Euzübillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim
1. Elem neşrah leke sadrek
2. Ve vada’na ‘anke vizrak
3. Elleziy enkada zahrak
4. Ve refa’na leke zikrak
5. Feinne me’al’usri yüsran
6. İnne me’al’usri yüsra
7. Feiza ferağte fensab
8. Ve ila rabbike ferğab
Bu günkü dersimiz okuduğumuz İnşırah Suresi. Önce dersimizi yapacağız sonra iftarımızı, iftardan sonra namazımızı kılarız. Sonra da soru-cevaba geçeriz. Peki soru-cevap sırasında bir taraftan çaylar burada içilebilir vakitten tasarruf için. Oradan çayını dolduran gelir, burada oturur. Sesi de duyabilir, olabilir. Sadece kaşık sesi çıkmazsa iyi olur. O da plastik olduğu için çıkmaz. Bu sure peygamber (sav) ile ilgili. Bundan önceki sure de öyle. Bu sureler sebebiyle bir takım şeyler söyleyenler var tabii onları göreceğiz inşallah. Önce kısa bir mealini verelim.
“Elem neşrah leke sadrak” Senin içini genişletmedik mi? İçini rahatlatmadık mı? Hepimizde zaman zaman olur. İçim öyle sıkılıyor, ne yapacağımı şaşırdım. Bir şeye karar veremiyorum. Değil mi o tip durumlar herkeste olur. Ama önünüzü görmeye başladığınız andan itibaren “Tamam” dersiniz “rahatladım Allah’a şükür, şimdi önüm açık, şunları şunları yapacağım.” dersiniz. Bundan önceki surede Peygamber (sav) ile ilgili “Ve vecedeke dallen feheda” (93/7) ayeti vardı. Allahu Teala seni ne yapacağını şaşırmış bir şekilde buldu ve sana yol gösterdi. Yani ne yapacağını şaşırmış vaziyetteydin. Allah sana yol gösterdi. Şimdi böyle bir durumda yolu bulduğunuz an ne olur? İçiniz rahatlar değil mi? Çünkü en azından ne yapacağımı biliyorum. Şaşkınlığım geçti. İşte senin içini rahatlatmadık mı? Ne yapacağını sana göstermedik mi?
“Ve vada’na ‘anke vizrak Elleziy enkada zahrak” Ve senin yükünü kaldırmadık mı? Hani dersiniz ya: “Sırtımdan öyle bir yük kalktı ki Allah’a şükür yaa…” “Elleziy enkada zahrak” Öyle ki senin belini büküyordu. Sırtını çatırdatıyordu. Böyle ağır bir yük, bu ağır yükü senin sırtından kaldırdık. Yani ne yapacağını gördün, gözünün önünü görüyorsun.
“Ve refa’na leke zikrak” Ve senin zikrini de yücelttik. Yani artık senin adın sadece Mekke’de değil her tarafta duyuluyor. Mekke’ye bir gelen artık onu bir daha unutamıyor. Şimdi bu akşam duyduğum bir haber: Biliyorsunuz geçen hafta Nevşehir’deydik. Çok güzel sohbetler yaptık. Ama arkadan çok ciddi dalgalanmalar bırakarak gelmişiz. Herhalde oradaki Nevşehirliler unutamaz. Unutamamasının sebebi ne? Allah’ın ayetlerini orada okuyunca oluşmuş olan yapı çatırdıyor. Peygamber(sav) in yaptığı da o. Mekkeliler kendilerini çok dindar kabul ediyorlar. Bu dindarlıklarından dolayı yaz ve kış yolculuklarında herkes onlara büyük saygı duyuyor. İnsanlar kucak açıyor bütün Mekkelilere. O kadar kutsal sayılıyor ki bunlar hac sırasında Arafat’a kadar bile çıkmıyorlar. Çünkü Arafat harem dışındaki bir yer, Harem dışındaki herhangi bir yere çıkarsak orası da kutsallaşır diye endişe ediyorlar. Yani onların bulunduğu yer kutsallaşıyor. O derece önemli kişiler ve