Bismillahirrahmanirrahim.
Çoğunluğun kabul ettiğine göre bu gece yani Ramazanı şerifin 27 nci gecesi Kadir Gecesidir. Hepinizin de bildiği gibi Kadir Gecesinin ne zaman olduğu bize bildirilmiş değildir. Ama insanların kendi aralarında adeta ittifak ettikleri Ramazanı şerifin 27 nci gecesidir. Yani 26 ncı gününü 27 nci gününe bağlayan geceye tüm Müslümanlar Kadir Gecesi diyor. Her yerde de böyle kabul ediyorlar. Kuranı Kerimde bu konuyla ilgili bir Kadir Suresi vardır. Birde Duhan Suresinde Kadir Suresini açıklayıcı ayetler vardır. Her şeyden önce Kadir Suresinin başına bakalım. Orada Allah-u Teala diyor ki “inna enzelnehu fi leyletil kadr” “biz onu yani Kuranı Kadir gecesinde indirdik”(97/1). Tabi buradaki indirdikten maksat indirmeye başladık demektir. Kuranı Kerimin tamamının inmediğini hepimiz biliyoruz. Kuranı Kerimin kendisinde de bu anlatılıyor(25/32). Yani insanlara yavaş yavaş okuyup insanların zihnine kazınması için Cenabı Hak 23 yıl gibi devam eden bir süre içerisinde Kuranı Kerimi indirmiştir. Buradan çıkaracağımız en önemli şey Kuranı kafamıza yerleştirmektir. Yani acele etmeye lüzum yok. Esas olan onu iyi kavramaktır. Örneğin bir tarlaya yağmur yağdığında o yağmur ince ve yavaş yavaş yağarsa ne olur? O suyu iyice emer değil mi? Ve o sudan istifade eder. Ama yağmur bol ve hızlı bir şekilde yağarsa o tarlanın toprağını da alıp götürebilir. Fayda sağlamadığı gibi zararlıda olabilir. İşte Kuranı Kerimde de Cenabı Hak “ve rattilil Kurane tertile” “Kuranı tertil ile oku”(73/4) diyor. Yani kelimeleri birbirinden ayırarak yavaş yavaş, hazmede hazmede oku. Tekrar başa dönüyorum.
“İnna enzelnehu fi leyletil kadr” “biz o Kuranı Kadir gecesinde indirdik”(97/1). Bir yılda kaç gece vardır? 354 gece vardır. 365 gece derseniz o miladi takvime yani güneş takvimine göre olur. Hâlbuki Kuranı Kerimde ibadetlerle ilgili olan vakitler tamamen ay takvimine yani kameri takvime göredir. Kadir gecesi de bu 354 geceden bir tanesidir. O zaman bu gece hangi ayda bulunuyor? Ramazan ayındadır. Niye ramazan ayındadır? Çünkü Allah Bakara suresinin 185 inci ayetinde “şehru ramadan ellezi unzile fihil Kuran” “ramazan öyle bir aydır ki Kuran o ayda indirilmiştir”. “huden linnas ve beyyinetin minel huda vel Furkan” “insanlara doğru yolu gösteren ve o doğru yolu açıklayan, Hak ile batılı yani doğru ile yanlışı birbirinden ayıran”(2/185) Kuran ramazan ayında indirilmiştir diyor. Yani Ramazan ayında indirilmeye başlanmıştır. Kadir suresinde “inna enzelnehu fi leyletil kadr”(97/1) Bakara suresinde “şehru ramadan ellezi unzile fihil Kuran”(2/185) Arapça bilenler burada ki ciddi benzerliği anlarlar. Gerçi tercümede de aynı şey anlaşılır. “Biz onu Kadir gecesinde indirdik”(97/1) “Ramazan ayı öyle bir aydır ki onda Kuran indirilmiştir”(2/185). Kadir gecesinin ramazanın dışında olması mümkün değildir. Şimdi bir takım kitaplarda senenin içerisinde bir gece diye yazarlar. Tamam, senenin içinde bir gece ama diğer aylar içerisinde değildir. Sadece Ramazan ayı içerisindedir. Bir de Duhan suresinde Kuranı Kerimin indirilmesinden bahsediliyor. 44 üncü sure ve bendeki mealde 497 nci sayfadadır. “Ha mim” “vel kitabil mubin” “açık kitaba” ya da “açıklayıcı kitaba”(44/1–2). Açıklayıcı manası bana çok daha doğru geliyor. Yani “mubin” kelimesi “açık” anlamına gelir. Fakat ismi fail olarak “açıklayan” anlamına da gelir. Kuranı Kerim şüphesiz açık bir kitaptır. Kuran her şeyi açıklayan bir kitap olduğuna göre asıl özelliği açıklayıcı kitap olmasıdır. Çünkü Kuranı Kerim her insan için açık değildir. Arapça bilen ulema topluluğu için(41/3) ve ilimde sağlam bir yer edinmiş kimseler için açıktır(3/7). Bazı yerleri her insan için açıktır ama bazı yerleri ancak ilim adamları için yani konunun uzmanları için açıktır. Zaten her şeyi açıklayan kitapta ancak öyle olur. Hem her şeyi açıklayacak hem de bir insanın cebine sığacak kadar küçük bir hacimde olacak. Tabii ki öyle olur. Onun için “el kitabil mubin” ifadesinin “açık kitap” yerine “açıklayıcı kitap” yani “her şeyi açıklayan kitap” diye anlamak daha uygun olur.
“İnna enzelnehu fi leyletil muberakeh” “biz o Kuranı mübarek bir gecede indirdik”(44/3) yani bereketli bir gecede indirdik. Benzerliğe bakın. Burada diyor ki “inna enzelnehu fi leyletil muberakeh”(44/3) öbüründe ne diyor? “İnna enzelnehu fi leyletil kadr”(97/1). Birinde “kadr” kelimesine izafe ediliyor. Diğerinde “mubarek” kelimesine izafe ediyor. “Kadr” kelimesi ile “mubarek” kelimesi arasında bir yakınlık var. Kadr, kıymetli, değerli anlamına da gelir. Mesela Türkçede Kadir, kadrimi kıymetimi bilmedi, gibi kullanılır. Bunun yanı sıra ölçü anlamına da gelir. Bir şeyi ölçmek, biçmek, bir şeyin değerini ortaya koymak şeklinde de anlaşılabilir. Kuranı Kerimin ayetlerinin ikişerliler şeklinde olduğunu da unutmamalıyız. Bir de müteşabih meselesi var(39/23). Müteşabihin ne demek olduğunu tekrar etmek gerekir. İnternetten dinleyen yeni dinleyicilerimiz müteşabih kelimesiyle neyi kastettiğimizi bilemezler. Önceden dinlediğiniz için siz biliyorsunuz. Müteşabihe bizim tefsir kitaplarında ve tefsir usulü kitaplarında “anlaşılamayan”, “manası kavranamayan” veya “çok değişik anlamlara geldiği için hangisinin tercih edildiği konusunda müfessirin şaşkınlık duyduğu ayet” diye tercüme edilir. Yani “anlaşılamayan ayet” diye anlatırlar. Anlaşılamayan bir ayet açıklayıcı bir kitapta olur mu? Olmaması lazım. Müteşabih kelimesi birbirine benzeyen iki şey için kullanılır ki Kuranda bu kelime sekiz ayette geçiyor. Tefsir âlimleri bu sekiz ayetin yedisindeki müteşabihe birbirine benzeyen iki şey anlamını veriyorlar. Ama sadece sekizinci geçtiği ayete yani Ali İmran suresinin 7 nci ayetinde ki “müteşabih”e “anlaşılamayan ayet” anlamını veriyorlar. Onların verdikleri bu mana kelimenin ne sözcük anlamıyla uyuşuyor ne de verdikleri bu anlamı destekleyen Kuranda bir işaret var. Ne de Peygamberimizin sünnetinde bir işaret var. Sonuç olarak Ali İmran suresinin 7 nci ayetinde şöyle ifade ediliyor. “Huvellezi enzele aleykel kitab” “sana bu kitabı indirmiş olan odur” “minhu ayatum muhkemat” “onda muhkem ayetler vardır”. “hunne ummul kitab” “kitabın anası onlardır” “ve uharu muteşabihat” “ve diğerleri de müteşabih olanlardır”(3/7). Cümleyi tekrarlıyorum. Kuranın bir kısmı muhkem ayetlerdir. Onlar Kuranın anasıdır. Geri kalanı müteşabihtir. Bu cümleden ne anlarsınız? Kuranın çoğu muhkem mi, yoksa müteşabih mi? Katılımcılar: Muhkem, müteşabih… Abdülaziz Bayındır: Biriniz muhkem dediniz, biriniz müteşabih dediniz. Cümlenin doğru anlaşılması için tekrar ediyorum. Allah-u Teala Kuranın bir kısmı muhkem ayetlerdir, onlar kitabın anasıdır. Geri kalanı müteşabihtir diyor. Kuranda bizim anladığımız dille yani sokaktaki insanın anladığı dille indirilmiştir. Buradan ne anlarsınız? Kuranın çoğu muhkem mi müteşabih mi? Katılımcılar: Müteşabihtir. Abdülaziz Bayındır: Müteşabihtir. Çünkü ana her zaman her zaman hazırdır. Bir evde bir tane ana vardır. Onun çok sayıda evladı ve torunları olur. Bu ayetten muhkem ayetlerin az, müteşabihlerin çok olduğu anlaşılır. Buradan bizim tefsircilerin ve tefsir usulü âlimlerinin verdiği anlama dönelim. Onlar müteşabihi “anlaşılmaz ayet” olarak tercüme ederler. Bu ne demek olur? Yani Kuranı Kerimin büyük bir bölümü anlaşılmaz. Bu yaptıklarının hata olduğunu fark ettikleri için bazıları az önce size söylediğim cümleden çoğu muhkemdir, diye anlam çıkarmaya çalışırlar. Hâlbuki o cümle yapısından öyle bir şey çıkarmak mümkün değildir. Kuranın bir kısmı kısa ve özlü ayetlerden oluşur. “Kitabun uhkimet ayatuhu” “bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmıştır” “summe fussilet” “sonra açıklanmıştır”(11/1). Şimdi siz kendi anladığınıza göre cevap verin. Açıklayanlar mı daha çok olur? Açıklanan mı? Bir katılımcı: Açıklayanlar… Abdülaziz Bayındır: Açıklayan daha çoktur. Çünkü o açıklanan bir cümle olur ama açıklayan belki birkaç sayfa olur, değil mi? Onun için “kitabun uhkimet ayatuhu” “bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış” “summe fussilet” “sonra açıklanmıştır”(11/1). Kim açıklamış? “min ledun Hakimin habir” “Hakim ve habir tarafından” yani Allah tarafından açıklanmıştır. Yani ben bu açıklamaya sizin ihtiyacınız olmadığını biliyorum. Çünkü siz yıllardır bunu biliyorsunuz. Ama yeni dinleyenler için bu kısa açıklamayı yaptık. Yoksa bu konu başlı başına saatlerce hatta günlerce üzerinde konuşulması gereken bir konudur. İşte bu açıklanan ve açıklama bir ikili ilişki oluşturuyor değil mi? Bir kısmı ayetleri açıklanan, bir kısmı da ayetleri açıklayandır. İşte bu ikili ilişkiyle Kuranı Kerime yaklaştığınız zaman muhteşem bir açılım buluyorsunuz. O zaman Kuran açıklayıcı oluyor.
