Sizin açığa vurduğunuzu da gizlemekte olduğunuzu da bilirim. (Bakara 2/33)”
“Meleklere o gün demiştik ki Âdem’e secde edin. Hepsi secdeye kapanmıştı iblis öyle yapmadı. İblis direndi ve kendini büyük gördü…” Allahın emrine karşı direndi yerine getirmemek konusunda ve büyük gördü. Allahın emrini kendi değerlendirmesinin altında gördü. Allahütealâ’nın yanlış emir verdiğini ima etti. Yani beni ateşten yarattın onu çamurdan yarattın. Ateşten yaratılan çamurdan yaratılana secde eder mi diye hafife aldı Allahütealâ’nın emrini “ve kâfirlerden oldu. (Bakara 2/34)”
Şimdi tekrar geri dönersek, Âdem (as) ile başlayan bu halifelik konusu meleklerin dikkatini çekti tabi. Ama Allahütealâ’ya melekler dediler ki kan döker ve fesat çıkarır. Burada Allahütealâ bunlar kan dökmeyecek fesat çıkarmayacak dedi mi? Doğru meleklerin bu tespiti doğru. Bunu neyi duyunca söylediler? “Halife” kelimesini duyunca söylediler. Peki, kimin halifesi olacak? Yeryüzündeki halife kimin halifesi olacak? Şimdi gelenekte, gerçi eski kitaplar tefsirler böyle değil sonradan oluşmuş. Nasıl oluşmuşsa oluşmuş “yeryüzünde insan Allahın halifesidir” deniyor. Halife bir başkasının yerine geçene derler. Yani halife kelimesi duyulur duyulmaz fesat çıkaracak ve kan dökecek birilerini mi oluşturuyorsun diye karşı çıktıklarına göre bu halifeliğin bu işe sebebiyet vermesi gerekir öyle değil mi? Allahın halifesiyse öncelikle akla ne gelir? Fesat çıkaran kan döken Allah gelir hâşâ. Sanki demiş olurlar ki senden çektiğimiz yetmiyormuş gibi bir de başkasını başımıza bela ediyorsun! Öyle olmaz mı? Yani Allaha halife olacak da hemen akla bu geliyorsa bunun başka bir manası yok. Allahın halifesi olunur mu? Half kelimesi var ya “arka”, biri diğerinin yerine geçen demektir. Peygamber (sav) hayattayken halifesi var mıydı? Vardı. Peygamber (sav) Medine’den çıkıp savaşlara gittiği zaman yerine birisini halife bırakırdı. Ama Medine’deyken değil. Bugün ona vekil diyoruz. Onlar halife diyorlardı. Geri gelinceye kadar. Geri gelince onun görevi bitiyordu. Niye? Peygamber olmadığı zaman onun işlerini çekip çevirsin diye değil mi? Çünkü orada Peygamberimiz mesela Tebük’e gitti. O sırada Medine’de bir sahabeyi vekil bırakmıştı.
Peki, Allahütealâ bir yere mi gider de insanı orada vekil bırakır? Öyle bir şey olur mu? Bir de peygamberin (sav) vefatından sonra halifeleri vardı değil mi? Esas halifelik birinin vefatından sonra onun yerine geçme. Hâşâ Allahütealâ’nın vefatı mı söz konusu? Şimdi bir başka yerde de şunu söylüyor Ragıp el İsfahani, “bu bir değer vermektir” diyor. Şimdi bu ayete göre halife olmak için müslüman olma şartı var mı? E o zaman hadi Allah müslümana değer verdi kâfire de mi değer verdi de halife yapmış olacak?