onların hepsi Hz. İbrahim Aleyhisselam’ın soyundan gelen insanlar. İbrahim Aleyhisselam’ın çocukları bunlar. Kuran-ı Kerim’de de geçer birçok ayette “Millete ebikum İbrahim” Babanız İbrahim’in dini. Şimdi böyle bir durumda olan ortamda Allah Peygamber(sav) Allahu Teala’nın ayetlerini okumaya başlayınca her şey değişiyor. Bütün sistem değişiyor. O zaman da herkes ondan bahsetmeye başlıyor. Bugün de yeryüzünde adından en çok bahsedilen kimdir diye bir araştırma yapılsa herhalde Peygamber(sav) çıkar. Son derece de etkili oluyor her yerde. Tabii onu peygamber yapan da elimizdeki kitaptır. O bu kitabı tebliğ etmek için geldi değil mi? Yani Allahu Teala bu kitabı indirmek için onu gönderdi elçi olarak. O zaman onun elçiliği bu kitap içindir. Esas olan onun elçiliği mi, kitap mı? Kitaptır, esas olan kitaptır. Peygamber(sav) de bu kitabı ilk uygulayan kişi olması itibarıyle bizim için Allah’ın da önemle göstermiş olduğu bir örnektir. “Le kad kane leküm fı rasulillahi üsvetün hasene”(33/21) Yani bu kitabı hem bize getirmiş hem de güzel bir şekilde uygulayarak bize örnek olmuştur. Dolayısıyla Peygamber(sav) in adı ta ilk günden itibaren her tarafta duyulmaya başlanmış, şimdi de öyle…
“Feinne me’al’usri yüsran” Şimdi burada Allahu Teala bir kanununu anlatıyor ki bu kanun hepimiz için son derce önemli bir kanundur. Diyor ki: “Şurası kesin ki zorlukla beraber bir kolaylık vardır. “İnne me’al’usri yüsran” Evet, zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Şimdi Arapça bakımından burada el-‘usr kelimesi burada iki kere tekrarlanmıştır. Elif lam’lıdır. Elif lam’lı olarak tekrarlanınca yani ikincisi aynı şekilde tekrarlanınca bir öncesini gösterir. Yani iki zorluktan bahsedilmiyor burada. Evet zorluk kelimesi iki kere elif lam’lı olarak zikredildiği için tek bir zorluk olarak algılanması gerekiyor. “yüsr” kelimesi de orada elif lam’sız nekre olarak geçtiği için her birisi ayrı bir kategoride ele alınması gerekiyor. Anlamı şu: “Her bir zorlukla beraber iki kolaylık vardır.” O zaman başımıza sıkıntı geldiği zaman “Aman, ne oldu falan filan şey yapmayın. Direnin, önünüz kesinlikle aydınlık olur. Kesinlikle aydınlık olur. Hem de iki katı olur. En azından iki katı olur.
Şöyle bir şiir yazmış birisi:(Şiirin Arapçasını yazamadım.) Bir sıkıntıya düştüğün zaman elem neşrah leke üzerinde düşün. Orada iki kolaylığın arasında bir zorluk zikredilir. Yani sıkıntıdaysan mutlaka önün rahattır. O zaman diren, sakın gevşeme. Sabırlı ol, diren, önün mutlaka açılacaktır. Öyle gama, yasa batma.
“Feiza ferağte fensab” O zaman bunun için yapacağın ne? Boş kaldığın zaman kalk ve yorul. Boş yatmak yok. Kalk, yorul. Yapacağın hiçbir şey yoksa git, yürü. Yatma. Boş kaldın mı kalk, yorul. Diyor Allahu Teala. “Ve ila rabbike ferğab” Ve Rabbine giden yola sarıl. Başka tarafa değil. Yani sıkıntıya düştün. Sıkıntıyı gidermek için sakın ha Allah’ın emrine aykırı işler yapma. Sakın. İşte faizle para alacağım, sakın ha! İşte bakıyorum, bakamazsın!