Müteşabih, birbirine benzer demektir. “inna enzelnehu fi leyletil muberakeh”(44/3) “inna enzelnehu fi leyletil kadr”(97/1) duyarken bile değil mi? Kulağınız bile bu benzerliği hemen fark ediyor. “Biz onu mübarek bir gecede indirdik”(44/3). “Biz onu Kadir gecesinde indirdik”(97/1). “inna kunna munzirin” “biz uyarıda bulunmaktayız”(44/3) yani insanları uyarmaktayız. Tefsir âlimleri içerisinde bu ilişkiyi göz önüne almayanlar çoğunlukta olduğu gibi bunu arada sırada göz önüne alanlar var. Fakat bunu bir metot olarak ortaya koyan yok. Hepsi de Kuranı en iyi Kuran açıklar der. Ama hiç kimse böyle bir metotla hareket etmez. Arada sırada bazı ayetlerle bazı ayetleri açıklarlar. Bu metodu benimsememiş ulema, Şaban ayının 15 inci gecesi yani berat gecesi Kuranı Kerim Levhi mahfuzdan dünya semasına inmiştir, diye söylüyorlar. Delili ne? Delili olarak Duhan suresinin 3 üncü ayetini gösteriyorlar. Levhi mahfuzdan dünya semasına indiğini neresinden çıkarıyorsunuz? Onu da şöyle anlatırlar. Toplu bir şekilde Levhi mahfuzdan dünyaya… Beydavi’nin tefsirinde öyle mi, diyor. Beydavi’nin tefsiri gerçekten çok değerli bir tefsirdir. “Leyletil mubareke” yi önce “leyletil kadr” diye açıklamış. Yani önce mübarek geceyi kadir gecesi diye açıklamış. Kadir gecesinin öncesinde Kuranın Levhi mahfuzdan dünya semasına indirilmeye başladığı geceye “berae gecesi”dir, diyor ve şöyle devam ediyor. Beydavi: O gece Levhi mahfuzdan toplu olarak dünya semasına indirilmiştir. Sonra Peygamberimize parça parça indirilmiştir. Abdülaziz Bayındır: Ama hiçbir delil yok. Bu büyük bir iddiadır. Peki, Levhi mahfuzun yeri nerededir?
Kuranı Kerime bakarsanız Kuranı Kerim Levhi mahfuzun yerini de haber veriyor. Biz daha önce Levhi mahfuzla ilgili ayetleri burada ders olarak okumuştuk. Hatırlayanınız var mı? Levhi mahfuz. O ilgili ayet hangisiydi? Suretil Vakıa değil mi? Allah “Fela uksimu bi mevekıin nucum” “yıldızların bulundukları yere kasem ederim” “ve innehu le kasemun lev tea’lemune azim” “evet o gerçek bir yemindir, bir bilseniz büyük bir yemindir”(56/75–76). “Mevakıin nucum” meselesini açıklayalım. Yıldızlar neredeydi? Birinci kat semadaydı. Çünkü Allah “ve lekad zeyyennes semaed dunya bimesabiha” “en yakın göğü yıldızlarla donattık”(67/5) diyor. Birisi bu “mesabih” belki başka manadadır, diye itiraz edebilir. “ve lekad zeyyennes semaed dunya bimesabiha” (67/5). Burada ki “mısbah” kandillere verilen addır. Yıldızlar uzaktan kandil gibi görünür değil mi? Saffat suresinde de bunu gösteren ayeti kerimeler vardı. Allah Saffat suresinin 6 ncı ayetinde biraz daha açıklıyor. “İnna zeyyennes semaed dunya bizinetinil kevakib” “o en yakın göğü yıldızlarla süslemişizdir”(37/6) diyor. Sonra da “Ve hıfzan min kulli şeytanin marid” “her inatçı şeytandan da koruduk”(37/7) diyor. Öyle bir muhkem koruduk ki “hafıznaha hıfzan” yani “hafıznahu hıfzan” demektir. Yani çok sıkı bir şekilde koruduk. Çünkü Peygamberimizden önce cinler birinci kat semaya çıkabiliyorlardı. Cin suresinde “ve enna kunna nak’udu minha mekaıde lissem’ı, femey yestemiıl ane yecid lehu şihaber rasada”(72/9) diyor. Cinler kendi ağızlarından anlatıyorlar. “Biz birinci kat semada dinlemek için bir takım oturacak yerler vardı, oralara otururduk. Şimdi kim orayı dinlemek isterse hemen arkasından onu takip eden bir şihab yani ona bir meteor atılıyor. Artık birinci kat semaya gidemiyor”(72/9). Aynı olayı anlatan bir başka ayette şöyle diyor. “Duhurav ve lehum azabuv vasıb” “Oradan kovuluyorlar ve onları bir azap takip ediyor”(37/9). Yani hiçbir zaman oraya yaklaşmaları mümkün değil. Eğer yaklaşırlarsa sürekli bir azap içerisinde oluyorlar. “La yessemmeune ilel meleil ea’la ve yukzefune min kulli canib” “Cinler melei alaya kulak kabartamazlar. Onlara her taraftan üzerlerine o meteorlar atılır”(37/8). Peki, “melei ala” bu ayeti kerimeye göre neresi olur? Birinci kat sema olur.
Buradan tekrar vakıa suresine intikal edelim. “La yessemmeune ilel meleil ea’la” (37/9). Mesela şu izahı Kuranda bulursunuz. Ama Kuranın dışında hiçbir yerde bulamazsınız. Niye bulamıyorsunuz? Dersin başında söylediğim gibi ayetler arası ilişkilere bakarak Kuranı açıklayan yok da ondan dolayı bulamazsınız. Yani Kuranı Kuranın dediği gibi açıklayan yok. Öyle bir açıklama olmayınca bu defa da herkes kendi kafasına, kendi bilgisine göre açıklamalar yapıyor. Yani gece karanlıkta odun toplayan insan gibidir. Odun yerine yılanda topluyor fakat farkında değil. O yılan sonra kendini sokup zehirliyor. Ölüp gidiyor.