Şimdi Kuranı Kerim’de her zaman söylüyoruz ya bir ayeti kerime bir yerde geçiyorsa onu açıklayan ikinci ayet mutlaka bulunur. Onları açıklayan iki ayet daha öyle iki, iki, iki, iki sonuna kadar gidiyor. Şimdi aynı benzer ifadeleri tanıyan bir başka ayeti kerime var: Sad Suresi 26. Ayet. “Davut seni bu topraklarda halife yaptık. (Sad 38/26)” Bu toprağın halifesi oldun. Bunu ne zaman söyledi Allahütealâ Davut’a (as)? Kendinden önceki Talut orada kraldı. Talut’un da damadıydı Davut (as). Talut vefat edince Talut’un halifesi oldu. Tıpkı Ebubekir’in (ra) Peygamberimizin halifesi olması gibi. Yani şimdi yetki sende… Aynı ifade bakın: “seni burada halife yaptık.” Yani şimdi Talut artık yok yetki sende. Yetki oradaysa biz şimdi hep görüyoruz yeni bir iktidar geldiği zaman eskinin önde gelenlerini yok ediyor. “Devri sabık meydana getiriyor” derler ya. Yani eskilere bakıyorsunuz ki kan kusturmaya başlıyor. Onun kurduğu düzeni bozuyor kendisi yeni bir düzen kurmaya çalışıyor. Allahütealâ ne diyor burada? “Öyleyse insanlar arasında adaletle hükmet.” İnsanlar arasında hak ölçüleriyle hükmet. Herkesin hakkını ver. Arzuna uyma. “Arzuna uyma ki seni Allahın yolundan saptırmasın.” Bu Davut’a (as) Allahın verdiği emir. Peygamber de olsan arzuna uyarsan yoldan saparsın. Arzularına uymayacaksın. Ya neye uyacaksın? Hakka. Hakkı ayakta tutacaksın. E şimdi halife olduğu zaman bir takım yetkilere sahip. O yetkiyi doğru da kullanır yanlış da kullanır değil mi? ne demiş oluyor Allah? Yetkini doğru kullan demiş oluyor değil mi? “Allahın yolundan sapanlar var ya onlar için şiddetli çetin bir azap vardır, hesap gününü unutmuş olmalarına karşılık. (Sad 38/26)”
Şimdi buradan ne anladık? Davut (as) kimin yerine geçti daha önceki kralın yerine geçti. Peki, Davut (as) bir an önce kralın yerine geçmek isteseydi ölümünü beklemeseydi ne yapardı? İhtilal yapardı. Öldürürdü. (Calut’un öldürülmesi soruluyor.) Davut (as) Calut’u öldürdü de bir savaştan dolayı öldürdü. O ayrı. Bir halifelik meselesi değildi o. Şimdi işler düzgün yürüyor kayınpederi devlet başkanı. Damat bir an önce onun yerine geçme arzusuyla hareket etse ne yapacak? Onu öldürecek. İşte o zaman ihtilaller oluyor.
Şimdi ne diyor Allahütealâ ben yeryüzünde bir halifelik oluşturuyorum. Şimdi insan Allahın halifesi olamayacağını gördük. O zaman insan kimin halifesi olur? Tıpkı Davut (as) Talut’un halifesi olduğu gibi kendi gibi bir insanın halifesi olur. Ya da Ebubekir’in ra Peygamberimizin halifesi olduğu gibi kendi gibi bir insanın halifesi olur. Çünkü insan ölümlüdür. İnsan bir yerlere gidebilir, güçsüzleşir, hastalanır falan. Aynı şekilde her insan bir başkasının halifesidir. Yani her insan bir başkasının yerine geçer. Babanızın yerine geçersiniz bir yerde bir işyerine kavuşursunuz, o dükkânı daha önce çalıştıranın yerine siz geçersiniz. Yeni bir eve taşınırsınız orada daha önce oturanın yerine siz oturursunuz falan. Hep böyledir. Biraz yükselmek isteyen kişi önünde bir başkasını engel gördü mü ne yapar? O engeli ortadan kaldırmak için harekete geçer ve bu da bir fesat sebebi olur ve adam öldürme sebebi olur. O zaman yeryüzünde oluşturulan halifelik nedir? Biri diğerinin yerine geçebilen insanlardır. İşte meleklerden biri diğerinin yerine geçmiyor öyle bir olay yok. Herkesin görevi belli… Görevde yükselme diye bir olay yok.