Bir hafta önceydi ya da on gün olmuştur. Birisi vakfa geldi. Hiç hatırlamadığım bir olayı anlattı. Bir büyük firma beni çağırmıştı, çağırdığını hatırlıyorum da konuştuğumuz meseleyi hatırlamıyorum. Bu arkadaşın anlattığına göre bana batıyoruz, faizle kredi almak istiyoruz, demişler. Ben de demişim ki batın, dünyada ilk batan firma siz değilsiniz ama asla faizle kredi alamazsınız. Almamışlar, o firma hala –adını söylesem çoğunuz bilirsiniz- büyük bir firma olarak devam ediyor. Bakın Allahu Teala’nın şeyine çok dikkatle bunun üzerinde düşünmemiz lazım. Bir sıkıntıyla karşılaştıysanız bundan dolayı sakın şey yapmayın, önünüz mutlaka rahatlıktır. Bundan emin olun. Ama sabredeceksiniz. Allah o imtihanı bitirecek, imtihan bitmeden yok. İmtihan için bir saat ayrılmışsa o saat bitmeden öğretmen sınıfı bırakmaz değil mi? Yani o imtihanı geçireceksin. Başka çaresi yok. Ama sabredeceksin. Önün mutlaka kolaylıktır, kesinlikle… Peki, ne yapacaksın? Sakın boş durma! Boş kaldığın zaman kalk, yorul. Yani yorulana kadar çalış. Öyle gama, yasa battın; bilmem ne oldun filan yok kardeşim! Kalk ve çalış. Yorulana kadar çalış. Kalk da yorul, diyor. Ama çalışırken de “Ve ila rabbike ferğab” Rabbine giden yola sarıl. Başka bir şey aklından bile geçmesin. Sen Allah’ın dediği gibi yaparsan Allah da verdiği sözü yerine getirir. “Efendim, ne yapayım, çok sıkıntıdayım.” “E, kardeşim zaten…Mesela bazıları diyor: çok zor durumda ihtiyacım vardı. Faizli kredi aldım. Ben de onlara diyorum ki –burada bir örnek olduğu için söylüyorum- “Ya! Siz yeryüzünde ihtiyacı olmadığı halde faizli kredi alan bir adam biliyor musunuz? Böyle bir adam olur mu? Öyle keyfine faizli kredi almış. Böyle bir adam olur mu? O zaman faizin yasaklığının ne anlamı kalır? İhtiyacım vardı, aldım. Tamam ihtiyacı olmayan almaz ki zaten.
Şimdi bu akşam Yahya bana gösterdi, ben de şaşırdım. Bir Taberî Tefsiri vardır. Meşhur eski tefsirlerdendir. Ondan da daha eski, çok eskilerden Dahak vardır. Taberî, Dahâk’tan şöyle bir rivayette bulunuyor: “Ve vada’na ‘anke vizrak” “Ellezi künte aleyhi mineşşirk” şeklindeymiş. Yani sen daha önce şirk üzereydin.-Haşa!- Biz onu senden giderdik. Peygamber(sav) müşrikmiş de… Tabii bu anlayışın son deerce yanlış olduğunu bundan önceki iki dersimizde anlattık burada. Bu anlayışın temelinde şu var: İnsanlar kendi kafalarıyla şirkten kurtulamazlar. Mutlaka bir peygamber gelmesi lazım. Bunun yanlışlığı bundan önceki derslerde Kuran-ı Kerim’in ayetleriyle anlatıldı. Bir kere “Ve vada’na ‘anke vizrak” Vizr, yük demektir. Senin sırtından o yükü kaldırdık. Bu yük günah yükü de olabilir, başak yükler de olabilir. Peygamber(sav)e bu şekilde söyleyenler zamanımızda da var. Duyacaksınız, aranızda bunları duyanlar da var. Onlar için de bir delil olsun diye şimdi şey yapacağım. Hem de sizin için sizler de duyarsınız. Lütfen Kalem Suresini açın. Devrimizde çok güzel bir adet başladı. 