“Fela uksimu bimevekıin nucum” “yıldızların bulunduğu yere kasem ederim”(56/75). Bu birinci kat sema değil mi? Çok kesin. “ve innehu le kasemun lev tea’lemune azim” “bu öyle bir yemin ki bilseniz çok büyük bir yemindir”(56/76). Siz o birinci kat semanın ne olduğunu bilmiyorsunuz ki… Ama Allahtan öğreniyoruz. “Melei ala”nın orada olduğunu öğrenmişiz. “innehu le Kuranun Kerim” “o ikramı bol bir Kuran, çok ikramlı bir Kurandır, değerli bir Kurandır” “fi kitabin meknun” “saklı bir kitaptadır” “la yemessuhu illal mutahharun” “ona mutahharlardan başkası dokunamaz”(56/77–79). Burada mutahharlar kim olur? Yani “tertemiz olanlar” kim olur? Melekler. Çünkü meleklerin günah işlemediklerini Cenabı Hak bir ayette bildiriyor. “La yasunallahe fi ma amarahum ve yefalune ma yu merun” “Allahın onlara verdiği emirlerin hiçbirinde Allaha isyan etmezler kendilerine ne emredilirse onu yerine getirirler”(66/6). İşte bunlar “tertemiz olanlar”dır. “innehu le Kuranun Kerim, fi kitabin meknun, la yemessuhu illal mutahharun” “o ikramı bol bir Kurandır saklı bir kitaptadır ona sadece tertemiz olanlar dokunur”(56/77-79). O kitaba diyor. Bu “saklı kitap” ne olabilir? “Saklı” kelimesinin bir başka anlamı var. “Bel huve Kuranun mecid” “fi Levhin mahfuz” “o yüce bir Kurandır” “ve Levhi mahfuzdadır”(85/21-22). “Levhi mahfuz”la “kitabin meknun” aynı kavramın değişik kelimelerle izahıdır. “La yemessuhu illal mutahharun” “o tertemizlerden başkası dokunamaz”(56/79). Şeytan birinci kat semaya yaklaştırılmıyor. Ona nasıl dokunacak? O zaman bu Kuran nerede olabilir? Bir katılımcı: Birinci kat semada? Abdülaziz Bayındır: Evet, birinci kat semadadır. “Levhi mahfuz” nerede olur? Bir katılımcı: Birinci kat semadadır. Abdülaziz Bayındır: Bu delilsiz bir konuşmamı oldu? Peki, bu insanlar neye dayanarak berae gecesi diyorlar? Bizimkiler berat gecesi diyorlar. Yani Şaban ayının 15 inci gecesinde Kuran Levhi mahfuzdan dünya semasına inmiştir, Kadir Gecesinde de dünya semasından yeryüzüne parça parça inmeye başlamıştır, diyorlar. İşte ayetleri birbiriyle karşılaştırarak anlarsanız böyle delilsiz şeyler söylememiş olursunuz.
Tabii baştanda söylediğim gibi bu tür açıklamalar ayetler arası ilişkileri çok iyi bilenlerin yapabileceği açıklamalardır. Herkes yapamaz. Onun için Kuranı Kerim açıklayıcı bir kitaptır. Ama onun metodunu kavrayan ilim adamları topluluğu tarafından ancak açıklanabilir. Onun dışındaki insanlar için de açık olur. Ama bunun sıradan insanlara açıklığı şöyle tarif edilir. Örneğin bir ormana gidersiniz. O ormanın temiz havasından istifade edersiniz. Orada bir takım meyveler olur, onlardan yersiniz. Suyundan içersiniz. O temiz kokusunu alırsınız. Rahatlar gelirsiniz. Ama oraya bir madenci gelse başka şeyler keşfeder. Ağaçlarda uzman olan kişiler gelse başka şeyler keşfeder. Tabiat bilimleri konusunda uzmanlar gelse başka şeyler keşfeder. Yani herkes kendi uzmanlık sahasına göre bir şeyler keşfeder. Siz gidersiniz temiz hava, su, meyve başka hiçbir şey yok. Olanın hepsi bu dersiniz. Ama uzmanlar gelir öyle şeyler söylerler ki sizde şaşırırsınız. İşte sizde Kuranı Kerim okuduğunuz zaman bir ormana giden kişi gibi olursunuz. Çok şey istifade edersiniz. Ama sakın kendinizi uzman yerine koymayın. Oradaki çok güzel ağaçlardan mobilya yapmaya kalkışmayın. Ağaçları da zayi edersiniz. Onun için bazı kimseler kendilerini müfessir yerine koyuyor. Daha önce bilinmeyen şeyleri Kuranı Kerimi okuyarak insanlar öğrenmeye başlıyorlar. Bu defa da kendilerini oldukları yerden çok daha üstün görüyorlar. O zamanda büsbütün açıkları ortaya çıkıyor. Onun için insan her zaman haddini bilmeli. Yani en basit bir şeyde içtiğimiz suda, içtiğimiz çayda bile uzmanlar konuştuğu zaman çok farklı şeyler konuşur. Biz sudan anlamaz mıyız, anlarız. Bize yetecek kadarını anlarız. Ama bazen mikroplu suyu çok farklı ve lezzetli su diye de zevkle içebiliriz. Onun için elbette Kuranı Kerim okuyacağız. Elbette ki çok şey anlarız. Ama sakın kendimizi tefsir âlimi yerine koymayalım. Kuranı Kerimin kendimize göre yorumunu yapmaya kalkıştığımız an çok güzel bir ağaçtan mobilya yapmaya kalkışan insanın durumuna benzer. Hiçbir şey yapamaz, ağacıda zayi eder. Kendini de iyice yorar. Onu ancak uzmanı yapabilir. Düşünün bir mobilya için kaç tane uzman gerekiyor. Ağacı kesmeden seçecek iyi bir ormancı gerekir. Sonra onu fabrikaya nakledecekler. Sonra o fabrikada ham kereste haline dönüşecek. Sonra o fırınlanacak. Ondan sonra mobilyacıya gidecek. Önce onun bir kabası yapılacak. Ondan sonra ince işçiliği yapılacak. Sonrada döşemesi yapılacak ya da başka bir kaplaması. Ve kaç merhaleden geçtikten sonra mobilya olarak bizim salonumuza gelecek. O arada ne kadar çok uzmanlık istiyor. Her şey 32:12 göredir. Bu kadar açıklamadan sonra tekrar başa dönüyorum.
“inna enzelnehu fi leyletil muberakeh” “biz Kuranı bereketli bir gecede indirdik”(44/3). O bereketli gece ramazanı şerif içinde bir gecedir. Çünkü “şehru ramadan ellezi unzile fihil Kuran” “ramazan ayı Kuran o ayın içerisinde indirilmiştir” (2/185) diyor. “inna kunne munzirin” “biz uyarıda bulunmaktayız” (44/3). Ne ile uyarıda bulunuluyor? Bir katılımcı: Kuranı Kerimle… Abdülaziz Bayındır: Kuranı Kerimin bize ne dediğini bilmezsek bizim için uyarıcı olur mu? Allah-u Teala İbrahim suresinde diyor ki “ve ma erselna min resulin illa bilisani kavmih” “her elçiyi kendi kavminin diliyle göndermişizdir”(14/4). Yani halkın konuştuğu dille göndermiştir. Neden öyle? “liyubeyyine lehum” “kendi elçiliğini onlara iyice açıklasın” (14/4). Çünkü onlarla aynı dili konuşmazsa anlaşma imkânı olmaz. Aksi halde ne ile açıklayacak? “ve yudillullahu men yeşae” “ondan sonra Allah isteyeni sapıklıkta bırakır” “ve yehdi men yeşae” “isteyeni de yola getirir”(14/4). Peygamber kavminin diliyle geliyor. Çünkü onlara açıklıyor. O zaman siz Allahın kitabını muhattabınızın diliyle anlatmazsanız insanlara Allahın kitabını anlatmış olmazsınız. Evet, çok iyi hafız gelir, çok güzel bir Kuran okuyabilir. Muhattabınız açısından bu değişik bir musikidir. Çünkü muhtevasının ne olduğunu bilmiyor. Olsun, bu Allahın kitabı diyorlar. Kişi en fazla saygıyla dinler. Ama Allahın ne dediğini bilemez. Bakarsın ki hiç ağlamaması gereken yerde ağlar, ağlaması gereken yerde de güler. Çünkü ne dediğini bilmiyor ki. Biz ayetin dediğine göre bu Kuranı Kerim insanları uyarmak için inmiştir. Uyarabilmek için içindekileri bilmek lazım. Tekrar ediyorum, siz Kuranın mealini okuduğunuz zaman size yetecek kadarını alırsınız. Az önce söylediğim gibi uzmanlık sahanıza girmeyen konuda konuşmayın. Ama elbette ki size yeteni alırsınız. Onun için Kuranı muhattabın diliyle anlatmak lazım. Onun anlayacağı şekilde yavaş yavaş, teker teker acele etmeden anlatmak lazım. Onun anlaması için fırsat vererek anlatmak lazım.
