Elhamdu lillâhi rabbil âlemîn, vel akibeti lil müttakin, vesselatu vesselamu ala rasulina muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün size gayrimüslimlerle ilişkiler konusunu anlatacağız, bunu zaman zaman anlatıyoruz, siz de biliyorsunuz. Fakat dünyanın bugünkü gündemi dolayısıyla bu meseleyi yeniden ele almak gerekti. Biliyorsunuz, IŞİD sebebiyle, işte Amerika, Avrupa, bazı İslam ülkeleri, ittifak ederek, büyük bir harekât başlatıyorlar. Bundan önce, bir 11 Eylül olayı vardı, biliyorsunuz. Amerika’daki iki tane kulenin yıkılması olayı. O zaman 2001 idi galiba, yanlış hatırlamıyorsam. Süleymaniye Camiinde vaaz ediyordum. Kendisi burada Ömer Germirligil, o zaman Amerika’da oturuyordu. Fakat Amerika da oturmasına rağmen, bizim vakıfla sıkı ilişkisini devam ettiriyordu. Amerika da bir iş yeri vardı, eşiyle beraber oradaydı. 11 Eylül de, zannedersem o vaazı yaparken, buradaydın değil mi, haa vaaz sırasında buradaydın. Süleymaniye Camiinde bir vaaz etmiştim. 11 Eylül, İslam’a karşı hareketlerin meşrulaştırılması için oluşturulmuş bir senaryodur. Amerika’nın, İslam ülkelerinde, bir operasyon yapması için, elinde bir gerekçe olması lazım. O da çok kolay işte, yok, falanca adam, uçağıyla geldi de ölüm dalışı yaptı da, bu olacak şey değil, ne ki yani? Uçak şeklinde bir füze yaparsın, olur biter ve ilginç bir şey de, o gün bir tane çalışan gelmiyor binalara, Yahudilerden, bir tek Yahudi yok, evet, bir tek Yahudi gelmiyor.
O zaman şunu söylemiştim. Bu; İslam’a karşı yapılmış ama, göreceksiniz, bundan sonra “İslam”, Amerika’nın gündeminde bir numaralı mesele haline dönüşecek. O sırada Ömer Bey, tabii yine Amerika’dan gelmiş, tekrar gidecek, işte kendisi burada. Bana dedi ki, “yaa Hocam öyle şey mi olur?”, dedi. Amerika’da İslam’a karşı çok büyük şeyler oldu dedi işte. Bir nefret oluşuyor, falan. Bir müddet sonra, bir sene sonra geldi, şöyle söyledi, dedi ki, “gerçekten halkın İslam’a ilgisi büyük ölçüde arttı.” Ben, daha önce bir arkadaşıma Kuran meali vermek için, o kadar dolaştım ki, kitapçılarda bulamadım, ama şimdi her alışveriş merkezinde, İslam eserlerinin ayrı bir standı var, çünkü halk onu öğrenmek istiyor. Bu, sosyal hareketler, bazı insanların planladığı gibi sonuç doğurmuyor. İslam, bütün dünyada, çok ciddi anlamda yayılıyor. IŞİD’e destek verdiği söylenen selefileri, Avrupalıların, Amerikalıların yetiştirdiğini, biz bizzat müşahede ederek biliyoruz, yani “bir kötü Müslüman örneği” olsun diye bunu yapmışlardı. Bu IŞİD karşıtı hareketler, ciddi manada beni şüphelendiriyor, tıpkı Amerika’daki Ticaret Merkezine yapılan saldırı gibi. Burada, büyük bir oyun oynanıyor, ekranların karşına geçip de, o insanları infaz edenlerin, Müslüman olduğunu asla inanmıyorum, dikkat ederseniz, yüzlerini, gözlerini tamamen kapatıyor. Kimden çekinip kapatıyorsun? Çünkü görevi tamamlanıp ta, yarın memleketine döndü mü, kimsenin yüzüne bakamaz da, onun dolayı. Burada, çok büyük bir senaryo var, Müslümanların çok uyanık olması lazım. Bir de kendinizi, o bölgede yaşayan insanların yerine koyun. Ortada bir devlet yok, herkes elinde silahı olan, gücü olan, kendi başına bir hâkimiyet kuruyor ve hiç bir şekilde huzur ve güvenliğin olmadığı bir yer. Elbette ki, insanlar huzur ve güvenliğin olabileceği bir ortamın peşinde olurlar. İşin o iç yüzü, ayrı bir şey, ben orayı da fazla bilmiyorum, çünkü bilgi eksikliği itibariyle konuşmamız doğru olmaz, ama Amerika’nın ve Avrupalıların, IŞİD’e karşı hareketlerinin, bir senaryo olduğundan, asla şüphem yok. Çünkü bunlar, İslam’a asla destek vermezler, hiç bir şekilde istemezler.