566. sayfa Bize de sık sık soruyorlar. Bayağı da ciddi ciddi sorular soruyorlar. İşte şu ayet-i kerimeyle şu ayet arasında çelişki var mı? Şu ayet de şöyle tefsir ediliyor, siz ne diyorsunuz? Şu ayet şöyle… Bu çok güzel yani. Bu sıralarda bu tür sorular bayağı arttı. E internet de var. İnternet çok büyük bir nimet tabii. Her büyük nimet kötüye kullanılır. Ne yapalım kullanan kullanacak. Şimdi biz bu sofraları iftarımızı açmak için kullanırız. Başkaları da başka şey için kullanırlar. Başkaları başka şey için kullanıyor diye biz sofrayı kurmayacak mıyız? Kurduk bile ama yemeyin iftara kadar. Benim orucumu kaçırırsınız yoksa önemli değil. Şimdi bakın şuraya. Baştan başlıyoruz: “Nun velkalemi ve ma yesturune.” Nun, kaleme ve yazdığına yemin olsun. Nin tefsirine bakanlar Bu konu uzun uzun anlatım vardı. Bu surenin tefsirine bakanlar ordan şey yaparlar. Bu kalem, yazması, yazı olayı çok önemli ama ona girmeyeceğim. Çünkü o konumuzu başka tarafa çeker. “Ma ente binı’meti rabbike bimecnunin.” Ya Muhammed(sav) Rabbinin sana olan nimeti sayesinde sen cinlenmiş değilsin. Cinlenmek ne demek? Yani cinlerin istilasına uğramış değilsin. “Bunu cin konuşturuyor ya! Bu, daha önce böyle değildi. Galiba bir cin çarpmış.” Şimdi Muhammed(sav)’e Mekke’de büyük bir değer verilmiyor muydu? Sonradan Allah’ın ayetlerini okumaya başlayınca herkes şaşırdı. “Allah, Allah! Bu adam daha önce böyle şeyler hiç konuşmazdı. Kesin bu adam cinlenmiştir. Cinler bunu istila etmişlerdir, onlar konuşturuyorlar”. Rabbinin nimeti sayesinde sen cinlenmiş değilsin. Ve inne leke leecren ğayre memnunin. Şurası da kesin ki senin için engellenemez bir ecir vardır. Yani yasaklanamaz, tükenmez bir mükafat vardır. Yani senin önün sürekli açıktır. Sen devamlı ilerleyeceksin. Ve inneke le’ala hulukın ‘azıymin. Ve sen muazzam bir ahlak üzeresin. Güzel bir ahlak üzeresin, büyük bir ahlak üzeresin. Yani senin yaradılışın mükemmel, davranışların gayet güzeldir. Sen öyle duygularının esiri olmazsın. Akıllı, mantıklı, bilgilerin doğru şeylerin arkasında gider. “Fesetubsıru ve yubsırune.” Sen göreceksin, onlar da görecekler. Neyi görecekler? “Bieyyikumulmeftunu.” Hanginiz fitneye uğramış, hanginiz büyülenmiş, hanginiz şaşkın ve yanlış işler içersinde göreceksiniz. “İnne rabbeke huve a’lemu bimen dalle’an sebiylihi ve huve a’lemu bilmuhtediyne.” Senin Rabbin kimin yoldan saptığını gayet iyi bilir ve kimin de yola girdiğini gayet iyi bilir. Şimdi bu ayet-i kerimeye göre Mekkeliler Peygamber Efendimize ne diyorlar? Sapık diyorlar değil mi? Sapık diyorlar, sapmış, yoldan çıkmış, diyorlar. Şimdi kimin yoldan çıktığını senin Rabbin daha iyi biliyor. O zaman Peygamberimiz yoldan çıkmamış öyleyse. Demek ki daha önce de yoldaymış. O kendi o muazzam ahlakıyla zaten doğru