Abdülaziz Bayındır:
Bugün Hucurat Suresi’nin son ayetlerini okuyacağız. Sure’nin 13. Ayetini geçen hafta okumuştuk. Bu hafta hızlıca o ayeti de okuyalım konu bütünlüğünün sağlanması açısından. “Ey insanlar sizi bir erkekle bir dişiden yarattık.” Bütün insanlığın anası ve babası aynı kişilerdir. “Sizi halklara ve kabilelere böldük.” Halklar ve kabileler olarak oluşturduk. Mesela bir Türk milleti var. Türk milletinin çok değişik boyları var. Azeriler var, Kazaklar var, Türkmenler var, var da var. Bunların kendi içlerinden de bir takım oymakları var. “Tüm bunları yaptık ki birbirinizle tanışasınız bilişesiniz.” Yani asıl konu insanların kendisini başkasından üstün görmesi değil tanışmasıdır. Karşılıklı tanışmayla, konuşmayla görüşmeyle insanlar kendilerini karşısındakine anlatırlar onlar kendisine anlatır ve birlikte bir şeyler yapma imkânı ortaya çıkar ya da bir konuda yarış meydana gelir. Eğer yarışma yapılan konu hayırlı bir konu ise herkes ondan istifade eder. “Allah yanında en değerli olanınız kendini en iyi koruyanınızdır. (Hucurat 49/13)” O zaman demek ki hiçbirimiz kendimizi salıveremeyeceğiz. Kendimizi çok iyi korumak zorundayız.
Koruma ne demektir? Sahip olduğunuz değerlerin kaybolmaması için çalışmak demektir değil mi? Mesela “sağlığını koru”. Olmayan şey korunur mu? Olmayan şey korunmaz değil mi? En büyük korunma neydi? Şirke karşı korunmaydı. O zaman demek ki insanda bir tevhit inancı var. O inanç olmazsa neyi koruyacaksınız?
Daha önce okuduğumuz birçok ayette görmüştük. Her insan yakın çevresinde uzak çevresinde ve kendinde gördüğü ayetler sebebiyle Allahın varlığını ve birliğini kesin kes kabul ediyor. Ama sonra kendini koruyamayınca araya bir takım aracılar konulmasını da hoş karşılamaya başlıyor.
İnsanların yapısında doğrular bulunduğu için peygamberler insanlara kendi yapılarında bulunan doğruları hatırlatırlar. Onun için peygamberlerin görevi neydi tezkir değil mi? Yani insanlara hatırlatıyor. “Bak sen şunu şunu biliyordun. Ben size yeni bir şey söylemiyorum” diyor peygamberler. Hepinizin yapısında zaten var. Şimdi siz burada Kuranı Kerimi dinlediğiniz zaman sizin yapınıza ne kadar uygun düşüyor değil mi? “Ben zaten böyle düşünüyordum” der birçok kimse. Bu ne demektir? Benim yapımda bu zaten vardı demektir. Ondan dolayı mutlu olursunuz, rahatlarsınız. İnsanların görevi de tezekkürdür. Peygamberlerinki tezkir insanların görevi tezekkür. Peygamberler hatırlatıyor insanlar da hatırlıyor yani zihinlerini yokluyorlar ha gerçekten öyleydi diyorlar. İnsanlarda zaten var olan şeyleri söyledikleri için o peygamberlere inananlar çok sağlam inanıyor. İnanmayanlar da yanlış yaptıklarını çok iyi biliyorlar.
“Allah katında en değerli olanınız kendiniz en iyi koruyanızdır. (Hucurat 49/13)” Mesela Allahın yasaklarını düşünün içki yasağı var. İçki içen kişi kendini korur mu? Korumaz yani bunu bütün dünya bilir. Kumar oynayan kişi kendisini korur mu? Ya da zinaya ahlaksızlığa düşen kişi kendini korur mu? Bakın bütün bunlar bir sürü pislikleri arkasından getiriyor. Bundan birkaç sene evvel Türkiye’de kumarhaneler serbest bırakılmıştı. Yani devletin kontrolü altında kumar oynanmasına müsaade edilmişti. Televizyonlarda ne cinayetler görüyorduk kumar yüzünden işlenen cinayetler. İçki yüzünden meydana gelen trafik kazalarını, cinayetlerini ailelerin yıkılışlarını, insanların perişan oluşlarını görüyoruz. Uyuşturucu yüzünden neler olduğunu görüyoruz. Yani Cenabıhakkın koyduğu yasaklar insanı tehlikelerde koruyucu şeylerdir. Koyduğu emirler de insanı güçlendirici şeylerdir. Böyle bir kişi kendi varlığını korumuş olur ve Allahın kendisi için belirlediği eceli tam olarak yaşar. Yani bir makine düşünün onda bir son ulanma tarihi vardır. Yani fabrikası der ki ekonomik olarak bu makine en çok şu kadar zaman kullanılabilir. Onun kullanma şartlarına uygun olarak kullanılmaması halinde o ömrü bitirebilir mi o makine? Daha erken devre dışı bırakılır. İşte Allahütealâ da yarattığı her insan için bir eceli müsemma belirlemiştir. Yani her insanın yaşayacağı bir süre vardır. İşte şu kişi elli sene, şu atmış sene, şu yetmiş sene, şu yüz sene diye. Peygamberler hep gelmiş demişlerdir ki “Allaha kul olun, benim sözümü dinleyin. Dinleyin ki Allah sizi nimetlendirsin ve sizi eceli müsemmanıza kadar yaşatsın.” Dinlemezseniz ne olur? Erkenden ölür gidersiniz. Yani o eceli müsemmanızı tamamlamış olmazısınız. Cenabıhakkın yarattığı zaman insanlara eceli müsemma biçtiğini Kuranı Kerimde belirtiyor. Belirlediği bir süre vardır. İnsanlar yanlış davranışlarıyla o süreyi kısaltırlar.