2007 senesinde Vatikan’a gittiğim zaman, Vatikan başbakanı, orada büyük bir heyet gitmemize rağmen, Almanların oluşturduğu büyük bir heyet, orada beni muhatap alarak konuştu, yani bütün konuşma; onunla benim aramda geçti. Diğerlerinin tamamı, dinleyici oldular. Mustafa Evri burada değil, değil mi? O konuşmaya katılmıştı, ama benim kızım oradaydı, kızım burada.
O konuşmada; o sırada, Vatikan başbakanı bana dedi ki, kendisi diyalog kurulunun başkanı. Fethullah Gülen tarafından organize edilen, diyalog kurulunun başkanı. Roma’da onların bir merkezleri vardı, merkezlerini ziyaret etmiştim ve orada bulunan görevliler dediler ki; “bizim başkanımızdır, Jean-Louis Pierre Tauran”, Bana aynen şunu söyledi; “siz Kur’ana uyduğunuz sürece, sizinle diyalog olmaz” dedi.
Diyalogun birinci şartı ne? Kur’ana uymamak, değil mi? Fethullah Hoca grubuna mensup, Reşit Haylamaz adında bir zatın yazmış olduğu bir kitap var. Orada, “Resulullah’a inanmak gerekmediğine dair” ifadeler var. Muhammed’e (as) inanmak gerekmiyor; “la ilahe illallah” dediniz mi, yeter. Resulullah yoksa Kur’an-ı Kerim olur mu? Çünkü Kur’anı Kerimi getiren o, değil mi? Dolayısıyla, burada tam bir ittifak içerisinde oldukları ortada, Kur’ansız bir diyalog. Ne biçim diyalogsa, Kur’anı aldığınız zaman, ortada Müslümanlık kalır mı? Orada, tabi benim tepem atmıştı, gerçekten, tam anlamıyla tepem attı ve orada çok uzun bir konuşma yaptım. O konuşmayı kaybettiler, çünkü ben kameraman götürmemiştim, ben götürseydim kaybolmazdı. Demiştim ki, “biz Kur’ana uymazsak, asıl o zaman bizimle diyalog yapamazsınız” dedim ve ayetler okudum, epeyce ayet okudum. Sonra, o başbakan heyecanlandı, bizim büyükelçinin ifadesi; “bu, her ne kadar ikinci sırada olsa da, etki bakımından, birinci sıradadır” dedi, o başbakan için. “Her ne kadar, Papadan sonra gelse de, etki bakımından, Papadan öncedir” demişti.
O zaman heyecanlandı, şöyle yaptı, “tabii canım, sizinle diyalog yapmayıp da kiminle yapacağız”, şöyle duvara doğru koltuğunu itti, “sizinle diyalog yapmayıp da kiminle yapacağız”, dedi. “Avrupa da ikinci büyük din haline geldiniz” dedi. “Avrupa da ikinci büyük din”. Ondan altı ya da yedi ay sonra, Viyana’ya gitmiştim, Viyana’da son derece yoğun temaslarım oldu, bütün yetkililerle görüşmüştüm. O zaman yapılmış olan, sayımı anlatmışlardı, Rabıta-tül Âlemi İslami’nin, Tuna nehrinin hemen yanında kubbeli bir camisi var, yeşil bir kubbesi var, büyükçe bir camii. Oradaki yetkililerin ifadesi, demişlerdi ki “en son yapılan sayımlara göre; İslamiyet, Avrupa da birinci sıraya yükseldi.”
Ondan bir müddet sonra, Almanya da Tübingen Üniversitesine gitmiştim, orada İslam İlahiyat Fakültesi açılmıştı ki, onun açılmasından öncesinden sonrasına kadar, bizim Vakfın ilişkileri vardı, orada. Demişlerdi ki, “bu sene, Katolik dünyasının bir numaralı fakültesi olan, Katolik İlahiyat Fakültesine bir tane öğrenci başvurdu”, “peki, İslam İlahiyat Fakültesine kaç tane öğrenci bekliyorsunuz?” dedim, “3000 kadar müracaat bekliyoruz” dedi. Bu, kendi ifadeleri.