işler yapıyormuş. Hem İbrahim Aleyhisselam’dan örnek vermiştik hem Araf Suresinin 172, 173. ayetlerini okumuştuk. Aklı başında bir insanın şirke düşmesi mümkün değil. Peki müşriklerin hepsi akılsız mı? Yok, çok akıllı insanlar, akıllılar da akıllarını yanlış kullanıyorlar. Nasıl yanlış kullanıyorlar? Menfaatleri doğrultusunda kullanıyorlar. Yani doğrular için değil, kendi doğruları için kullanıyorlar. Yani şimdi gerçekleri söylesek kardeşim olmaz, yani her doğru her yerde söylenmez kardeşim. Bir dakika dur, işte bilmiyor muyuz? Kaş göz işareti şu bu falan. Niye çünkü orada kaybolacak menfaat var. Zaten insanlar yalanı onun için söylemez mi? Ama eğer dürüstse, ahlaklı bir insansa her şeye rağmen doğruyu söyler değil mi? Peki Peygamber(sav)’ in ahlaklı olduğunu Allahu Teala tasdik ettiğine göre demek ki onun öyle yanlışı falan olmaz. Öyle değil mi? O hep doğruyu söyler. Hep doğru davranır. Doğru davranıyorsa, doğru bilginin peşindeyse mesela Saffat Suresinde Allahu Teala “Fettaliyati zikran”( 37/3) Biz zikrin peşinden gidenler yani doğru bilginin peşinden gidenler diye böyle insanları övüyor. Ahlaklı kişiler de doğruların peşinde olur. Şirkte de hiçbir doğruluk yok. O şeylerin, putların hakkında hiçbir belge yok, hiçbir delil yok. Menfaatin peşinde olmayan akıllı insanlar doğru yolda ilerler.
“Elem neşrah leke sadrak” Senin içini açmadık mı? Allahu Teala aslında her insanın içini açar. Yani siz doğruya yönelmek isterseniz önünüz devamlı açılır. İyi şeyler yapmak isterseniz devamlı önünüz açılır. Yeter ki gerçekten iyi şeyler yapmak için gayret gösterin. Enam Suresinin 125. ayetinde Allahu Teala şöyle diyor: “Fe mey yüridillahü ey yehdiyehu” Allah kime doğruyu göstermiş -45. sayfada- Allah kime doğruyu göstermek isterse “yeşrah sadrahu lil islam” Onun içini İslam için açar. Peki Allah kime doğruyu gösterir? Kim Allah’ın yoluna yönelirse Allah ona kendi yolunu gösterir. Önce gayret senden olacak. Cenab-ı Hak hiç kimseyi durup dururken ne Müslüman, eder ne kafir eder. Müslümanlık için de gayret gerekir, kafirlik için de. Hepsi için. “ve mey yürid ey yüdılehu” Allahu Teala kimin de sapıklığını murad ederse “yec’al sadrahu dayyikan” içini daraltır. “haracen” Böyle bir sıkıntı içine sokar onu. “ke ennema yessa’adü fis sema’” sanki göğe yükseliyor gibi. Yukarıya doğru çıkıldıkça insan nefes almakta zorlanır, biliyorsunuz. Mesela şeylerde Everest Tepesinde tüpsüz çıkan bir adam boğularak ölmüştü, değil mi? Öyle bir şey vardı yakınlarda. Hatırlayanınız var mı? Bir dağcı oksijen tüpsüz çıktığı için değil mi? Hatırlıyor musunuz? Ben öyle bir şey hatırlıyorum. Everest’te boğularak ölmüştü adam. Niye boğularak ölüyor? Çünkü oksijen azalıyor. Yani yukarıya doğru çıktıkça oksijen azaldığı için göğüs daralıyor. İşte aynen onun gibi olur. Bu insanlar sanki göğe çıkıyormuş gibi olur.