Şimdi burada buna madem başladık bir tek örnekle bu işi bitirmeye çalışalım. 37. Sureyi açarsanız bir zahmet. 139 ayeti açın. Saffat Suresi’nin 139. Ayeti. Ondan önce şeyi bir okuyalım gene. Her defasında okuduğumuz Nuh Suresi’nin ilk ayetlerini okuyacağız. “Nuh’u kavmine elçi gönderdik. Onlara acıklı azap gelmeden önce kavmini uyar. (Nuh 71/1)” Yani bir takım yanlış davranışları var. Bunlar cezayı hak ediyor. Ceza gelmeden önce Allah bir peygamber göndererek onları uyarıyor. Şunları şunları yapın yoksa sizin bu gidişatınız ceza giymenizi gerektiriyor diye. Şimdi ilk okuduğumuz ayet açısından bakarsak yani bu kavim kendini korumuyor. Allah katında en değerliniz kendini en iyi koruyanınızdır diyor ya ayet. Şimdi ne dersiniz? Oğlum terli terli sokağa çıkma hasta olursun. Bana bir şey olmaz. Peki, çık da görüyüm dersiniz değil mi? Çıkar ve hasta olur değil mi? Kış günü terli terli çıkarsa hasta olur. Cenabı hak da koyduğu kurallar açısından bunların yanlış gittiğini gönderdiği peygamberle onlara bildiriyor. “Dedi ki ey kavmim ben sizi açıktan açığa uyarıyorum. (Nuh 71/2)” Yanlış yapıyorsunuz. Mesela şoför hızlı gidiyor siz yandan uyarıyorsunuz. Kardeşim sürati düşür kaza yapacaksın değil mi? “Allaha kul olun ve ondan korkun.” Yani kendinizi koruyun. Az önceki takva kelimesi ile ilgili. Cenabıhakkın vereceği cezadan kendinizi koruyun. Neden Allahın vereceği ceza? Çünkü bu kanunları o koymuştur. Az önce söylediğimiz şeyde de… Kışın terli terli sokağa çıkıp soğuğa çıkan hasta olur. Bu kanunu koyan kim? Allah koymuş değil mi? Allah böyle bir kanun koymayabilirdi. O zaman terli terli sokağa çıkan kişi kışın hasta bile olsa iyileşebilirdi. Ama kanunu öyle koymamış hasta olur diye koymuş. O zaman Allaha karşı kendinizi koruyun dendiği zaman Allahın koyduğu kanunlar var. Bu kanunlara karşı kendinizi koruyun demektir.
“Bana itaat edin yani benim sözümü dinleyin. Böyle yapın ve sizin günahlarınızı bağışlasın Allah.” Bak yanlış işler yapıyorsunuz. “Sizi eceli müsemmanıza kadar yaşatsın. (Nuh 71/3)” Yani Allahın emirlerine karşı kanunlarına karşı kendinizi koruyun sözlerimi dinleyin. Allah günahınızı bağışlasın ve sizi eceli müsemmanıza kadar yaşatsın. Nuh’un (as) söylediği bu. Peygamberimiz da yanı ifadeleri kullanıyor diğer peygamberler de. Peki, Nuh’un (as) sözünü dinlemeseler eceli müsemmalarına kadar yaşayacaklar mı? Yaşamayacaklar. Dinlerlerse yaşayacaklar. O zaman Allahın yaratırken belirlediği ecele, eceli müsemma deniyor. Falanca kişi şu kadar sene yaşayacak. Şimdi Nuh (as) geliyor diyor ki şöyle yapma Allahın cezası gelir. Yaparsan eceli müsemmana kadar yaşarsın. Gerçi biz bilmiyoruz eceli müsemmamızın ne kadar olduğunu ama farz edin 100 seneyse 100 seneyi yaşarsın. Yoksa ne olur? 80 inde gidersin 60’ında gidersin, 40’ında gidersin. Açıkça anlaşılmıyor mu burada?
Şimdi öbür ayeti açalım. Saffat Suresi’ndeki ayeti. Bunun bir örneği. Allahütealâ Kuranı Kerim’de her konunun örneğini vermiştir. Onu arayıp bulabilirsek zihnimizde hiç şüphe kalmayacak şekilde o konu açıklanır. Ecel konusunda da burada da örnekler başka yerde de var. Konumuz ecel değil ama bir cümle söyledik. Genel anlayışa aykırı olduğu için ben bu örneği okuyorum. Yoksa konumuz bu değildi. Yani zihninizde bir soru kalmasın diye bunu okuyorum. Ondan sonra asıl konuya devam edeceğiz. Çünkü bizde genel anlayış insan doğmadan önce başına gelecek her şeyler yazılmıştır. Ne bir saniye gider ne bir saniye gelir şeklindedir. Eğer böyleyse o zaman Nuh’un uyarısının bir anlamı var mı?
“Yunus gönderilen elçilerdendir. Dolu gemiye kaçmıştı. (Saffat 37/139-140)”Demek ki Allahtan izin almadan görev yerini terk ediyor. İzinsiz gidene kaçtı denir değil mi? Şu öğrenci okuldan kaçmış. Oğlum niye kaçtın? Yok, ben hocadan izin aldım. Gerçekten aldın mı? İzin almışsa kaçmış sayılır mı? Almamışsa kaçmış sayılır. Peki, Yunus (as) kimden izin alacaktı? Allahın elçisi. İzinsiz olarak görev yerini terk ettiği için kaçmış. Kaçınca ne olur suçlu duruma düşer değil mi? Yani kendini korumamış olur değil mi? Cezayı hak eder. Gemi dolu ya tabi gemi dediğiniz küçük bir teknedir mutlaka. Bugün bizim bindiğimiz gemilerden değil. E dolu. Ya hepsi birden batacak yolcu dolu ya da birisini atacaklar. İkisini atacaklar, diğerleri kurtulacak. Kimi atalım kura çekeceğiz kura kime çıkarsa onu atacağız denize. “Kura çekildi ve Yunus kaybetti.” Denize atılacak. “Sonra onu bir balık yuttu. (Saffat 37/140-141)” Şimdi o büyük balıkları biliyorsunuz ağızlarını açtığı zaman oradaki adam balığı görmez ki mağaraya girdiğini zanneder ağzı açık olduğu için. Balık onu yutuyor. O kendi kendini ayıplıyor. Çünkü yutulduğunu bilse gitmemek için boğazından aşağıya gitmemek için mücadele verir, girerse çıkmak için mücadele verir kendini ayıplamakla meşgul olmaz. “Eğer Yunus tespih etmeseydi o balığın karnında eriyip gidecekti…” Yani o balık onu hazmedecekti ölecekti tabi. Ne zamana kadar? “…yeniden dirilecekleri güne kadar. (Saffat 37 / 142)” Çünkü Tespih çekmeseydi öyle olacaktı. Tespihi neydi? “Dedi ki yarabbi senden başka ilah yok. Senin burada bir kusurun bir eksiğin yok.” Yani senin bir elçin bu duruma düşecek adam mıydı değil. “Ben yanlış yaptım dedi. (Enbiya 21/87)” Suç bende yoksa sen bir elçini korumamış falan değilsin. Ben kendimi tehlikeye attım. Şimdi burada bir takva var mı? Bu sözde bir tövbe var takva yok. Kendini korumamış Yunus (as). Ama tövbe ediyor. Balık tarafından yutulduğunu bilmediği için böyle söylüyor. Yutulduğunu bilse insan bu cümleyi kurabilir mi o sıra? Bütün gayretini kurtulmaya harcar değil mi? Eğer bu tespihte bulunmasaydı balığın karnında kıyamet gününe kadar kalırdı. Tespihte bulununca ne oldu? Eceli müsemmasına kadar yaşama imkânı elde etti. Tespihte bulunmasaydı diyelim ki ömrü 100 seneyse 60 senede ya da 70 senede bitmiş olacaktı açıkça anlaşılmıyor mu? “Tespih yapınca onu bir boşluğa yani boş bir mekâna attık.” Balık demek ki ağzından çıkardı onu. “Ama o hasta.” Şimdi balığın midesindeki o asitler onu hasta etmiş. Büyük balıkların midesinde bir insanı 4-5 gün yaşatacak kadar oksijen varmış. O oksijeni alıp yaşıyor ama o arada da asitleri de alıp hastalanıyor. “Üzerine kabakgillerden bir bitki bitirdik.” Çabucak bitiyor ve üzerini güneşten koruyor denizin kenarında. “Onu aslında bir yüz bin kişilik şehre elçi göndermiştik.” Onlar inanmadıkları için bu şehri terk etmişti. “Yunus geri döndükten sonra inandılar. Onları da belli bir süreye kadar nimetlendirdik.” (Saffat 37/142-147) Şimdi net olarak anlaşıldı mı?