İşte ramazan ayındayız insanlar Kuranı Kerimi en çok kimin için okuyorlar? Ölüler için. Hangi ölüyü uyaracaksınız? Allah-u Teala diyor ki “sen kabirlerde olana işittiremezsin”(35/22). Bu akşam bir arkadaşımız diyanet takviminden bir yaprak getirdi. Ölülere Kuran okunur diye yazıyor. Onların durumunu anlamak için dedim ki ölüler okuduğunuz Kuranı dinleseler. Hocam ayete aykırı diye itiraz ettiler. Dedim ki kardeşim tabii aykırıda sen bunu yazanların mantığıyla bir düşün. Kendini onların yerine koy. Onlar kabrin başında Kuran okudukları zaman ölülerin duyduklarına inanıyorlar. Diyelim ki ölen bir adamın iyi bir evladı var. Onlara göre duyuyor. Allah “ve ma ente bimusmiım men fil kubur” “sen kabirdekilere bir şey işittiremezsin”(35/22) diyor. “sen kabirde bulunana işittirecek değilsin” diyor. İşitir diyenlerin mantığıyla düşünün. Bu konuda bir hadisi şerifi delil olarak alıyorlar. Ayetin önüne geçiriyorlar. Ayeti görmezlikten gelerek o hadis üzerinde hüküm bina ediyorlar. Peygamberimizin bedir savaşında ölenlerle ilgili konuşma yaptığı hadis. Hadisn Orjinali. Peygamberimiz “biz rabbimizin bize vaat ettiğini gerçek olarak bulduk, sizde buldunuz mu” diyor. Hz Ömer de demiş ki ya Resulullah bunlar öldü, nereden bulsunlar? Peygamberimizde demiş ki onların duyması sizin duymanızdan daha aşağı durumda değildir. Bu hadisi mesela Aişe validemiz kabul etmiyor. Böyle bir şey olmaz, diyor. Aslında Peygamberimiz orada yaşayanlara duyuruyor. Yaşayanlara diyor ki inansaydınız böyle olmayacaktı, şimdi başınıza geldi. Bunun benzerini Şuayb (a.s) kavminin helakından sonra yapıyor. Araf suresi 91 inci ayetten okuyalım. “Feehazethumur racfeh” “Şuayb (a.s) kavmini büyük bir sarsıntı yakaladı” “feasbehu fi darihim casimin” “kendi evlerinin içerisinde, kendi yurtlarında diz çöküp kaldılar, kıpırdayamadılar, öylece öldüler” “Ellezine kezzebu şuayben keel lem yağnev fihe” “şuaybı yalanlayanlar sanki o topraklarda hiç olmamış gibi oldular yani hiç yaşamamış gibi oldular”(7/91–92). Sanki daha önce böyle insanlar yokmuş gibi. Orada bir varlık göstermemişler gibi oldular. Hepsi öldü gitti. “Ellezine kezzebu şuayben kanu humul hasirin” “şuaybı yalanlayanlar işte kaybedenler onlar oldu”. “Fetevella anhum” “şuayb a.s onlardan yüzünü çevirdi” “ve kale” “dedi ki” “ya kavmi” “ey kavmim” “lekad eblağtukum risalati rabbi ve nesahtu lekum” “rabbimin elçi olarak bana verdiklerini size tebliğ ettim ve size nasihatta bulundum”. “fekeyfe asa ala kavmin kafirin” “kafirler topluluğuna nasıl üzülebilirim” (7/92–93). Hepiniz yok oldunuz gittiniz ben size üzülemem ki. Şuayb (a.s)’ın yaptığı bu konuşma onlara hitap mı? Yoksa kalanlara hitap mı? Katılımcılar: Kalanlara. Abdülaziz Bayındır: Peygamberimizin o konuşmasını Kurana uygun bir şekilde yorumlamak varken tutarlar Kuranı Kerimi ona göre değiştirirler. Hâlbuki Peygamberimiz Kurana tabidir. “in ettebiu illa ma yuha ileyye” “ben sadece bana yapılan vahye uyarım”(6/50). Öyleyse Peygamberimizin sözlerini Kurana uygun bir şekilde uygulamak gerekir. Bir katılımcı: Hocam Yasin suresinin 70 inci ayeti de konuyla ilgili. Bu “Kuran Muhammed’e hayatta olanları uyarması ve kâfirlere vaad edilen azabın Hak olması için indirilmiştir”(36/70) diye yazıyor. Abdülaziz Bayındır: Evet, Yasin suresinde Cenabı Hak diyor ki “Liyunzira men kane hayyev ve yehıkkal kavlu alel kafirin” “bu Kuranı Allah indirmiştir canlı olanları uyarasın o cezada kafirlere Hak olmuştur” (36/70). Bunlar ortada iken hala diyorlar ki ölülere Kuran okunur. Onların mantığıyla düşünün ölüler okunanı tamamen duyuyor. Adamda gidiyor babasının ya da annesinin kabrinin başında her gün Kuran okuyor. Yıllarca okuyor. Kabirde; annesi, babası hafız oluyor. Öyle farz edelim. Bunun, onun annesine veya babasına ne faydası olur? Öldükten sonra sevap kazanılır mı? Öldükten sonra günah işlenir mi? Mesela sen Kurandan namaz kıl diye ayetleri okuyacaksın. Nasıl namaz kılacak? Oruç tut diye okuyacaksın. Nasıl tutacak? İşte zina etme diyeceksin. Et desende yapamaz zaten. Çünkü artık onlar için süre bitmiş. Ölmüş olanların nesini uyaracaksın? Bunlar ancak diri olanları uyarmanız içindir. Kuranı Kerimi dirilerden uzaklaştırdığımız için hiçbir işe yaramayacağına hiç olmazsa ölülere okuruz diyorlar. Boşuna meşgul oluyormuşsun 42:50 42:51. Yani boşa kürek çekmek dedikleri şeye benzer.
Bir katılımcı: Hocam bitkilerin kabir azabını hafiflettiği gibi bir etkisi olabilir mi? Abdülaziz Bayındır: Bitkilerin kabir azabını hafifleteceğine dair hadisi şerif var. Ama ölülerin bizi duymalarına dair bir delil yok. Biz ölülerimiz için sürekli dua ederiz. Her namazımızda dua ediyoruz. Ne diyoruz? “Rabbenağfirli velivalideyye velilmuminine yevme yekumul hisab” “ya rabbi beni, ana, babamı ve bütün müminleri o hesabın kurulacağı gün affet”(14/41) bu duayı yapıyoruz. Tabii ki ölmüşlerimiz için dua ederiz. O ayrı bir konu. Ama Kuran okuma meselesi kendimiz içindir.
“Fiha yufraku kullu emrin Hakim” “o gece ayırt edilir”. Ne? “kullu emrin Hakim” yani “kararı verilmiş her iş”(44/4). Hakim, hüküm değil mi? Hükümden gelmiyor mu? Hakim, ismi faildir. İsmi meful da olabilir. Fail vezni her ikisi de olabilir. Dolayısıyla Arapça açısından 44:26 olur. Yani “hikmet” diye de tercüme edersiniz. “Karar verilmiş” iş olarak da tercüme edersiniz. Beydavi nasıl tercüme etmiş? Enes Hoca: 44:38 44:42 Abdülaziz Bayındır: Yani “hikmetli iş” olarak söylemiş. Tabii o “hikmetli iş” de yine “doğru karar verilmiş olan iş” anlamına gelir. Her iş o gecede ayırt edilir.