“kezalike yec’alüllahür ricse alellezıne la yü’minun” İşte böylece Allah inanmayanların üstüne pisliği yığar. Şirk pisliğini… Peki, kimi kafir yapıyor Allah? Kim ki yoldan çıkarsa, kim ki kafirliğe yönelirse, kim ki kararını sapıklıktan yana kullanırsa… Tamam öyle mi? Öyleyse öyle. Madem öyle istiyorsun, öyle olsun. Şimdi için açılması, Peygamber (sav) in içinin açılması bizim için de söz konusu. Şimdi siz hepiniz kendi içinizde şunu hissetmiyor musunuz? Yani Kuran-ı Kerim’e yöneldikten sonra zihninizdeki problemlerin giderildiğini görmüyor musunuz? Kendiniz daha rahat olmuyor musunuz? Dimdik olmuyor musunuz? Hiçbir endişeniz yok, gayet rahat, kendine güveni olan, ayakları yere basan, herkesle gayet seviyeli bir şekilde konuşabilen, tartışabilen, yani kendinin farkında olan bir insan olmuyor musunuz? İşte bu sadece Peygamberimiz için değil, hepimiz için söz konusu… Ve bizim içimizi açan nedir? Allah’ın kitabıdır.
Musa Aleyhisselam’ın da böyle bir duası var. Allahu Teala, Musa Aleyhisselam’ı Firavun’a gönderdiği zaman dedi ki: Dua et: “Rabbişrah li sadri” Ya Rabbi! İçimi aç. Çünkü Musa Aleyhisselam Firavun’un sarayında yaşamış. Onların zorbalıklarını gayet iyi biliyor. Baskılarını biliyor. Adamı konuşturmazlar. E, bir de insanlar böyle yerlerde nerede konuşacağını şaşırır. Evet diyeceği yerde hayır, der. Farkına bile varamaz. İçi daralır. 314. sayfa, kaçıncı ayet? Taha Suresi değil mi? 35. ayet. Orada diyor ki, ha 25, ver bana sen onu. Cenab-ı Hakk’a dua ediyor Musa Aleyhisselam: “Rabbişrah li sadri” Ya Rabbi! İçimi aç. İçimi rahatlat. Çünkü Allahu Teala Musa Aleyhisselam’ı kaçtığı yere gönderiyor. Yani bu tip imtihanlar hepimizin başına gelir. Hep dersiniz: Korktuğum başıma geldi. Olmuyor mu? Bunu Cenab-ı Hak yapıyor. Musa Aleyhisselam neyden korktu, kaçtı? Firavun’dan değil mi? Firavun’un zulmünden kaçmadı mı? E, şimdi Allahu Teala git diyor Firavun’a. Böyle yani, Allah’ın imtihanı böyle. Onun için her zaman dik duracaksınız. Cenab-ı Hakk’a güveneceksiniz, sıkıntıda Allah’tan yardım isteyeceksiniz. Bitti. Peygamberler o zaman bize örnek olur. Peygamberleri olağanüstü varlıklar olarak algıladığımız zaman bize örnek olmaları mümkün değil. Ama bizim gibi insan, bizim gibi korkuları var, bizim gibi sıkıntıları var, bizim gibi zaafları var. Tabii, her şeyi benim gibi olacak ki bana örnek olsun. Benim gibi olmazsa nasıl örnek olur bana? İşte her insan gibi Musa Aleyhisselam da böyle yapıyor ve dua ediyor: “Rabbişrah li sadri” Ya Rabbi! İçimi aç. “Ve yessir li emri” İşimi kolaylaştır. İşin ne kadar zor olduğunu biliyor. “Vahlül ukdetem mil lisani” Dilimdeki düğümü çöz. Yani dilim düğümlendi, bir türlü konuşamadım, dersiniz ya… Ya da içimde bir düğüm oluştu, ağzımı açamadım. “Yefkahu kavli” Sözümü anlasınlar. Ondan sonra da dua ediyor. Yine her insan gibi “Vec’al li veziram min ehli” Benim ailemden de bana bir yardımcı ver Ya Rabbi! Bir destek ver. Korktuğu için öyle diyor. Hatta Allahu Teala peygamberlik vereceğim dediği zaman Harun’a ver, dedi. Ben suç işlemişim onlara karşı. Allahu Teala dedi ki: Tamam, Harun’a da verdim. “Vec’al li veziram min ehli” Ailemden güvendiğim, en küçük şüphe duymadığım bir kişiyi de bana vezir et, yardımcı eyle. Ve ismini de söylüyor. “Harune ehıy” Kardeşim Harun’u. “Üşdüd bihı ezri. Ve eşrikhü fi emri” Onunla benim sırtımı kuvvetlendir. Arkam kuvvetli olsun ve onu benim işime ortak et. Yani o da peygamber olsun. “Key nüsebbihake kesiran. Ve nezkürake kesira” Öyle olsun ki sana çok tesbih ederim, seni çok zikrederim. “İnneke künte bima besıyra” Sen bizi görüyorsun. Evet, böylece.