O zaman, “Allah yanında en değerliniz kendimizi en çok koruyanınızdır. (Hucurat 49/13)” Kendimizi ne kadar korursak hayatımız o kadar kaliteli olur. Kendimizi ne kadar iyi korursak ahretimiz de o kadar güzel olur. Hem mutlu oluruz hem sağlıklı oluruz hem huzurlu oluruz. Bu mutluluk hem dünyada hem ahirette olur.
(Cinayet ve ecel ilişkisi ile ilgili bir soru geliyor.) Cinayet tabii… Şimdi bizim akait kitaplarımızda bir de şu vardır. Maktul eceliyle mi ölür yoksa eceli gelmeden mi ölür ne derler kitaplarda? Eceliyle ölür derler değil mi? Yani akait kitaplarında bu yazar. Peki, Allahın kitabında ne yazıyor. Bunu niye böyle söylüyorum? Çünkü bizim her defasına size hatırlatıyorum burada bizim ulemamızı Kuran’la irtibatı çok asırlar öncesinden kesilmiştir. Yani şöyle peygamberimizden sonraki ilk asrı bir kenara bırakırsanız mezhepler Kuranın dışında oluşmuştur. Bu çok bizim bu cemaate garip gelmez de internetten dinleyenler çok şaşıracak tabi böyle şey mi olur diye. Mezhepler Kuran’ın dışında oluşmuştur. İster inançla ilgili yani akideyle ilgili mezhepler olsun ister amelle ilgili mezhepler olsun. Ondan dolayı hangi konuyu Kuranı Kerim’le ilintilendirirseniz yanlışları görürsünüz ama şunu söyleyeyim bakın burada bizi dinleyenler zannediyorlar ki bir iki dinlemeyle bu iş hallederiz. Bu o kadar kolay bir şey değildir. Ayetler arası ilişkileri çok iyi bilmek lazım. Siz ayetler arası ilişkileri bilmezseniz az önceki ecel konusunu anlayamazsınız. Mesela “Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri geldi mi ne bir an onu geriye bırakılmasını talep edebilirler, ne de ecelin önüne geçebilirler. (Yunus 10/49)” Şimdi bu ayeti okuduğunuz zaman ne yapacaksınız? Demek ki bu da değişmezmiş dersiniz. İşte maktul eceliyle ölür dersiniz. Fakat ayetler arasındaki ilişkileri kurduğunuz zaman şunu anlarsınız: ecel gelinceye kadar değişiklik olabilir. O son an gelinceye kadar. Son an geldi mi Allah artık değiştirmez. O zaman onu anlarsınız. Onun için yani şimdi burada bizi dinleyenler hemen arkasından âlimliğe soyunmasınlar sakın. Çok büyük hatalar yaparlar ve bunları zaman zaman duyuyoruz. Öyle bu iş o kadar basit bir iş değildir. Kuranı Kerim, Kuranı Kerim tarafından açıklanmıştır. Ama bu açıklamayı öyle iyi Arapça bilmeyen, ekip çalışması yapmayan ulema bulamaz. Ekip çalışması olacak ve iyi Arapça bilecek. Allahütealâ diyor ki “Bu bir kitaptır ki ayetleri açık açık açıklanmıştır, Arapça okuyuş olarak.” Herkese mi açık? Hayır. “Âlimler topluluğu için. (Fussilet 41/3)” Ekip çalışması yapan Arapça bilen âlimlere için açıktır. Başkalarına? Başkalarına kendilerine lazım olduğu kadarıyla açıktır. Ama bu kadar detayı ilmi çalışma falan dediğiniz zaman ekip çalışması, ilim adamlarının çalışması gerekir.
Şimdi evet onu da bu arada konuşmuş olalım. Konu konuyu açıyor ama bu tür konuları sık sık dile getirmek gerekiyor çünkü tüm İslam âlemine bakarsanız akait kitaplarına bakarsanız “maktul eceliyle ölmüştür” der. Bir adam birisini öldürüyor “canım bu adam bu saatte ölecekti”. O zaman bu kişiye niye günah yüklüyorsunuz ki? Azrail’in görevini yapmış!
Şimdi bakın Kehf Suresini açın. Kehf Suresi’nin 80. Ayeti. Önce 74. Ayetine bakalım. Hani burada Musa’nın (as) bir kişiyle Allah’ın kullarından bir kulla karşılaşmaları anlatılıyor. Bu kulun Hızır olduğu da Peygamberimiz tarafından haber veriliyor. “Musa ile Hızır gittiler. Bir erkek çocuğuna rastladılar. Hızır hemen o çocuğu öldürdü. Musa dedi ki bunu nasıl yaparsın bir çocuk suçu yok bir şeysi yok. Bir başkasını da öldürmüş değil. Bunu nasıl yaparsın? Sen gerçekten çok yadırganacak bir şey yaptın. (Kehf 18/74)” Hızır da dedi ki bu Hızır tabi bir melektir. Ayeti dikkatle okursanız bunun bir melek olduğu kesin. Melek olmasa zaten onu orada öldürdüğü an oradaki insanlar bunu linç ederler. Ama Musa’dan (as) başka hiç kimse bunu görmüyor. “Sana demedim mi ki benimle birlikte olmaya dayanamazsın. (Kehf 18/75)” dedi.