Peki, melekler nereden anladılar halifeliğin kan dökmeye ve fesada sebep olacağını? Buradan hemen zihinler hareket ediyor deniyor ki: “daha önce nice Âdemler oldu da melekler o Âdemleri gördü de onların birbirlerini öldürdüklerini gördü de burada da onu anladılar”. Güzel de buna dair bir delil yok. Masa başı haberi bu! Şimdi insanoğlu yaratıldığı zaman yeryüzündeki bütün canlılar yaratılmış mıydı? Bütün hayvanlar, bitkiler, sular vardı. Tabiat tümüyle hazırdı insanoğlunu misafir etmeye. Peki, hayvanlar arasında bir halifelik var mı? Yok mu? Bir kümeste kaç tane horoz olur? Bir tane. İki tane olursa ne olur? Biri diğerini öldürür. Bir inde kaç tane aslan olur? Yavru aslan büyüyüp baba aslanı öldürmüyor mu? Tabiatta bunu hep görmüyor musunuz belgesellerde? Melekler bunu görüyor. Bu öldürme buranın hâkimi ben olacağım diye olmuyor mu? Peki, bunlar bir aslan en fazla bir inde hâkimiyet kurmak için öbürünü öldürür. Yani dar bir çerçevede… Ama insanoğlu akıllı, bilgili bunu melekler biliyor. Güçlü. Öyle hayvanlar gibi değil. Bunların bir tanesi bütün dünyaya hâkim olacak durumda. Şimdi soğuk iklimde yaşayan bir hayvan ılıman iklimde yaşamıyor, sıcak iklimde yaşamıyor. Denizde yaşayan karada yaşayamıyor. İnsanoğlu her tarafta yaşıyor. Uzaya da gidiyor, denizin derinliklerine de girip çalışıyor, karaya da geliyor. Ekvatora da gidiyor aynı adam. Orta kuşağa da ılıman kuşağa da geliyor. Ta kuzey kutbuna da gidebiliyor hepsinde yaşabiliyor. E bu kadar akıllı ve becerikli olanlar bir de halife olacak olsalar ne olur? Kesin kan dökülür. Ya şurada bir horozun kümesinde kan dökülüyor ikinci horoza tahammül edilmiyor. Şimdi bunu anlamak için fazla âlim olmaya gerek yok sadece olayları değerlendirdin mi kâfi. Şimdi anlaşıldı mı? Olandan hareket etmek lazım bu konuda delilimiz var. İnsanoğlu yaratılmadan önce bütün hayvanların gıdaların her şeyin yaratıldığını ayetten öğreniyoruz.
(Cinler arasındaki mücadele soruluyor.) Cinlerin hayat tarzlarıyla ilgili fazla bir bilgimiz yok. Sonra onlar ne kanı dökecekler? Ruhani varlıkta kan mı olur? Mesela sen hiç cinlerin dövüşüp de bardak çanak kırdıkları bir ortama rastladın mı şimdiye kadar? Ama insanlar öyle yapıyor. Bomba atıyorlar mesela bir yerlere hiç öyle bir şey duymadık şimdiye kadar. Mesela bir Irak savaşı gibi bir savaş yaptıklarını hiç duymadık. Irakta niye savaş oluyor? Halifelik savaşı değil mi o? Yani bu toprakların hâkimi ben olacağım diyor Amerika onun için savaş oluyor. Öbürleri de ben vermem diyor. Veririm hadi gel sen ol dese savaş olur mu? Hırsız eve giriyor gece. Niye gece giriyor? Gündüz girersem alamam diyor çünkü o mal senin olmasın benim olsun diye giriyor o eve. Sen de diyorsun ki ben sana vermem uyandın mı adamın gırtlağına yapışıyorsun. Kan da dökülüyor. O arada o çalacağı eşyalar kırılabiliyor. Fesat da oluyor her şey oluyor. Bakın bütün anlaşmazlıkların sebebi tamamen senin olmasın benim olsundan kaynaklanır. Onun dışında ikinci bir sebep yoktur. Araştırın hep altında bu vardır. E o zaman melekler doğru bir tespit yapmışlar değil mi? Neyse konuyu asıl getirmek istediğim tarafa getireyim.