Kadir suresine dönelim. “inna enzelnehu fi leyletil kadr” “ve ma edrake me leyletul kadr” “leyletul kadri hayrun min elfi şehr” “Biz onu Kadir gecesinde indirdik” “sen Kadir gecesinin ne olduğunu nereden biliyorsun” “Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır”(97/1–3). Bunun çok önemli bir gece olduğu anlaşılıyor. Kadir gecesinde Kuran indirildi. Buradan şu anlaşılabilir. Şimdiye kadar bir tek gece var ki o gece de Kuran indirildi. İşte o gece Kadir gecesidir. Ondan sonrası da Kadir gecesi değil, öncesi de değil. Neden Kuran indirildiği için? Kuranın hürmetine? Yani insanlara Kuran gibi çok önemli bir kitabın gelmeye başladığı bir gece olması sebebiyle çok değerli gecedir, diye akla gelir değil mi? Acaba her zaman tekrarlanır mı tekrarlanmaz mı? Gerçi o ayeti dikkatle incelerseniz Kadir gecesinin zaten var olduğunu anlarsınız. Kuran indirildiği için Kadir gecesi değil. “inna enzelnehu fi leyletil kadr” “ve ma edrake me leyletul kadr” “leyletul kadri hayrun min elfi şehr”(97/1-3). Bu “leyletul kadr” ayrı bir şey. Ama Kuran o gecede indirilmiştir. “Leyletul kadr” diye bir gece var. “Kadir gecesi” diye bir gece var. Kuran o gecede indirilmiştir. Burada zihninize bir soru takılabilir. Onu bu ayet daha da açıyor. “Fiha yufraku kullu emrin Hakim” “o gecede karar verilmiş her iş ayırt edilir”(44/4). Şu şunu yapacak, bu bunu yapacak. Zaten “kadr” kelimesi de bu anlamı veriyor. Ölçmek, takdir etmek, ölçüsünü belirlemek…
Baştan okuduğum ayetlere dönelim. “Melei ala”da kim vardı? Melekler vardı. Bu işlerle görevli olanlar kim? Onlarda melekler. 47:11 Tevkif edilir 47:12 derken senede bir gün Kadir gecesinde işte sen şunu yapacaksın diye her birisine birer görev taksimatı yapılıyor. Cin suresinden az öncede bir ayeti okumuştuk. Şeytanlar yani cinler daha önce “melei ala”ya girer, kendilerine verilmiş bu görevleri melekler kendi aralarında konuşurken bunlarda onlardan dinleyip gelir yeryüzünde ilişkide bulundukları insanlara anlatırlardı. Tabi cinlerde bire yüz yalan katarak anlatırlardı. O insanlarda bu cinlerden duyduklarının bir kısmını diğer insanlara söylerler. İnsanlarda bu kişileri yani kâhinleri gaybı bilen veya gelecekle ilgili haber veren kişiler olarak algılarlardı. Ama Peygamberimizin gelmesiyle birlikte bu kapılar kapandı. Artık onları dinleyemiyorlar. Ayetleri birleştirdiğimiz zaman ne kadar iyi anlaşılıyor değil mi? O zaman Kadir gecesi her sene tekrarlanan bir gecedir. “Emram min ındina” “bizim katımızdan verilmiş bir emir olarak”(44/5). Allah emirlerini veriyor. O gece bu emirler görev taksimatı olarak görevlilere taksim ediliyor. “inna kunna mursilin” “çünkü biz elçiler görevlendiririz”(44/5). Elçi dediğimiz zaman sadece Peygamberleri mi anlıyoruz? Meleklerden de elçiler var. Bunlarda Allahın emirlerini iletiyorlar. Mesela Cebrail a.s için kullanılan “innehu le kavlun rasulin Kerim” “o Kuran değerli bir elçinin sözüdür” (81/19). Çünkü Allah, Kuranı Cebrail(a.s) vasıtasıyla peygamberimize göndermiştir. “Rahmetem mir rabbik” “rabbinden bir rahmet olarak”(44/6). Mesela bu elçilik meselesini şöyle de anlamak mümkün olabilir. Bazen Müslüman veya kâfir her insanın zihnine bazı şeyler bazı güzel manalar doğabilir. Mesela bir yere gitmek için karar verirsiniz. Daha sonra hiç canınız çekmez. Gitmek istemezsiniz. O melekler size bunun uyarısını yapmış olurlar. Bazen de hiç niyette yokken canınız ister ve kalkar gidersiniz. Bu tür elçiliklerde akla gelebilir. Allah bunlar için ilham kelimesini kullanıyor. Ama o elçilik bizim birisine söylememiz için olan elçilik değildir. Peygamberlerin elçiliği Peygambere gelen emirleri Allahın emri olarak insanlara tebliğ etmektir. Peygamberler Allahın elçisidir. Burada melekler Allahın elçisidir. Bize gelince iş bitmiş oluyor. Bazıları şöyle diyebilirler. Benim içime şöyle bir şey doğdu veya rüyada şunu gördüm. Bir melek size o rüyayı göstermiş olabilir. Orada gelecekle ilgili bir takım şeyler görmüş olabilirsiniz. Ama bu sadece sizi ilgilendirir başkasını ilgilendirmez. Fakat elçiye gelmiş olanlar sadece elçiyi ilgilendirir. Allahın elçisi yani Peygamberler mutlaka insanlara anlatmak zorundadırlar. Çünkü onlar Allahın elçisidirler. Ama siz Allahın elçisi değilsiniz. Size geldiği zaman iş bitmiş olur.
“İnnehu huves semiul alim” “Allah hiç şüphesiz işiten ve bilendir” “Rabbis semavati vel ardı ve ma beynehuma” “göklerin yerin ve o ikisi arasındakinin sahibidir”(44/6–7). Yani Rabbidir. Allah her şeyin sahibidir. Onun sahipliği öyle bir şey ki yoktan var eden o, yaşatan o, öldüren o, yeniden yaratan o… Mesela ben şu ceket benimdir derim, değil mi? Kendi aramızda ben bunun sahibiyimdir. Peki, bu ceketin kumaşını ben mi yaptım? İpliğini ben mi ördüm? Bunu ben mi diktim? Ne zamana kadar bu benimdir? Bir başkasına satıncaya veya verinceye kadar benimdir. Yani benim bir şeye sahip olmam son derece zayıf bir sahipliktir. Ama Allahın sahipliği öyle değil. Allah onu yoktan var edendir. Mesela Allah hepimizin sahibi yani rabbidir. Bizi yaratan odur. Yaşatan odur. Öldürecek olan ve yeniden yaratacak olan odur. Elimizde ayağımızda neye sahipsek hepsinin sahibi odur. Kendimize ait hiçbir şeyimiz yoktur. Onun sahipliği başka bizim sahipliğimiz başkadır. Bizimki son derece zayıf ve geçicidir. Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olanların sahibi odur. “in kuntum mukınin” “eğer gerçekten inanıyorsanız bu böyledir”(44/7). Hakikaten içten karar vererek anlamak isterseniz bunu pek ala anlarsınız. Bu böyledir. “la ilahe illa hu” “ondan başka ilah yoktur” “yuhyi ve yumit” “canı verende odur, canı alanda odur”(44/8). Yani yaşatan ve öldüren odur. “Rabbukum ve rabbu abaikumul evvelin” “O, hem sizin rabbinizdir, hem de gelmiş geçmiş babalarınızın rabbidir”(44/8). Burada şunu tekrarlamak gerekir. Kuranı Kerimin hiçbir ayetinde Allahın varlığını ispatla meşgul olunmamıştır. Çünkü bunu herkes biliyor. Ama bütün emirler Allahın bir olduğu ondan başka ilah olmadığı yönündedir. Çünkü insanlar Allah ile kendi aralarına aracılar koymayı pek severler. Allahın çok güçlü olduğunu bilirler. Allaha pek güvenleri olmadığı için ya bize iyi davranmazsa diye bir aracı yani kurtarıcı ararlar. Mesela Hıristiyanlar, İsa bizim kurtarıcımızdır, derler. İsa kendisine sığınan herkesi kurtarabilir, kurtarmaya gücü yeter, derler. Kimden kurtaracak? Allahtan kurtaracak. Allahtan kurtaracaksa Allahtan daha güçlü olması gerekir değil mi? En azından onunla denk güçlerde olması lazım. Ya da Allahın İsa’ya borçlu olması lazım ki sen benim şu dileğimi yerine getir bende senin şu dileğini yerine getireyim gibi bir ilişki olsun. Yani ortak olması gerekir. Ve adil olmaması lazım tabi ki… İnsanlarda bu çok yaygındır. Bizim bu Tarikatçılığa Bakış kitabımızda var. Tarikat şeyhlerinden birisiyle görüşürken yanında da İstanbul’un tanınmış hocalarından birisi vardı. Abdülaziz Bey sen bizim bunu tanrı edindiğimizi mi söylemek istiyorsun, dedi. Öyle bir şey yok kardeşim, dedi. Biz bu efendinin etrafında niye toplanıyoruz? Belki yarın ahirette eteğine yapışırız da bizi kurtarır, dedi. Peki, bu onu tanrı edinmek değilse tanrı edinmek nedir? Tanrı edinmek kavramı nedir? Kimden seni kurtaracak? Sen bu efendiyi Allahtan sana daha yakın hissediyorsun. Allahtan daha güçlü görüyorsun. Hâşâ Efendim, dedi. Allahtan kurtaracağına göre öyle düşünüyorsun. Hâşâ! En azından Cenabı Hak buna karşı borçlu olacak. İnsanlarda hep bu var. Efendim, Allahtan istiyorum vermiyor. Peki, ne yapacaksın? Gidip Eyüp Sultandan isteyeyim. Bu kadar asırlar geçmiş ölünün bir kimseye bir şey verdiği görülmüş mü? Verebilir mi? Ölmüş zaten. Bu derece akılsız olan insanlar. Bunlar cennete yakışır mı? Bunların gidecek yeri cehennemdir. Cennet aptallar yeri değil ki. Akıllı adamların yeridir. Aklını kullanan insanların yeridir.