Sonra 80. Ayette bu çocuğu niçin öldürdüğünü anlatıyor. Dikkatle dinleyin. “Oğlan çocuğuna gelince…” onu niye öldürdüm bak dinle diyor. “Onun ana babası mümin insanlardı. Korktuk ki bu çocuk büyüdüğü zaman annesini babasını taşkınlığa ve kâfirliğe iter. (Kehf 18/80)” Şimdi bu çocuk eğer o anda eceli gelmiş olsa öyle bir söz söylenir mi? Zaten eceli gelmiş. Büyüdüğü zaman diye bir şey olmaz ki değil mi? O zaman ne yapmış oluyor? Eceli gelmeden öldürülmüş oluyor. Zaten sonunda diyor ki ben bunların hiçbirini kendiliğimden yapmadım diyor. Bunların hepsi Allahütealâ’nın bana emirleri. Ecele müdahale ama müdahale olduğu belli… Başka ayetlerde de var. Bu konuda çok sayıda ayet var Kuranı Kerim’de ama şimdi bu kadarla yetinelim. Daha sonra konu geldikçe tekrar tekrar inşallah…
(Soru geliyor duyulmuyor.) İyi ya, eceli müsemmasını tam olarak yaşayıp yaşamamak kulun tavrına bağlı… Mesela Ali İmran Suresi’nde bir ayeti kerime olacak, “Allah yolunda şehit olanlar var.” Allahütealâ diyor ki bunlar yaşasalardı elde edecekleri şeyler şimdi şehit oldukları zaman elde edecekleri şey kadar değildir. O zaman ne demektir bu? Kendi canlarını Allah yolunda feda etmişler demektir tamam mı? Şimdi o ayeti okuyalım: “Allah yolunda öldürülür ya ölürseniz Allah tarafından bağışlanma ve yapacağı ikram bunların elde edecekleri şeyden daha hayırlıdır. (Ali İmran 3/157)” Yani yaşasalardı elde edecekleri bir şeyler vardı bunların. Allah yolunda öldürüldükten sonra elde edecekleri daha hayırlıdır. Neyse çok sayıda ayet var bu konuda zannediyorum zihninizde bir soru kalmamıştır. Şimdi asıl konumuz bu olmadığı için…
(Soru geliyor duyulmuyor) Yok Peygamberimiz söylüyor demedim, hadisi şerifte öyle bir şey yok. Kuranı Kerim’de kullardan bir kul (diye geçiyor). Peygamberimizin hadisinde de Hızır kelimesi geçiyor. Onun bir melek olduğunu ben kendim çıkarıyorum ayetlerden. Hızır’ın bir melek olduğunu ben kendim anlıyorum buradan. Anlamamın sebebi de mesela Peygamberimizin hadisinde de var. Yıkılmak üzere olan duvara işaret ediyor düzeliyor. Yıkılmak üzere olan duvar işaretle düzelmez hiçbir insanın işaretiyle düzelmez. Ondan sonra gemiyi deliyor. Deldiğini bir tek Musa (as) görüyor. Hâlbuki o gemide bulunan insanlar birisinin gemiyi deldiğini görse o adamı boğarlardı orada. Bırakmazlardı yani müsaade etmezlerdi. İşte o çocuğu öldürüyor. Arkasından da diyor ki bunlar ben kendiliğimden yapmadım diyor. Bir de Musa’ya (as) diyor ki “sen benimle birlikte olmaya sabredemezsin” diyor. Şimdi bir peygambere karşı böyle bir şey söylenemez. Peygamber kendisine uyulması için gönderilmiştir. Yani bütün… Tabi bir peygamber için böyle bir işi bir peygamber zaten yapamaz peygamberin yaptığı davranışlar insanlara örnek olacak davranışlardır. Bunlardan hiçbirisi insanlara örnek olacak bir davranış değil. O zaman burada nedir? Bizim birçok gördüğümüz olayın bilmediğimiz bir perde arkasını Cenabıhak Musa’ya (as) göstermiş. O perde arkası insanların yapabileceği bir şey değildir. Cenabı hakkın melekleri tarafından yapılan şeylerdir. İşte o bakımdan dikkatle incelediğimiz zaman bunun bir insan olması mümkün değil. İnsan olsa bir peygambere böyle davranması zaten onu dinden çıkarır. Ha peygamber olamaz neden olamaz? Yani o Hızır peygamber olamaz. Peygamberlerin bütün davranışları insanlara örnektir. Eğer Hızır peygamber olacak olsaydı o zaman birisi gider gözüne kestirdiği bir çocuğu öldürürdü. Niye öldürdün? Derdi ki “siz bilmiyorsunuz anasını babasını yoldan çıkaracak”. Ondan sonra gider birinin camını kırardı niye kırdın? Sonra şöyle olacak… Yani mutlaka bir bahane bulunurdu. Bunun peygamber olması mümkün değil çünkü bu tavırların hiç birisi insanlara örnek değil. (Veli olabilir mi?) Hepimiz veliyiz canım. Velilik özel bir şey değil ki. Her müslüman Allahın velisidir. Öyle bir şey de olmaz. Onu kendi kafalarından uyduruyorlar. Şimdi insanlar yoldan çıkmayı baştan kafalarına koymuşlarsa ondan sonrası kolay. Şimdi her mümin Allahın velisidir. Cenabıhak böyle söylüyor. Biz Allahın velisi isek yani Allahın dostuysak bize de böyle bir şey olmaz. Bizlere böyle bir şey olmuyor yani. Dolayısıyla yani o Allahın velisi de Musa Allahın velisi değil mi yani? Öyle şey olur mu?
(“Alacağımız ders nedir?” diye soruluyor.) Alacağımız ders şu: yani her bir olayın bir arka planı vardır. Siz onu göremezsiniz. O arka plan sizin çok hayrınıza olabilir. Yani şimdi mesela o ailenin çocuğunun ölmesi. Siz kendinizi öyle bir baba olduğunuzu düşünün. 10 yaşında kabına sığmayan bir çocuğunuz ölüyor. Ne kadar üzülürsünüz değil mi. Ama onun arka planında o çocuk yaşasaydı sizi yoldan çıkaracaktı. Ya öyle mi? Birisi size bunu anlatsa “ya o zaman şükretmem gereken bir olay” dersiniz değil mi? İşte bu o. Ondan sonra gemisinin birisi tarafından delindiğini görse gemi sahibi ne yapar? Önce adamı gemiden atar. Sonra da iyice bir pataklar. Hatta öldürebilir de. “Sen bu kadar adamı batıracaksın ya!” Ama ona birisi söylese ki “bak ileride senin gemini alacak birisi var,” “hay Allah razı olsun!” der. Şimdi o zaman ne oluyor? Herhangi bir şey kendimiz sebep olmamışsak bir olumsuzluğa, onun arkasında mutlaka bir hayır beklemek lazım. Çünkü Cenabıhak ayetinde diyor ki: “Başına gelen iyilik Allahtan, kötülük kendindendir. (Nisa 4/79)” Eğer kendin bir şey yapmamışsan, o başına gelen musibet gibi gözüken şey mutlaka hayrına olabilir. İşte bu olayların arkasındaki şeyi bize göstermiş oluyor. Tabi Peygamberimiz de diyor ki: “Allah Musa’ya rahmet eğlesin keşke biraz daha sabretseydi de birçok şeyi daha öğrenseydik.” diyor. Üçünün de arka planında hayır var.