Şimdi Allahütealâ bu olmayacak demiyor. Fesat çıkacak doğru. “Denizdeki ve karadaki fesat insanların elleriyle yaptıklarından oldu. (Rum 30/41)” Cinlerin demiyor ayet. İnsanların elleriyle kazandıklarından dolayı fesat çıktı. Tabiatı insandan başka bozabilecek bir varlık var mı? Hiç mümkün değil. İnsan bozuyor işte. Bakın insan eliyle bozulmasından dolayı mevsimler değişiyor yağmurlar yağmıyor, kar yağmıyor. Kış olmasına rağmen kışı yaşayamıyoruz. Zavallı ayılar da uyuyamıyorlarmış uyanık kalmışlar. Kuzey kutbu eriyor evet. Tamamen insanların yaptıklarından dolayı oluyor. İnsanlardan başka ortalığı fesada verecek bir varlık yok bu doğru ama bir başka doğru var işte o meleklerin bilmediğidir. “Ben sizin bilmediğinizi bilirim. (Bakara 2/33)” diyor Allahütealâ. Meleklerin bilmediği ne? Mesela bilmedikleri bir sürü eşya var. Allah onların isimlerini tek tek Âdem’e (as) öğretiyor. İsimdir esas olan. Şimdi bardak dediğiniz zaman zihinde çağrışan şey farklıdır su dediğimiz zaman farklıdır. Kullandığımız kelimelerde de isimler vardır. İşte Ahmet deriz Mehmet deriz falan. O isimlerin bağlı olduğu eşya vardır. O isimleri kavradınız mı tamam zaten. Onları birleştirerek cümleler kurarsınız onu kümeleştirirsiniz ilim oluşur. Aradaki ilişkileri de düzgün bir şekilde kurarsanız ilimler oluşur. Sonra sizin öğrendikleriniz bir sonraki nesle intikal eder ilim gelişir. Sonra da işte medeniyet oluştu. Siz yeryüzünde şu anda bulunduğumuz şu ortama benzer bir ortamı oluşturacak bir başka varlık biliyor musunuz? Allahütealâ dışında o her şeye kâdir. Bakın dünyanın hiçbir yerinde böyle bir salon tabi olarak bulamazsınız. Dünyanın hiçbir yerinde böyle elektrikli ampul yoktur. Yani yaratılıştan yoktur onu demek istiyorum. İnsan eliyle yapılmış olanları istisna ederseniz var mı? Ne ampul var, ne mikrofon var, ne elbise var, su var ama suyun böyle bir ambalaj içerisinde sunulması dünyanın hiçbir yerinde yok. Kitap meselesi yok. Sesi alacak cihazlar… Bunların hepsi insan eseri değil mi? İşte Allahütealâ diyor ki: “Ben sizin bilmediğinizi bilirim”.
Peki, bu gelişmenin sebebi ne? Asıl muharriki ne? Asıl muharriki halifelik. Yani siz bir ilim yapıyorsunuz çok güzel bir başarı elde ediyorsunuz. Öbürü sizin önünüze geçmek istiyor ya. Adam öldürmekle daha büyük ilim adamı olmazsın ki. O zaman katil derler seni atarlar hapse. Ne yapacaksın? Ondan daha iyi ilim geliştireceksin ki onun yerine geçesin değil mi? Bu defa öbürü de senin yerine geçmeyi isteyecek o daha büyük bir ilim geliştirecek. Peki, neticede ne olacak? İnsanoğlu ilerleyecek işte. Ve bütün bunlar yazıya geçecek. Bunlar yazıya geçtiği zaman da o medeniyetin büyük bir nakli söz konusu olacak. Bir grubun bilgisi diğer gruba daha sonra gelen halifelere intikal etmiş olacak.
İşte o bakımdan bakın yazan insanoğlu. Allahütealâ ne diyor? “Nun. Kaleme ve yazdıklarına yemin olsun. (Kalem 68/1)” Yani bu o kadar önemli bir şey ki. Allah önem verdiği şeylere yemin eder. Yazı çok önemli… İnsanların yazdıkları da çok önemlidir. İşte bu yazıyla zaten intikal ediyor. İşte yeryüzünde insandan başka medeniyet kuracak bir varlık yok. Öyleyse insanoğlunun kurduğu bu medeniyet için yaptığınız bir şeyde esas rolünüzü yapmış olursunuz. Orada bir de Allah rızasını gözetiyorsanız hangi işi yaparsanız yapın, yaptığınız işten hem para kazanırsınız hem sevap kazanırsınız. Allah rızası yoksa sadece para kazanırsınız. Allah rızası varsa hem para kazanırsınız hem sevap kazanırsınız. Ne iş yaparsanız yapın. Çünkü yaptığınız her işle insanlığa bir hizmet sunuyorsunuz. Ve esas yaradılışınıza uygun şeyler yapmış oluyorsunuz. Allah sizi bunun için yaratmıştır. Çalışasanız, üretesiniz ve gelişime katkıda bulunasınız diye.