Kadir suresini tamamlamaya çalışalım. “inna enzelnehu fi leyletil kadr” “biz Kuranı Kadir gecesinde indirdik” “ve ma edrake me leyletul kadr” “sana kim bildirdi Kadir gecesi nedir?”(97/1–2). Sen bunu daha önce biliyor muydun? Peygamberimize hitaben bir soru. Tabii ki bilmiyordu. “Leyletul kadri hayrun min elfi şehr” “Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır”(97/3). Az önce okuduğum ayette Allah her Peygamberi kendi kavminin diliyle gönderir, dedi. Diller arasında da müthiş bir benzerlik vardır. Onun için dilciler, bir insan bir dili iyi biliyorsa ikinci dili çok kolay öğrenir diye söylerler. Çünkü kaideler birbirine çok yakındır. Farklılıkları kavrar çabucak öğrenir. Türkçemizde “bin” kelimesi ne için kullanılır. Çokluk için kullanılır. Örneğin, kardeşim bin kere geldik yinede yoktun. Seni göremedik. Bin keremi gelmiş oldu? İki-üç kere geldikten sonra bin kere geldik, der. Başka bir örnek, bin kere söyledim yine anlamadın, der. Yani bir, iki, üç, dört, beşten daha fazladır. Kesinlikle bin kere söylememiştir. Başka bir örnek, sen bana bir iyilik yap ben sana onun bin katını yapayım. Bin katı değil de iki katını yapar. Yani üç katını çok zor yapar. En fazla iki katını yapar. Eğer yaparsa tabi. Zaten yaptığının aynısını yapsa başa tacı etmek lazım ama iki katını yapar anlamı vardır. Dolayısıyla burada bin rakamını hesap edip efendim 83 sene birde şu kadar ay falan demenin bir anlamı yok. Bu çokluktan kinayedir. Yani çok değerli bir gecedir. Efendim, böyle hesap etsek ne zararı var? Tabii ki edin. Cenabı Hak kabul ederse hiç problem yok. Ama madem Allah bunu bu kavminin diliyle gönderiyor. O zaman ona göre anlam vereceksin. Beydavi de ne söylüyor? Kesretten kinaye mi, diyor. Beydavi de birinci olarak çokluktan kinaye şeklinde yani çokluğu ifade etmek için demiş. Yahya’nın elindekinde ne diyor? Yahya: Buradaki bin sayısı çokluktan kinayedir. Nitekim birçok dilde olduğu gibi Arapçada da bin rakamı mübalağa yoluyla çokluğu anlatmak için kullanılmaktadır. Şu halde bu ayette Kadir gecesinde yapılan ibadet ve iyiliklerin diğer bütün zamanlarda yapılanlardan daha çok sevap getireceği ifade edilmiş olmaktadır. 01:01:16 01:01:18 Abdülaziz Bayındır: Yani çok sevap kazanmaya vesile olur. Bu konuyla ilgili bir hadisi şerifte rivayet ediliyor ama sahih mi bilmiyorum. Eskiden vaaz ederken bunu hep okurduk. Böyle şeyler vaazlarda çok güzel gidiyor. Bu hadisin kaynağını Beydavi de vermemiş. Kaynağını bende hatırlamıyorum. Bazı kitaplarda var ama siz hatırlıyor musunuz? Bu tür rivayetlerin zayıf olduğu kesindir. Niye? Çünkü kimin rivayet ettiğini söylemiyor. Rivayet zinciri yok. Yani senedi yok. Şöyle bir rivayet yapılmıştır, diyor. Peygamberimiz (s.a.v) İsrailoğullarından bir kişiyi anlatmış. O kişi Allah yolunda bin ay silah kuşanarak cihat etmiş. Müminlerde buna hayret etmişler. Biz bu kadar olamayız, demişler. Tabi zaten bizim ömrümüz bu kadar değil. Bu müddetten daha hayırlı olması için onlara da kadir gecesi verilmiş. O adam yarın ahirette derse ki Ya Rabbi ben bin ay silah kullandım bu adamlar bir tek geceyle benimle aynı dereceye kavuştular. Hâşâ! Cenabı Hak adaletsiz değil. Kaynağı, senet zinciri vs. hiçbir şeyi yok. Ama esas olan burada çokluktan kinayedir. Burada bin hesabını yapmanın bir âlemi yok. Yani çok kıymetli bir gece demektir. Çok sevap kazanılan bir gecedir.
“Tenezzelul meleiketu verruhu fihe” “o gece melekler iner ruhda”(97/4). Ruh kim oluyor? Cebrail (a.s). Çünkü melekler arasında Cebrail (a.s) çok önemli bir melektir. “biizni rabbihim” “rablerinin izniyle”(97/4) inerler. Yani Allahın bilgisi altında inerler. “min kulli emrin selam” “her konuda bir selamet bir güvenlik ve esenlik vardır” “hiye” “o gece” “hatta met leil fecr” “tan yeri ağarıncaya kadar devam eder”(97/4). Tan yeri ağardı mı biter.
Bir zamanlar imam hatip öğrencisiyken çok güzel münazara ediyordum. Millet ayakta dinliyordu. Çünkü anlattığım şeyin manasını yani ne anlattığımı bende bilmiyordum. Vaaz kitaplarından çok güzel, tatlı tatlı hikâyeler ezberliyordum. Millete anlatıyordum. Millet böyle mest oluyordu. Hatta İmam hatip okulunun dördüncü sınıfındaydım. Bizim köyde bir vaaz ettim. Bizim köylüler gitmişler bizim mahallenin imamının köyünde beni anlatmışlar. Öylesine anlatmışlar ki bire bin koymuşlar. Onlarda gelmiş mahallenin imamına söylemişler. Müthiş bir âlim efendim oradan duyduk, demişler. İmam da; ya bu öyle âlim falan değil, daha talebedir, demiş. Tabi inanmamışlar. Niye inansınlar? Kıskanıyor derler. O zaman mübalağasız ağzımdan çıkan sözlerin manasını bana sorsalardı bilmezdim. Çünkü o dedikleri vaazı yazmıştım, kaç sayfa tuttuğunu da bilmiyorum. Baştan sona kadar ve cümle cümle ezberlemiştim. Ezberleyince de çok güzel oluyor. Çünkü hiç hata yapmadan konuşuyorsunuz. Ve biraz sonra ne konuşacağım diye bir derdiniz yok. O zaman bağıra bağıra bastırıyorsunuz. Tıpkı şiir okur gibi. Ve dinleyende hayran kalıyor. İşte o zamanlar bizde bu hesapları çok yapıyorduk yani. Biz yapmıyorduk ki birisinin yaptığı hesabı alıp vatandaşa anlatıyorduk. Vatandaşta çok hoşlanıyordu. Ondan sonra ne oluyor? İnsanlar zannediyor ki kadir gecesinde gider bir vakit namaz kılarsam bir çarpı 83 alırım. Ben zaten 83 sene yaşayamam. Bir sene kadir gecesinde bir namaz kılayım, bitti. Bütün hesapları öderim.
Geçenlerde sanayici bir şahıs vardı. Yani Türkiye’de şuanda sanayiciler arasında ortanın biraz üstünde sayılır. Oğlu onun bıraktığı fabrikalara devam ediyor. Allah rahmet eylesin kendisi vefat etti. Bir gün hacca gitti, geldi. Hocam, benim Allahtan şu kadar bin alacağım var, dedi. Yani namaz alacağı varmış. Hayırdır, dedim. Bu hesabı nereden yaptın? Mekke’de bir vakit namaz işte bire bin. Medine de… Neydi? Bir katılımcı: Mekke’de yüz bin. Abdülaziz Bayındır: Evet, Mekke’de yüz bin. Buda biliyor. Oda o hesabı yapanlardan. Oda tüccar. Mekke’de bire yüz bin Medine’de bire bin. Gitmiş fazla namaz kılarak bu açığı kapattığını düşünüyor. Ondan sonrada Cenabı Haktan şu kadar alacaklıyım, diyor. Ömür boyu kılmasın zaten hala alacaklı olmaya devam edecek. Bu tür hatalar çok yapılıyor. Kadir gecesiyle ilgili olarak da yapılıyor. Bir kere şunu çok iyi kavramak gerekiyor. Örneğin, siz kadir gecesi akşam güneşin batımından sabah namazına kadar kulağınızı bir çiviyle tavana çakın. Tek ayağınız üzerinde durun. Ve o şekilde Allahtan tövbe ve istiğfar edin. Yaşlar dökün, döktüğünüz yaşlarda halıyı iyice ıslatsın. Sonrada sabah namazına uyuya kalın. O sabah namazının kaybettiğiniz sevapla orada aldığınız sevap kıyaslanamaz. Mümkün değil. Bir tek sabah namazını kazaya bırakmakla kaçırdığınız sevabı kulağınızı çiviyle çakıp sabaha kadar tek ayak üzerinde istiğfar etseniz alamazsınız. Bu mümkün değil yani. Buna ihtimal yok. Nedeni bu farz bir ibadettir. Bir katılımcı: Kaza var mı hocam? Abdülaziz Bayındır: Neyse o tarafı karıştırma şimdi daha başka bir derste konuşuruz. Kaza namazı var mı? Yok mu? Dolayısıyla bir kere farzlara çok dikkat etmek zorundayız. Bakıyorsun millet teravih namazı için camiye hücum ediyor. Güzel gidin. Ama yatsı namazı için gitmiyorlar. Mesela Cuma günü akşam namazını kılmıyor ama teravihe koşuyor. Bu ne biçim bir şey? Bu ne biçim iş? Bazı insanlar haramdan hiç korkmaz. Ama mekruhlardan kaçınır. Mubahları asla ihmal etmez. Ama haramlardan kaçınan bir kişi o mubahlardan bir tanesini yapmazsa bak bak şunu bile yapmadı, derler. Ne oluyor? Onun için burada ölçüyü kaçırmamak lazım. Mesela Mekke’de bire yüz bin diye söylenen hadis sahihse ki sahih mi değil mi bilmiyorum. Üzerinde araştırma yapmadım. Orada bire yüz bin verilecek sevap sadece o vaktin farz namazıdır. Onun dışındakiler değildir. Medine’de bire bin ile ilgili hadis sahihse verilecek olan sadece o vaktin farz namazıdır. Başkası değildir. Ya ben şurada şu kadar kaza kıldım. Kılabilirsin. Orada bire bin falan yüz bin olmaz. İşte şu kadar nafile kıldım. Zaten nafileleri Peygamberimiz mescitte kılmıyordu sen niye orada kılıyorsun ki? Git evinde kıl. Onun için bir şey bekleme. Orada ne kadar isterse bire yüz bin olsun. Ama kaybettiğin bir farz namazıyla kıyas kabul edilemez. Çünkü onlar mutlaka kılınması gerekenlerdir. Bir katılımcı: 1:11:30 1:10:32 kaç düşüyor bilmiyoruz. Abdülaziz Bayındır: Yani o bize bildirilmiş değildir. Onun için bu tip konularda çok ciddi hatalar yapılıyor. Vaizlerde insanları dolduruyor.