(Soru: “Musa (as) imtihan mı oluyordu?”)Musa (as) burada imtihan olmaz çünkü o olayların her birisi bizim imtihan olduğumuz konular değil. O olaylar bir insan olarak bizim normal karşılayabileceğimiz olaylar değil. Dolayısıyla imtihan meselesi değil. O sadece bizim yanlış gördüğümüz şeylerin hani Cenabıhak diyor ya “Belki siz bir şeyden hoşlanmazsınız ama o sizin hayrınızadır. (Bakara 2/216)” İşte bu onun örneğidir. Yani Allah her şeyin örneklerini vermiş ya Kuranı Kerim’de. Bizim açımızdan öyle. Onun için Musa diyor ki bu çocuk bir başkasını öldürmedi diyor. Yani bu çok acayip bir şey böyle şey olur mu diyor yani Musa (as). Haklı, bizim açımızdan Musa (as) haklı.
Peki, şimdi devam ediyoruz dersimize. “Allah yanında sizin en değerliniz kendini en iyi koruyanınızdır.” O zaman kendimizi korumamız lazım. Her şeye karşı her türlü olumsuzluklara karşı koruyacağız. En büyük korumayı da şirke karşı yapmamız lazım. Onun dışındaki her şeyin bir çıkış yolu var ama şirkin çıkış yolu yok. “Allahütealâ her şeyi bilir ve her şeyin iç yüzünden haberdardır. (Hucurat 49/13)”
“Bedeviler amenna (inandık) dediler.” Ya Muhammed, “De ki: siz inanmadınız. Teslim olduk deyin. O iman henüz sizin kalbinize girmiş değil. Eğer Allaha ve resulüne itaat ederseniz, Allah sizin yaptığınız şeylerden hiçbir eksiltme yapmaz, amellerinizin karşılığını verir. Allah bağışlar ve ikramda bulunur. (Hucurat 49/14)” Ama iman henüz sizin kalbinize yerleşmiş değildir. Peki, iman nasıl kalbe yerleşir yarabbi nasıl olur? “Müminler Allaha ve onun elçisine inanan insanlardır.” Şimdi bunlar diyecek ki biz de inanıyoruz. Bu insanlar münafık falan değil. Kendilerini gerçekten mümin sayan insanlar. Medine yakınındaki çöl Arapları… “Sonra da şüpheye düşmeyen insanlardır. Şüphe yok. “Mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihat edenlerdir.” Müminler bunlar. Allaha ve elçisine inanan, şüpheye düşmeyen, malıyla canıyla Allah yolunda cihat edendir. Çünkü senin için Allah yolundan daha önemli bir şey olmaz. Bir numara o. Her şeyden daha önemlisi o. “O peygamber müminler açısından kendi canlarından daha önce gelir. (Ahzab 33/6)” diyor Cenabıhak değil mi. Allahın dini her şeyden daha önce gelir. Gerçekten inanıp inanmadığınızı test etmek istiyorsanız işte ölçü burada… Allaha ve resulüne inanan, şüpheye düşmeyen, malıyla, canıyla Allah yolunda cihat eden kimseler. “Sadık olanlar bunlardır. (Hucurat 49/14)” Yani iddiasında doğru olanlar onlardır.
Şimdi bundan önceki surede bu ayetin çok güzel açıklaması var. Fetih Suresi’nin 11. Ayetini bir zahmet açın. Bir önceki sure, Fetih 11. Şimdi olayı bir hatırlayalım. Peygamberimiz (sav) Medine’den kalkıp Mekke’ye gidiyor zilhicce’de. Hac için. Müslüman olduğunu söyleyen çevredeki Arap kabilelerine de haber gönderiyor: “Gelin hep beraber hacca gidelim.” Şimdi o Araplar bakıyorlar. Yahu bu Muhammed hacca gidiyorum diyor. Hicretin 6. Yılında. Hicretin 5. Yılında Mekkeliler Medine’ye kadar geldiler. Yahudilerle birlik oldular. Medineli münafıklarla da birlik oldular. Canlarını bunlar zor kurtardı. Allahtan bir rüzgâr müzgar esti de çekti gittiler şimdi öyle düşünüyorlar onlar da. Diyorlar ki şimdi bunlar gitsinler. Hazır kucaklarına düşmüşler. Bunları kıtır kıtır doğrarlar. Eh biz de gidip de kendi canımızı tehlikeye atmayalım. Şimdi bunlar müslüman olduklarını söyleyen Araplar. “O bedevilerden geri kalanlar…” Çeşitli mazeretler ileri sürerek peygamber bizle birlikte Hudeybiye anlaşmasıyla sonuçlanan o sefere çıkmayanlar. “…şöyle diyecekler (ya Muhammed) biz de gelecektik ama iş güç, çoluk çocuk yani bir türlü bırakıp gelemedik! Bizim için de Allahtan bağışlanmamızı dile. İçlerinde olmayan bir şeyi söylüyorlar.” Aslında bunların her birinin öleceğini düşündükleri için gitmemişlerdi. Bilselerdi ki oradan zaferle geri dönüleceğini tabii ki gelirlerdi. “Peki, Allah size bir zarar vermek istese…” Hani siz Mekkelilerden çekinerek Allah size bir zarar vermek istese “…ya da menfaat sağlamak istese buna kim engel olabilir? Hayır, Allah bunların ne yaptığını çok iyi biliyor. (Fetih 48/11)” Bunların içlerindeki niyetleri her şeylerini biliyor. Haberdar.
İşin aslı ne diyor bakın burada. Siz şöyle bir kanaate varmıştınız. Bunlar gidiyor bir daha geri dönmezler. Medine de bize kalır niye canımız tehlikeye atalım, Mekkelilerle de niye aramızı bozalım kardeşim! “Siz şöyle bir kanaate düştünüz bu peygamber ve müminler artık geri dönmezler.” Hepsini kıtır kıtır doğrarlar orada. Yani “Ailelerine ebediyen dönmezler.” Mümkün değil bitti o iş. “Bu da içinizde baya bir hoşlandıran sizi zevklendiren güzel bir şey olarak içinizi süslüyordu. Ama kötü bir kanaate varmıştınız. Siz helak olmayı hak etmiş bir topluluksunuz. (Fetih 48/12)” Tabi. İşte burada diyorlar ki “biz de müminiz”. Siz inanmadınız velâkin teslim olduk deyin. Size karıştık katıldık teslim olduk yani müslüman olduk değil teslim olduk deyin. Yani sizin emrinize girdik deyin. Ama onlar kendilerini müslüman biliyorlar. Münafık falan değiller. Niye? “İman henüz içinize sinmiş değil, kalplerinize iyice yer etmiş değil. Allah ve resulüne itaat ederseniz Allah sizin yaptıklarınızdan bir eksiltme yapmaz. (Hucurat 49/14)” Bakın öbür ayetle birleştirin müminler Allah ve resulüne inanan sonra şüpheye düşmeyen şimdi orası Allah yolu başında peygamber var. Sen şimdi canını manını düşünerek bunlar bir daha geri dönmez diyerek gitmiyorsun öyle mi? Oraya gidecektin ki o zaman mümin olduğunu ispatlayasın. Oraya gitmeliydin.