Allahütealâ da yaptığı hiçbir şeyi kayda geçirmeden yapmıyor. Her şeyi kayda geçiriyor. Başlangıçta okuduğum ayeti kerimede olduğu gibi Hadid 22. Ayet. “Yeryüzünde ve kendi içinizde sizin başınıza bir olay gelmez ki biz o olayı yaratmadan önce bir yere kaydını geçirmeyelim. (Hadid 57/22)” Mutlaka kayda geçer. Kayda geçtikten sonra yürürlüğe girer. Kayda geçmedi mi yürürlüğe girmez. Mutlaka kayda geçer. Peki, bizim yaptıklarımız ne oluyor? “Kişi ağzından bir söz çıkarmaya görsün. Yanında mutlaka onu gözetleyen birisi vardır. Tespit eder. (Kaf /18)” Ahirette onun için insanlar diyecek ki, her birimiz için teker teker kayıtlar tutulduğu için insan bakacak: “Ya burada küçük büyük demeden her şeyi yazmış! (Kehf 18/49)” Her şey var. “Kendilerine yaptıkları gösterilsin diye insanlar bölük bölük öne çıkarılırlar. (Zilzal 99/6)” Falanlar gelin bakalım. Bakın siz şunları şunları yaptınız. Siz gelin şunları şunları yaptınız. İnkâr etmek mümkün değil çünkü kayıtlar çok sağlam tutulmuş. İtiraz edenler etmek isteyecekler ama bu defa sürekli konuşanlar çok konuşanların ağzına bant çekiyorlar değil mi? Konuşmasın diye ya da hapse atıyorlar. Allahütealâ ne yapacak: “Bugün onların ağızlarına mühür basarız. Ağızları açılmaz çünkü vırvırvırvır edip duruyorlar! “Bu defa elleri konuşur. (Yasin 36/65)” Bunun manası ne demek? Demek ki bütün bu ellerimizle tuttuğumuz şeylerin kayıtları ellerimizde duruyor. Ayakları da şahitlik eder. Neye? Kazandıklarına. Ben şunu yaptım yarabbi ben şunu yaptım. İşte Cenabıhakkın yazıya vermiş olduğu önem. Kayıtlara vermiş olduğu önem son derece mühim. O zaman biz de Allahütealâ’nın gösterdiği gibi hareket etmeliyiz.
Tekrar başa dönüyoruz. “Nun. Kaleme yemin olsun (Kalem 68/1)” diyor Allah. Kalemi çok önemsiyor. Evet, melekler de kalemle yazıyor insanlar da kalemle yazıyor. Ama kalemin şekli ne? Yazı için belirlenmiş araç. Nasıl olursa olsun şekli şemali tabii ki tükenmez kalemle falan yazmıyorlar. Bir şeyle yazıyorlar yani. Ama mürekkep de önemli. Bir ayeti kerimede “De ki: Denizler mürekkep olsa rabbinin sözlerini yazmak için, rabbinin sözleri bitmeden deniz elbette biterdi. Denizlerin bir mislini de yardıma getirseydik. (Kehf 18/109)” yani mevcut denizler tamamı mürekkep olsa rabbinin ilmi bitmez, mürekkep biterdi. O zaman biz Cenabıhakkın ilminden ne kadarını biliyoruz? Ancak Allahın kavramalarına müsaade ettiği kadarıdır.
Buhari’de bir rivayet var. İşte Hızır ve Musa (as) kıssası ile ilgili Kehf suresindeki “abd” diye geçen. Bunun Hızır olduğu Buhari’de geçiyor. Olayın başında şöyle anlatılıyor. Birisi sormuş Musa’ya (as) yeryüzündeki en bilgili kişi kimdir? diye. O da benim demiş. Allahın lütfettiği kadar biliyorum dememiş yani Cenabıhakka bir pay bırakmadan bunu söylemiş. Bunu söyleyince de Cenabıhak buna bir ders vermek istemiş. Ve senden daha bilgilisi var demiş falanca yere gidersen onunla karşılaşırsın demiş. Ondan sonrası da Kuran’da var zaten. Hızır’la karşılaşıyorlar. Bir gemiye biniyorlar. Ama şimdi söyleyeceğim kısım Kuranı Kerim’de yok. Geminin güvertesinin kenarına bir kuş denize iniyor denizden gagasıyla bir su alıyor. Diyor ki Hızır Musa’ya: “Ya Musa senin ve benim bilgimin Allahın bilgisi yanındaki miktarı şu kuşun denizden aldığı şu su kadardır.” Şu kuş gagasıyla denizden ne kadar su aldıysa işte ikimizin bütün bilgisi o kadardır. O zaman bize şu düşüyor. Allahın bilgisini delil göstererek konuşamayız. Allahın bilgisinin ne olduğunu bilmemiz mümkün değil. O zaman bizim delil göstereceğimiz ne olur? Allahın bize bildirdiğidir. Allahın kudretini de delil getirerek hareket edemeyiz. Bilgisini de delil gösteremeyiz. Sen Allahın bilgisinden ne kadarını biliyorsun ki onu delil getiresin? İşte kelamcılar Allahın bilgisini delil getirdikleri için milleti sıkıntıdan sıkıntıya sokarlar. Allahın bilgisiyle değil Allahın bildirdiğiyle delil getirilir. Aksi takdirde gayba taş atmış oluruz. Yani karanlığı taşlamış oluruz. Belki o karanlığın olduğu yerde bizim yeni aldığımız araba vardır onun camlarını kendi elimizle kırabiliriz.