Son olarak Şura Suresinden de birkaç ayet de hemen çabucak okuyayım, bitirelim. Çünkü evlerinde dinleyenler de iftar hazırlığı yapacaklar. Şura 42. Allahu Teala diyor ki: 85. ayet: “İnnellezı ferad aleykel kur’ane le raddüke illa mead kur rabbı a’lemü men cae bil hüda ve men hüve fı dalalüm mübın” Sana bu Kuran’ı farz eden, senin için bu Kuran’ı veren Allahu Teala, seni bir sonuca mutlaka ulaştıracaktır. De ki: Rabbin kimin doğruyu getirdiğini, kimin açık sapıklıkta olduğunu gayet iyi bilir. “Ve ma künte tercu ey yülka ileykel kitab” Ya! Muhammed, sen daha önce sana bu kitabın verileceğini hiç ummuyordun. Bunu şunun için yazdım: Bazıları Peygamber’in kalbinin yarılmasını efendim, çocuklukta melek gelmiş, kalbini yarmış, işte bir tane altın tasta yıkamış. Sen peygamber olacaksın falan, demiş. Bunların hepsi aslı astarı olmayan şeylerdir. Bir sürü lüzumsuzluklar. Bakın peygamberimiz bundan habersiz. Hiç bilmiyordu böyle bir şey olacağını. “Ve ma künte tercu ey yülka ileykel kitabü illa rahmetem mir rabbik” Sen böyle bir kitabın verilmesini hiç ummuyordun. Aklının köşesinden bile geçmiyor ama Cenab-ı Hakk’ın bir ikramı. Aslında hepimiz öyleyizdir. Ya, kardeşim eskiden bu nimetler benim aklımdan mı geçerdi, deriz. Mesela ben kendim bir ara Süleymaniye Vakfını kurarken zihnime göre birtakım faaliyetler düşünmüştüm. O zaman da ya bu vakfı yakarlar. Dışı ahşap mı olacak mı olacak, falan diyordum. Şimdi kendi kendime orada düşündüklerimi gerçekleştirebilirsem benim için en yüksek gayeydi. Şimdi onlar o kadar geride kaldı ki şu anda bulunduğumuz noktayı o zaman hayal etmemiz mümkün değil. Allah’a çok şükürler olsun! Herkes için böyle şeyler söz konusudur. Peygamberlik açısından Allahu Teala Peygamberimize diyor ki: Sen kendine kitap verileceğini hiç ummuyordun. “fe la tekunenne zahıral lil kafirın” Sakın ha! Kafirlere arka çıkma. Öyle mi? Burada Şura diye yazılmış, yanlış olabilir. Kasas Suresi mi? Ha, Kasas, Kasas evet, doğru. Doğru Kasas. O sureden aldığımız başka.
Evet. Peki, böylece dersimizi burada sona erdirelim. Dediğimiz gibi ikinci bölümde şey yaparız İnşallah. Soru-cevap. Bir taraftan çaylarınızı içersiniz, bir taraftan soruları cevaplandırırız. İftardan sonra İnşallah. İnternetleri başından bizleri dinleyenlere de hayırlı iftarlar, diliyorum. Hayırlı Ramazanlar diliyorum.