Şimdi bakın bir de şu 16. Ayeti okuyalım. Hatta hiç atlamadan hepsini okuyalım da oradaki mümin tipi karşımızda iyice şekillenmiş olsun. Şimdi bunu bu gün de çok görürsünüz. Biraz sıkıntı gördüğü zaman bakarsınız ki hiç kimse etrafınızda yok. Ama eğer bir menfaati paylaşmak bir itibarı paylaşmak olursa “bizi de gör biz de gardaşız bir de Müslüman’ız herhalde” bakarsınız ki etrafınız adamla dolmuş. “Kim Allah ve resulüne inanmazsa biz o kâfirler için alevli bir ateş hazırlamışızdır. (Fetih 48/13)” Allah ve resulüne inanıp güveneceksin. Peygamberi kendi canından üstün bileceksin.
“Göklerin ve yerin hâkimiyeti Allahın elindedir.” Hâkimiyet Mekkelide şunda bunda değil ki. Allah isteyeni bağışlar isteyeni azap eder.” İnsanın kendisi o azabı hak eder. Bu insanlara hadi Mekke’ye gelin diye teklif edilmişti gelselerdi kendilerini kurtaracaklardı. Gelmediler kendilerini zor duruma düştüler. “Allah çok bağışlar ve ikramda bulunur. (Fetih 48/14)” Şimdi bu geri kalmış olanlar… Gene hatırlayın Peygamberimiz (sav) Mekke’ye giderken Mekkelilerle Hayberli Yahudilerin bir ittifakı vardı. Peygamberimiz Mekke’ye vurursa Hayberliler Medine’yi işgal edeceklerdi. Haybere vurursa Mekkeliler Medine’yi işgal edeceklerdi. Dolayısıyla onu iki ateş arasında tutuyorlardı. Şimdi gidip de Mekkelilerle Hudeybiye anlaşmasını yapınca Müslümanların aleyhine hiç kimseyle ittifak yapmayacaklarını söyleyince Hayberliler korumasız kaldı. O zaman Hayber hazır bir lokma. Çok da zengin… Zengin ama askeri gücü yok. Müslümanlar için hazır lokma. Gidip alıp böyle hop mideye indirecekler. O kadar basit bir şey. Zaten Hudeybiye anlaşmasından üç hafta sonra gidip Hayber’i Müslümanlar aldı ve çok büyük ganimetler elde ettiler. Şimdi Mekke’ye peygamberimizle beraber gelmeyenler “ya Muhammed Haybere biz de gelelim.” Nasıl olsa hazır lokma… Oradan biz de payımızı alalım. “O geri kalanlar diyecekler. O ganimetler için yola çıktığınız zaman…” Çünkü o hazır ganimet gücü yok bir şeysi yok. Onu almanız Diyecekler ki e bırakın biz de gelelim. Biz de size uyalım. Onlar Allahın sözünü değiştirmek istiyorlar. Çünkü Cenabıhak o ganimeti peygamberimizle beraber Mekke’ye gidenlere vaat etmişti. Bu ayetin devamında da surenin içerisinde ileriki ayetlerde var o. De ki siz bize tabi olamayacaksınız. Allah bundan önce böyle bir hüküm vermiştir sizinle alakalı olarak. Bize uyamayacaksınız. “Diyecekler ki yok yok siz bizi kıskanıyorsunuz.” Öyle diyecekler. “Hayır, aslında bunlar anlayışsız bir topluluktur. (Fetih 48/15)”
Ondan sonraki ayet öbür ayetle tamı tamına bir mutabakat sağlıyor. “Sen şimdi şu geri kalan Araplara söyle…” Böyle bu hazır lokma için değil. Şimdi siz Müslümanım diyorsunuz ya hadi bakalım “…güçlü bir topluluğa karşı çağırılacaksınız. Kimdi o güçlü topluluk? Bizans’a karşı. Tebük seferi için çağırılacaksınız. “Onlarla savaşacaksınız onlar teslim olacaklar ya da müslüman olacaklar.” Gidildi orada Tebük çevresindekiler teslim oldular. Heraklius’a da Peygamberimiz mektup yazdı. Heraklius da teslim oldum manasına gelen altın falan gönderdi buraya ve çatışma olmadan geri döndüler. “İşte öyle bir savaşa çağırıldığınız zaman boyun eğer giderseniz Allah size karşılığını verir. Ama geri dönerseniz gene…” o Mekke’ye giderken yaptığınızı gene yaparsanız “…Allah size acıklı bir azap verir. (Fetih 49/16)” Bakın o ayetler bu ayeti nasıl açıklıyor değil mi?
Hucurat Suresi’ne geri dönüyoruz. Bak burada da el-Arap kelimesi orada da: çevre kabileler. İnandık “dediler o Araplar. De ki henüz inanmadınız. Yani Müslümanların idaresine teslim olduk deyin. Çünkü o iman henüz kalbinize girmiş değil.” İman içten olur. “Allah ve Resulüne boyun eğerseniz sizin yaptıklarınızdan hiçbir eksiksiz yapmadan karşılığını verir Allah size. Allah gafur ve rahimdir. (Hucurat 49/14)”
“Müminler sadece şunlardır. Allaha inanmış ve resulüne inanmış, sonra da şüpheye düşmemiş.” İşte bunlar gidecekler ölecekler bilmem şöyle olacak. Öleceksem ben de ölürüm. Allaha tam güven içerisinde olmak lazım. “Malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad eden insanlardır.” Yani bütün zorluklara karşı direnen insanlardır. “İşte sadık olanlar onlardır. (Hucurat 49/15)”
Şimdi bunlar tabi kendilerinin samimi müslüman olduklarını hala düşünüyorlar ya. “De ki siz kendi dininizi Allaha mı öğretiyorsunuz?” Sizin içinizi en iyi bilen Allah. “Allah göklerde ve yerde ene varsa hepsini bilir. (Hucurat 49/16)” Sizin içinizde olanları da bilir. Allah her şeyi bilir.
“Şimdi müslüman olmuşlar diye senin başına kakıyorlar.” Baksana falan kabileyle savaştın filan kabileyle savaştın. Bak biz kendiliğimizden sana teslim olduk hiç savaşa falan girmeden. Kıymetimizi bil! Kardeşim müslüman olduysan olmasaydın cehenneme sen gidecektin oldun cennete sen gideceksin. “De ki Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın.” Müslüman olduysanız ne güzel ama bunun benim şahsıma bir iyilik tarafı yok ki. Aslında başa kakması gereken birisi varsa o da Allah’tır. (Hucurat 49/17)” Bak sizi imana yönlendirmiş daha ne istiyorsunuz. Şimdi bu ayet de gösteriyor ki bu adamlar münafık falan değiller. İman daha kalplerine girmemiş. Bugünkü Müslümanlarda olduğu gibi bir menfaat gördüğü zaman Müslümanlar sarılıyor zoru gördüğü zaman kaçıyor. Hani bazı insanlar böyle sınırda ibadet eder[1] diye ayeti kerimede var ya.