Şimdi Allahütealâ ilk indirdiği surede de diyor ki bu sure de ilk inen surelerden. Alak suresinde: “Yaratan rabbinin adıyla oku. İnsanı bir alaktan yaratmıştır. (Alak 19/1-2)” Alaka ilgi bağlantı falan… Bunu çok değişik şekilde tercüme edenler vardır. Her insanın diğeriyle alakası vardır hiçbir insan tek başına yaşayamaz. Herkesin bağlantıda olduğu başka insanlar mutlaka vardır. Hiçbir insan tek başına yaşayamaz. Bir hayvanı bağlarsınız bir otlağa yanında da su varsa bütün ömrünü orada geçirebilir. Onun sırtındaki yünü de ayağındaki ayakkabısı da yiyeceği içeceği her şeyi oradan temin edilir. Ama siz insan olarak bir parça ekmek yiyebilmeniz için binlerce insanın çalışması lazım. Şu bir bardak suyu içebilmemiz için bir sürü insanın bununla uğraşması lazım. Bir ceket giyebilmek için bir sürü insanın çalışması lazım. İnsanlar birbirleriyle alakalı. Bu çok değişik şekillerde tercüme edilebilir. Şimdi bunu geçiyorum. Ana rahmindeki ilk oluşumla da alakası var.
“Oku senin rabbin çok ikram sahibidir. (Alak 19/3)” Elinde avucundaki her şeyi ona borçlusun. “Allah kalemle öğretmiştir. (Alak 19/4)” Şimdi burada acaba Âdem (as) o da kalemle mi acaba? Olabilir. Ayetlerin üzerinde yeterince durmadığımız için. “İnsana bilmediğini öğretti. (Alak 19/5)” Bilmediğini öğrettiği ilk kişi kim? Âdem (as) ona da kalemle öğretmiş olabilir. Şu anda bizimle alakası insana da kalemle öğretme. İşte o kalem yazmasa, tabi kalemin şekli ne bugün klavye şeklinde olur yarın başka şekilde ayrı. Meleklerin yazdıkları da kalem bizim yazdığımız da kalem. Tabi ki melekler bizim gibi kırtasiyeden kalem alıp yazmıyorlar. Onlarınki farklı bir şey bizimkisi farklı… Yani kayıt aleti.
“Nun. Kaleme yemin olsun yazdıklarına da. (Kalem 68/1)” Yazanların yazdıklarına da. Yasteurunenin faili kalem değil. Kalemin yazdıklarına değil yazanların yazdıklarına da yemin olsun. Çünkü yazan akıllı insanlar. Kalemle yazıyorlar ama esas olan onların akıllarının kaleme dökülmesidir. Yani yazılmış olan şeylere de. Demek ki yazı çok önemliymiş değil mi? “Senin rabbinin nimeti sayesinde mecnun değilsin. (Kalem 68/2)” İşte şimdi Allahütealâ’nın Peygambere verdiği kitap da bu yazı sayesinde bize ulaştı. Bu kalem sayesinde biz bunu okuyabiliyoruz. Bu yazı sayesinde bunu başka taraflara da ulaştırabiliyoruz. “Senin için kesintisiz ücret vardır. (Kalem 68/3)” Bu yaptıklarının karşılığını fazlasıyla alacaksın. “Sen büyük bir yaratılış üzerinesin. (Kalem 68/4)” Yani senin yaratılman muazzam… Maddi vücut yapın itibariyle hem manevi vücut yapın itibariyle muhteşem bir yaratılış içerisindesin. “Sen göreceksin onlar da görecekler.(Kalem 68/5)” Sizin hanginiz sıkıntılar içerisinde kıvranıyor göreceksiniz. Son güler iyi güler. Kimin güldüğünü biz gördük. Mekkeli müşrikler değil müminler güldüler. “Senin rabbin kim yolundan çıkmış çok iyi bilir. O yola gelmiş olanları da bilir. (Kalem 68/6-7)”
(Yazıya geçiren: Efe Mısırlı – [email protected])