Ben İstanbul Müftülüğündeyken bir ramazan günü tam bu 10 gün içerisinde bir hanım telefon açtı. Hocam kadir günü ne zaman, dedi. Kardeşim kadir günü diye bir şey yok, dedim. Kadir gecesi var, dedim. Hayır, hayır ben kadir gününü öğrenmek istiyorum, dedi. Olmayan şeyi ben sana nasıl söyleyeyim? Hangi gün oruç tutacağız, dedi. Bir katılımcı: Ciddi mi sordu? Abdülaziz Bayındır: Evet sorduğu soru bu. Kardeşim ramazanın her günü tutacaksınız, dedim. Hayır, hayır kadir günü falan dedi. İş bu noktalara geliyor. O zannediyor ki ben kadir günü oruç tuttum mu, 80 sene gitti. Bunlar çok kötü şeyler. İbadet hava gibi oksijen gibi yani sürekli ihtiyacımız olan şeydir. Şimdi gideyim Belgrat ormanlarına güzel bir oksijen depolayayım. Eh, bir ay daha hiç nefes almasam olur diyebilir misiniz? Ama şimdi siz gelin Doktor Mehmet Beye sorun. Belgrat ormanlarının oksijen kalitesiyle buranın kalitesi nedir? Ne dersiniz siz? Bin kat dersiniz. Yüz bin kat dersiniz falan. Peygamberimizin o bin kat, yüz bin katıda çokluktan kinayedir. Rakam hesabı değil ki o. Çoklukla ilgili. Ve yahut ben desem ki size, buranın oksijeniyle Belgrat ormanının oksijeni nasıl? Orası bin kat daha iyidir demez misiniz? Siz bin rakamını mı kast edersiniz? Mehmet Bey: Değil tabii ki… Abdülaziz Bayındır: Nedir? Oranın daha kalitelidir demek istersiniz. O kadar başka bir şey yok. Peki, öyleyse ben gideyim orada ciğerlerime iyice nefes doldurayım. Bin gün burada nefessiz kalayım olur mu öyle şey. Burada kaç dakika nefessiz kalabilirim? Üç dakika ondan sonra ciğerler patlar. Sizlere ömür, Allaha ısmarladık. Onun gibi bir şey. İbadet her zaman yapmamız gereken bir şeydir. Teravih namazında camiler dolar. Akşam namazını adam kılmamıştır. Yatsıyı kılmaz. Bu gece sabaha kadar millet cami cami dolaşıyor. Yani ne arıyorsunuz camilerde? Camiye insan namaz kılmak için girer. Farz namazı vaktinde gider. Onun dışında oturmak istiyorsan kendi mahallenin mescidinde otur. Nedir yani oraya gidiyorsun, buraya gidiyorsun. Ne elde edeceksin? Tarihi, turistik camiye bir bakayım ibret alayım falan diyorsan onu kadir gecesi değil başka zaman da yapabilirsin. Bir katılımcı: Belki onu da 80 hesabıyla yapıyordur. Abdülaziz Bayındır: Doğru o hesapla yaptıysa tabi. Ne elde edeceksin kardeşim? Kadir gecesi bakarsınız ki kendisini zorlar sabaha kadar uyanık kalır. Sabah namazı sizlere ömür, geçti. Aklına bile gelmez zaten. Ya böyle bir ibadet anlayışı olmaz. Bunlar son derece yanlış şeyler. Buradaki örneği tekrar ediyorum. Tıpkı şuradaki oksijen kalitesiyle Belgrat ormanlarındaki oksijen kalitesinin ölçülmesidir. Yoksa Belgrat ormanlarında ciğerlerinize oksijen doldurup ta burada nefes almazlık ederseniz ölür gidersiniz. Tamam, istifade edin. Gece sabaha kadar oturmanıza şuna buna gerek yok. Geceyi nasıl ihya edersiniz? Akşam namazını ve yatsı namazını kıldıysanız tamamdır. Gece ihya olmuştur, bitti. Yapmanız gereken o çünkü başka bir görev yok ki. Yatsıyı kıldın mı gece ihya edildi, bitti. Birde gece kalkıp vitir namazı falan kılarsan ki vitri gece kılmak daha uygun olur. Yok, ama sabaha kadar şu kadar şu namazı, bu kadar bu namazı kılar sabahı da kaçırırsan olmaz. Bildiklerini yap, oku. İşte her zamanki gibi yap. Daha fazla yapıp ta kendini yormana lüzum yok. Yarın işin gücün var. İşine gideceksin. Hadisin Orjinali. Peygamberimize (s.a.v) Aişe validemiz sormuş. Ya Resulullah ben kadir gecesine rastladığımı anlarsam ne yapayım? Demiş ki şöyle söyle “allahumme inneke afuvvun kerim tuhibbul afve fafuanni”. Şöyle bir saat tutalım ben şunu yavaş yavaş okuyayım. Bakayım kaç saniye sürecek? “Allahumme inneke afuvvun kerim tuhibbul afve fafuanni” sekiz saniye sürdü. Yani o kadar da yavaş söyledim. Peygamberimizin söylediği budur. Bir katılımcı: Şimdi bu gece ne yapacağız? Abdülaziz Bayındır: Yat, uyu, dinlen. “Ya rabbi sen çok affedicisin. Affı seversin beni de affet”.
Bir katılımcı: Uyumamak nereden geliyor hocam? Abdülaziz Bayındır: Uyumamak… İşte adam yani talandan mal kaçırıyor ya sabaha kadar. Hasat zamanı ondan dolayı uyumuyor. Şimdi tabi bu tür şeyler vaizler tarafından çok konuşuluyor. İnsanlar hazırlanıyorlar. Ama insanların doğruları yapması gerekir. Yanlışlarla varılacak herhangi bir şey yoktur. Aynı şey işte diğer kandil geceleriyle ilgili söyleniyor. Çok ilginç hangi şeyi Peygamberimiz söylememişse insanlar onlara çok büyük ilgi gösteriyor. Kuranda olana kimsenin ilgi gösterdiği yok. Ama sonradan ortaya konanlar müthiş ilgi çekiyor. İşte mesela Peygamberimiz kabir ziyaretini yasaklamış. Sonrada demiş ki evet ibret alırsınız onun için ziyaret edebilirsiniz. İstanbul’da cemaati en çok olan cami hangisidir? Bir katılımcı: Eyüp Sultan… Abdülaziz Bayındır: Evet, Eyüp Sultan Camiidir. İnsanlar orada namaz kılmaya mı gidiyor? Mezar için gidiyorlar. Şimdi hangisiyle konuşursan efendim büyük zat onu ziyarete geliyorum. Bir gün ona şöyle kulak kabart ondan isteyeceği bir sürü liste yapıyor. Orada isteklerini sunuyor. Bir katılımcı: Hocam böyle yanlışlıklarda oluyor. Bugün mesela Eyüp Belediye Başkanı aynı şeyi Kanal 7 de söyledi. Buraya gelen insanlar bundan istemiyor yardımı. Bunu Allaha vasıta kılıyor. Şimdi böyle bakanlarda… Abdülaziz Bayındır: Zaten Allaha vasıta kılarlar. Allaha niye vasıta kılar? Çünkü bu zatın ağzından giderse Allah reddetmez. Niye? Havaleyi kime yaptırırsın? Falanın havalesiyle gelirse aşağıdan reddedilmez. Çünkü o biraz düşünürse orada çok ciddi bir problem vardır. Yani insanlarda bu var.