(Bir soru geliyor ama duyulmuyor. ) Yok, Bizim anlamamız zor. Bizim açımızdan bak Cenabıhak ne diyor: “Siz kendinize Müslümanca selam veren bir kişiye sen mümin değilsin demeyin. (Nisa 4/94)” Yani İslam olduğunu müslüman olduğunu söyleyene biz Müslümansın deriz. Ama burada Allahütealâ Peygamberine onların iç yüzünü anlatıyor. Allah anlatmasa Peygamberimiz de bilemez bunu. Gerçi o davranışları onu gösteriyor ama bir özür özürler diliyorlar. Gerçekte yalan söylediklerini ancak Allah bildirdiği için Peygamberimiz öğreniyor. Yoksa haklı olduğunu da düşünebilir Peygamber (sav). (Bunlar ashap değil mi?) Sahabedir elbette. Şimdi bizim bazı kimseler sahabeleri allar pullar kutsallaştırır. Ondan sonra milletin önüne set koyar adamı susturur falan. Yahu kardeşim onlar da insan! Münafığı da var işte böyle imanı zayıf olanı var kuvvetli olanı var hepsi var. Kimseyi kutsallaştırmak bizim haddimize değil.
“Eğer samimiyseniz imanınızda Allah size iman nasip ettiği için başınıza kakması gereken birisi varsa Allah’tır. (Hucurat 49/17)” Daha sen ne yani işte kıymetimiz bilin biz inandık. Zaman zaman gelir adamlar “ya hocam işte ben şarkı söylüyordum tövbe ettim geldim.” E tamam ne güzel. Ama işte işimiz yok maddi sıkıntımız var. Kardeşim çalışsana! Türkü söyleyemiyorum artık. E söyleme başka iş yap. Sanki ben mecburum adamı geçindirmeye! Şimdi orada bir sahneye çıktığı zaman aldığı paranın iki katını ben vereceğim gel bizim sahneye çık diyeceğim tövbe estağfurullah! Peki benim müslüman olduğumun parasını kimden alacağım o zaman! Yani sanki biz Allah rızası için yaparız yaptığımız şeyi başka bir şey için değil.
Şimdi bu Ahmet bin Hanbel’de bir hadisi şerif var. O hadis bu İslam’la iman farkını güzel bir şekilde ortaya koyuyor. Peygamber (sav) şöyle demiş: “İslam dışta görünendir.” Yani biz baktığımız zaman görüyoruz. Az önce okuduğum ayette de olduğu gibi “Size müslüman olduğunu bildiren kişiye sen mümin değilsin demeyin.” İşte İslam başka iman başka bu tanımı siz ona yapmayın. Bunu Allahütealâ yapar çünkü milletin kalbinin içini o biliyor ama biz bilmiyoruz ki. Biz dış görünüşe bakarız. Peygamberimiz diyor ki: “İslam dıştan görünendir.” Biz dış görünüşe göre hareket ederiz. Tabi kâfir olduğunu müşrik olduğunu gösteren bir ifadesi yoksa. “İman kalptedir.” Onun için iman gaybdadır. Bakara Suresi’nin en başında “elledine yuminune bil gayb”[2] ifadesi vardır. “Onlar ki gayba inanırlar” diye tercüme edilir meallerde. Aslında biz de mealde öyle yazmıştık. Almanya’dan sağ olsun bir kardeşimiz bizi uyardı. Hocam bu gayba iman nasıl olur siz hem diyorsunuz ki gayb gözle görülmeyen insanın bilemediği şeylerdir diyorsunuz. Bilemediğiniz şeye inanıyorsunuz hâlbuki imanda kesinlik vardır. Vallahi biz de Enes hocayla düşündük yahu bu adam doğru söylüyor galiba dedik ondan sonra diğer arkadaşlarla da. Bu insanın kalbinde olan başkaları için gaybdır değil mi? O zaman “ellezine yum bil gaybda” ba’ya fi manasını verirsek fil gayb. Yani imanları kalplerindedir. İçten inanırlar. Kalpte iman olmaz da adam inandım derse ne olur o? Onu zaten anlatıyor ayetlerin devamında anlatıyor[3]. Efendim gayba inanırlar dedikten sonra zaten diğer ayetleri anlamanın da önü kapanıyor. Onun için ellezine yuminune bil gaybı “içten inanırlar” diye tercüme etmek lazım kalpten inanırlar diye tercüme etmek lazım. Çünkü “namazı kılarlar” tamam bu dışta görünen bir şey. “Size verdiğimiz rızıktan harcarlar.” Sana inene inananlar ahrete de kesin kes inanırlar. Şimdi ahiret gayb değil mi bizim için? Yukarda gaybda inanırlar.
Dolayısıyla o esas iman kalpte olan imandır. Kalp ile tasdiktir. İmanın kalpteki şeklini Peygamber bilmiyor. Melekler de bilmiyor. Şimdi önümüzdeki derste okuyacağız Kaf Suresi’nde. Şöyle bir sayfa çevirin 18. Ayet. “Kişi azından bir söz çıkarmaya görsün hemen yanında onu kayda hazır birisi bulunur. (Kaf 50/18)” Melek yani. Ağızdan çıkan sözü melek yazıyor. Ama kalpte olanı? “İnsanı biz yarattık içinin ona ne fısıldadığını biz biliriz.” Melekler de bilmez. “Ona şah damarından daha yakınız. (Kaf 50/16)” Orayı Allahtan başka kimse bilemediği için Peygamber bir insanı yola getiremez. Niye getiremez? Çünkü adam ben mümin oldum der kalbinde bu iman yoktur. Peygamber onu mümin zanneder ama aslında o münafıktır. Ondan dolayı Cenabıhak ne diyor ayeti tam olarak okuyalım. “Sen istediğini yola getiremezsin. Ama Allah isteyeni yola getirir.” Niye? “Çünkü gerçekten yola geleni en iyi o bilir. (Kasas 28/56)” Sen dış görünüşle bilirsin ama kalbini Allah bilir. Ondan dolayı hiçbir peygamber ahirette cenabı hakka kalkıp şefaat edemeyecektir. Sen ne biliyorsun bunun kalbini ki kalkmış konuşuyorsun. Ondan dolayı şefaatle ilgili ayetlerin hemen “Allahın yanında onun izni olmadan şefaate yeltenecek de kim? (Bakara 2/255)” Çünkü Allah biliyor bu kişilerin neyi yapıp neyi yapmadığını içini dışını. Sen bilemezsin ki. Peygamber de bilemez. Allahın bilmediği ne var da ona anlatacaksın da Cenabı hakka karşı onu koruyacaksın?
“İslam görünen kısımdır, iman da kalpte olandır.” diyor Peygamberimiz. Sonra kalbine üç kere işaret etmiş ve şöyle demiş peygamberimiz. Takva buradadır. Asıl korumayı burada yapacaksınız. Takva buradadır. Takva buradadır.”
Şimdi bir de biliyorsunuz meşhur Cibril hadisi vardır. O hadisin Buhari’de geçen şeklinden okuyalım size. Kitab-ul İman’da 37. Bab. Ebu Hureyre’den rivayet ediliyor: “Bir gün Peygamber (sav) insanların içine çıkmış. Yani insanların arasındaydı. Ona bir adam geldi. İman nedir? diye sordu. Peygamberimiz cevap verdi: “İman, Allaha meleklerine Allaha kavuşmaya elçilerine, öldükten sonra dirilmeye inanmandır.” Şimdi bakın bütün bunlar kalpte olan şeyler. Allaha inanma kalpte olandır. Meleklerine inanma, Allaha kavuşmaya inanma, elçilerine inanma, öldükten sonra dirilmeye inanma hep kalpte olanlardır. Kalpte olursa bir anlamı olur yoksa olmaz. Sonra sordu: İslam ne diye sordu. “İslam Allaha kul olmandır.” Şimdi Allah kulluk namaz kılacaksın. Görünüyor mu bu? “İslam görünen kısımdır” dedi ya Peygamberimiz. “Namazı kılman, farz olan zekâtı vermen, ramazanda oruç tutman…” Bunların hep görünen tarafı var bu ibadetlerin. O gelen sordu ihsan ne? “Allaha ibadet edeceksin öyle ibadet edeceksin sanki onu görüyorsun1. Sen onu görmesen bile o seni nasıl olsa görüyor. İhsan da bu. Yani samimiyet de bu. Yapılan şeyi iyi bir şekilde yapmak da budur.
İşte burada ibadet edip Allaha şirk koşmayacaksın. Şirkin bir kısmı gözükür. Evet kalpte olanı göremezsiniz ama dışta gözüken kısımlar vardır. Bazı insanları tanrılaştırdıklarını “yetiş ya falan yetiş ya filan” dediklerini görüyoruz. İşte namaz gözüküyor. Oruç gözüküyor. Yani orucun da gözüken bir tarafı var yani. Adamın gerçekten oruçlu olup olmadığını bilemezsin ama adam sana oruçlu gözükebilir. Zekâtın verilmesi de gözükür. İşte İslam budur.
Şimdi tabi bu gelip de soruyu soran kişinin hadisin diğer kısımları var orayı okumuyorum çünkü vakit bitti. Peygamberimiz diyor ki “Bu Cebraildi. İnsanlara dinlerini öğretmek için geldi.” Yani bu soruyu soruyor peygamberimiz cevap veriyor böylece de insanlar dinlerini öğrenmiş oluyorlar. (Bu rivayetle ilgili bir soru geliyor ama duyulmuyor.) Bu rivayette yok. Çok sayıda metin var evet. Bir çalışmam yok bu konuda da. Şu İslam’ın görünen kısım olması açısından bir örnek olsun diye okudum. Çok değişik versiyonları var da onlarla ilgili hususi bir çalışmam yok. Şimdi bir de şöyle düşünelim mesela biz burada konuşuyoruz. Birisi çıksa şu konuda Abdülaziz hoca ne dedi diye sorsa herkesin söylediğinde bazı eksik yerler olur. Olaya bir de o şekilde bakmak lazım. Yani her insanın dikkati tam değildir. Her insan duyduğunu tam olarak ezberleyemeyebilir. O anda dikkatinden kaçmış şeyler de olabilir. Tabi insan şeklinde geldiği rivayet ediliyor. Zaten Peygamberimiz söylemese kimse onun Cebrail olduğunu bilmiyor. Şimdi bu rivayetlerin Kuranı Kerim’le çatışan tarafı var mı yok mu ona bakacağız. Şimdi ben bu konuda çalışmam olmadığı için sizin bir çalışmanız varsa sizi dinleyelim inşallah. Son ayeti de okuyum vakit bitiyor.“Allah göklerin ve yerlerin gaybını bilir. Allah ne yapmakta olduğunuzu görmektedir. (Hucurat 49/19)”
Şimdi bu hadisi şeriflerde mutlaka tutarsızlıklar olabilir. Çünkü İnsanlar tarafından nakledilmiştir. Bu tutarsızlığı Kuranı Kerim’le karşılaştırırız. Hatta kimin sözü olursa olsun söyleyeni belli olmayan bir söz bile Kuranı Kerime uygunsa kuranda bir ayeti anlamamıza bir hükmü anlamamıza sebep oluyorsa biz onu o sözden dolayı değil de Kuranı Kerime uygun olduğuna kabul ederiz. Tabii ki bunlarında her birisinin bir senedi var. Peygamber efendimize nispet ediliyor. Kuranı Kerim’le çatışan bir tarafı da yok bu ibarelerin. Olayı da anlatıyor. İşte İslam’la iman arasındaki farkı da güzel anlatıyor. Diğer ayetlerle irtibatlandırdığımız zaman yani tekrar edelim Size müslüman olduğunu söyleyenlere sen mümin değilsin deme diyor. Bakın ayetin ifadesi çok önemli. Selam İslam aynı şeydir onun sülasisidir. Size selam diyen yani ben müslümanım diyen kişiye leste müslimen demiyor ayet. Leste müminen demeyin. Çünkü bu ayeti kerimede İslam ile iman birbirinden ayrılmış. Yani sen görüntüde bana müslümanım diyorsun ama sen inanmamışsın. Nereden biliyorsun? Peygamberimizden gelen bir rivayet var bununla ilgili olarak. İşte bu ayetin bir olayla ilgili indiği savaşta ben müslümanım diyen bir kişiyi öldürdükleri rivayet ediliyor. Peygamberimiz müslüman kardeşinizi öldürmüşsünüz dedikten sonra ne demişti? Kalbini yarıp da baktın mı müslüman olup olmadığını görmek için? Yani o zaman kişinin bizim kalbini bizim yarıp bakma imkânımız olmadığına göre bu sadece Cenabıhakkın yetkisinde olduğuna göre biz dış görünüşle yetinmek zorundayız. Bizim için asıl olan odur onun dışında yapabileceğimiz bir şey yoktur. Böylece bugünkü dersin sonunda gelmiş olduk.
(Yazıya geçiren: Efe Mısırlı – [email protected])
[1] İnsanlar içinde Allah’a, bir yar kenarındaymış gibi kulluk eden vardır. Ona bir iyilik gelirse yatışır, başına bir bela gelirse yüz üstü döner. Dünyayı da ahireti de kaybeder. İşte apaçık kayıp budur. (Hac 22/11 D.İ.B. Meali)
[2] Bakara 2/3
[3] İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde «Allah’a ve ahiret gününe inandık» derler. (Bakara 2/8)