Peygamberimizin (s.a.v) teravih kıldığı diye bir olayı yoktur. İşte ramazan ayının son on gününde camide itikâfta bulunurmuş. Senenin her günü yatsıdan sonra 11 rekât nafile namaz kılarmış. Sonu Vitir olduğu için 11 oluyor. Şimdi bunları kılarken mescitte kılıyor tabi. Orada kilimlerden, hasırlardan küçücük bir odacık yapmış. Onun içinde kılıyor. Gece kıldığı namazları da sesli okuyor. Odasında da öyle yapıyor. Orada da sesli okuyunca arkasında o mescide gelen birkaç kişi arkasından ona uyuyor. İkinci gün yine öyle üçüncü gün Peygamberimiz fark ediyor. Cami dolmuş artık. Yani öyle bir şey yaptığı yok. Kendi kendine namaz kılıyor. Ondan sonra bakıyor ki bu iş farklı bir boyuta ulaşıyor. Ve bırakıyor. Bir daha da yapmıyor. Peygamberimizin yaptığı sekiz rekâttır. O sekiz rekâtı ramazan diye değil zaten her gün kılıyor. Senenin bütün günleri bir de 3 rekâtta vitre kalktığı zaman 11 rekât olur. Vitir tek midir değil midir, o ayrı bir konu neyse. Yani tek rekât olur mu olmaz mı mezhepler arasında ihtilaf vardır. Ama en fazla 11 rekâttır. Ya bunu ramazana mahsus yapmamış ki. Her zaman yapıyordu, o gün onu da kılmış. Sonradan bu Halife Ömer tarafından 20 rekât olarak tavsiye edilmiş ama kendi kılmamış. Bir yerde de bir rivayet vardı. Diyor ki bu namazı kılmayanlar, kılanlardan daha karlıdır. Peygamberimiz böyle bir namaz kılmamıştır. Bir katılımcı: 1:21:32 1:21:36 Abdülaziz Bayındır: Evet, bidattir diyorlar. Ömer zamanında bu 20 rekât olarak kılınmaya başlanıyor. Kendisi kılmıyor. Ve bir rivayette de diyor ki bunu kılmayanlar kılanlardan daha iyi durumdadır, diyor. Çünkü peygamberimiz böyle bir namaz kılmamıştır. Şimdi bakın beş vakit namaza gitmeyenler teravih için birbirlerini yiyorlar. Tamam, kıl yani kılma değil. Ama bunu bilerek kıl. Bu, namazın bir farzıyla kıyas kabul etmez. O namazların farzlarını mutlaka kılmak zorundasın. Onun mazereti yok. Namazların önündeki ve arkasındaki sünnetleri kılmayabilirsin. Ama kılarsan çok sevap alırsın. O başka bir konudur. Onlarla ilgili Peygamberimizin sağlam sözleri var. Gece namazı da çok güzel bir namazdır kalkıp kılabilirsin. Ama sadece ramazana has değil ki senenin her günü. İşte bunu oksijen örneğindeki gibi düşünüp ibadeti senenin her zamanında yapmamız gerekeceğini kafamıza yerleştirip belli zamanlara tahsis etmemiz gerekir. Evet, belli yerlerde belli mevsimlerde oksijen kalitesi çok yüksek olabilir. Öylece o kadar düşüneceksin. Ama o zaman o depolayacağın oksijenle o anda nefesini alırsın, gider. Onun işi biter. Vücudunda bir takım müspet etkiler bırakır. Elbette ondan istifade edersin. Ama oksijensiz yaşayamazsın. İbadetlerde öyledir. Bunlardan hiç birisinde aşırıya kaçmamak gerekir. Bu gece ne yapacağız diye vatandaş sorunca hocalarda neler uyduralım diye birbirleriyle yarış yapıyorlar. Hâlbuki bu Allahın dinidir. Allahın bildirmediği ve Peygamberin bildirmediği hiçbir şeyi bizim söylemeye hakkımız yoktur.
Geçenlerde miraç gecesi için bir televizyon kanalındaydık. Hocam bu gece ne yapacağız, diye sordular. Benimle beraber üç hocayız. Birisi şöyle yapalım falan dedi. Böyle yapsın vatandaş, dedi. Diğeri de işte bir şeyler söyledi. Ben hiçbir şey yapmalarına lüzum yok, dedim. Namazlarını kılıp yatsınlar, dedim. Sabahleyin işe giderler, dedim. Niye öyle söylüyorsun, dediler. Kardeşim bu dini ben koymuş olsam size bir takım şeyler söylerim. Ama bu Allahın dinidir. Bende ona uymak zorundayım, sizde. Sadece sizi razı etmek için benden yalan söylememi istiyorsanız söyleyeyim. Tabi buna kimse evet demez. Yani demeyecekleri için böyle söylüyorum. Yoksa söyleyecek değilim. Kardeşim ben bu dine bir şey ilave edemem. Diğer arkadaşlar canım olsa ne olur, dediler. Dedim ki olsa ne olur neye benzer biliyor musunuz? Bir takım çöp evler var. O çöp evler nasıl oluşuyor? Canım bunu da saklayayım lazım olur sonra. Buda kalsın lazım olur sonra. Buda kalsın, oda kalsın derken ondan sonra bakıyorsunuz ki evin tamamı çöplük olmuş çıkmış. Hala ne olur falan? Ne olur, değil. Bu Allahın dinidir. Peygamber boşuna gelmemiştir. Bizim bir şey icat etmeye yetkimiz yok. Biz o Peygambere ve Allah-u Teâlâ’nın emirlerine uymak zorundayız. Eğer bir konuda Peygamberimizin bir açıklaması yoksa Kuranı Kerimin bir emri yoksa biz o konuda bir şey söyleyemeyiz. Birde şöyle soruyorlar. Efendim ben kendi kendime istediğim kadar ibadet edemez miyim? Tabii ki edersin ama bunu dinin emriymiş gibi insanlara tavsiye etme hakkın yok ki. Ben şu kadar yapıyorum diyebilirsin orada da bir sıkıntı yok. Ama sizde yapın diyemezsin. Sizde yapın diyebilmeniz için bir yerde bir delil olması lazım. Bir katılımcı: Hocam, teravih namazından önce hocanın biri vaaz veriyor az da olsa namazı sürekli kılın diyor. Az da olsa ama devamlı kılın diyor. Böyle bir şey… Abdülaziz Bayındır: Az da olsa namazı devamlı kılın? Namazın azı diye bir şey yok. Çoğu da yok. Bir katılımcı: Belki farzları kastetmiştir hocam. Yani sadece farzları devamlı kılarsan gibi… Abdülaziz Bayındır: Bir hadisi şerif var. Hadisin Orijinali. Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyuruyor: “Allah katında amellerin en makbulü az da olsa devam üzere yapılanıdır.” (Buhârî, İman 32; Müslim, Müsafirîn 215-218, Münafıkın, 78) Ama şimdi namazlarda sayıyı Allah belirlemiştir. Onun altına inemeyiz. Yani beş vakit namazı dört vakte indiremeyiz. Şimdi bazıları kalkıyor Allah adına insanlara ruhsat dağıtıyorlar. Sen şöyle cumalardan bir başla bakalım, diyor. Önce bir cumaları kıl. Sonrada yavaş yavaş yatsıları kılarsın, öğleni kılarsın böylece beş vakte kadar çıkarırsın. Çok güzel de Allah bunu onaylıyor mu? O zaman neye dayanarak söylüyorsun? Yani yetkin olsa da hiç kılma desen daha güzel. Ama bu Allahın dini ise o şahsa yanlış söyleyemezsin. Kardeşim beş vakit namazı kılman gerekiyor. Ama sadece farzlarını kıl, ihmal etme diye söyleyebilirsin. Sünnetleri de vaktin olursa kıl. Ondanda çok sevap alırsın. Böylece meseleyi tamamlarsın kendi kafana göre bir hüküm vermezsin.
Bir katılımcı: Hocam ayetteki ruh mudur, ruhlar mıdır? Abdülaziz Bayındır: Ruh, Cebrail (a.s)’dır. Bir katılımcı: Sabah kalkıyoruz ya hocam. Peygamberimiz, sabah ve yatsı namazını cemaatle kılan bütün geceyi ibadetle geçirmiş gibi olur, diyor. Abdülaziz Bayındır: İyi ya zaten sabah namazını, yatsı namazını kılarız bizim vazifemiz tamamdır. Gecede kalkıp teheccüd namazını da kıldın mı, daha bir şey yapmana gerek kalmaz. Yani bunları böyle kendi kendimize icat etmememiz gerekiyor.
Eskiden bana kadınlar çok sorarlardı. Son zamanlarda daha sormuyorlar. Hocam akşam yatarken başımızı yarım bağlayabilir miyiz? Olur, bağla ne olacak? Yani bir zararı yok. Ya melekler içeri girmezse… Sana ne melekten? Girmezse girmesin. Tuvalete gittiğiniz zamanda melek gelmez. O zaman tuvalete gitme. Eşinle birlikte olduğun zamanda melek gelmez. O zaman sen bir odada yat, eşin başka bir odada yatsın. Sana ne, sen meleğe karşı mı sorumlusun? Sen Allaha karşı sorumlusun. Melek gelirse gelir, gelmezse gelmez. Bir katılımcı: 1:29:10 1:29:13 Abdülaziz Bayındır: Ondan sonra bazıları kocasına kan kusturuyor. Tevbestağfirullah. Kardeşim her şey normal ya.