O konuşmalarımızda, şu diyaloglar geçmişti. “Almanya’da öyle camiler var ki, 4000 kadar cemaati var, çünkü onlarda cemaat sayısı önemli, bu kiliselere kayıtlı üyeleri var ya, 4000 kadar cemaati var, tamamı Alman” demişlerdi. Cemaati sırf Alman olan camiler var. Şimdi, böyle bir ortamda, bunların yapacağı en önemli şey, İslam’ı tüm dünyaya kötü göstermektir. Zaten, kendilerinin insanlara sunacakları bir inanç sistemi yok, bitmiş ki, bunu Vatikan’da; Katolik kilisesinin, bütün kiliseleri arasında, koordinasyonu kurmakla görevli olan kardinal söylemişti. Demişti ki, “Kilise bitti”, onlar, kilise derken, Katolik Kilisesini kastediyorlar. “Bitti”, bitiyor değil, “bitti” demişti. Merkezi ayakta tutuyoruz ki, herhangi bir kişi eğer Hıristiyan olmak isterse, katolik olmak isterse, hiç olmazsa, merkez ayakta kalsın
Şimdi, dünyada böyle bir ortam var, böyle bir ortamda; İslam’ı kötü göstermek için, ikide bir haberler yayılıyor, bu haberler; ne derece doğru, onu bilmiyoruz ki, bana göre; bunlar, büyük ölçüde doğru değildir. Nasıl olsa, haber kanalları onların elinde. Bakın, bir zamanlar, bir gazete benimle röportaja geldi ve dedi ki, “İsa (as) gelecek mi?” O zaman o konuda hiç bir çalışmam yoktu, Kur’anı Kerim’e baktığınız zaman, İsa’nın (as) gelmesi mümkün değil, hadisler konusunda çalışmadım, o konuda bir çalışmam yok, onun için o konuda bir şey söyleyemem. O zaman, gazete bir manşet attı; “Abdülaziz Bayındır dedi ki, İsa’nın nüzulüyle ilgili hadislerin tamamı uydurmadır.” Ben, “bu konuda çalışmam yoktur” dedim, başka bir şey yok. Yaa bunu nereden çıkardınız, dedim? Hemen ertesi gün, “tabii sıkıyı gördü vazgeçti”, tekrar şey ettim, siz benim şimdiye kadar ikili oynadığımı gördünüz mü? dedim. Ne kadar uğraştıysam, adamlar yaptıkları yalan haberi değiştirmediler. Bu haber kanalları, kendi başlarına, hür bir şekilde haberler yapmıyorlar. Birilerini kötülemek istedikleri zaman, onu pekâlâ yapabiliyorlar. Eee şimdi İslam, bütün dünyada bir numaralı problem. Çünkü biz şimdi kendimizi tenkit ediyoruz, doğru, son derece haklıyız, fakat bütün yanlışlara rağmen, bu tenkit ettiğimiz şekliyle İslamiyet, öbürleriyle kıyaslanamayacak kadar güzel, ama şu anda insanlar, artık kiliseyi bıraktılar, geleneksel dinler, büyük ölçüde terk edilmeye başlandı. Kur’an-ı Kerim mealleri, dünyanın her yerinde var. Kur’an-ı Kerim’i okuyanlar, fıtratlarını orada bulup Müslümanlığa yaklaşıyorlar, fakat işte devreye çeşitli şekillerde bu geleneksel din girince, problem ortaya çıkıyor.
Asıl mesele şu; şu anda sebep ne olursa olsun, bir zamanlar, 11 Eylül olayları dolayısıyla, müthiş bir İslam’ı yayma imkânı ortaya çıkmıştı ki, ondan sonrada bayağı bir yaygınlık kazandı. Şu anda; çok büyük bir imkân var, krizleri iyi yönetebilirsek, krizler, insanlara müthiş kapılar açar. Şu anda yapmamız gereken şu: orada esir aldıkları kişileri, siz müşriksiniz diye öldürüyorlar değil mi? Yani öldürdüklerine dair, internet sitelerine haberler geliyor, öldürüyorlar mı öldürmüyorlar mı bilmiyorum. Bana Fehmi mi birisi göstermişti, Hocam baksana bunların hepsini öldürmüşler. Hakikaten, otomatik silahlarla tarıyorlar ama öldü dedikleri kişilerde, bir kıpırdama bile yok, eğer gerçekten kurşun gidip de o adamlara vuracak olsa, kalkacaklar, yatacaklar, bir daha hiç kıpırdama yok, dedim valla bu bir senaryo gibi gözüküyor. Kan da yok, ne kan var, ne kıpırdama var, nasıl oluyor bu iş, ne olacak şimdi? Biliyorsunuz, kuru sıkı tabanca varda kuru sıkı makineli tüfek yok mu? Ne var ki, çok kolay bir şey, pekâlâ öyle bir sap ta takabilir, kan da çıkarabilirsiniz, ama demek ki onu düşünmemişler.
Şimdi, bunlar böyle, ama esas olan Müslümanların bu vesileyle artık kendilerine gelmeleri gerekir. Artık, şu geleneksel İslam’ı kesin olarak bırakmamız lazım. Geleneksel İslam’ı bırakmak zorundayız. Bakın Tövbe suresinin 5. ayetini (186. sayfa) açalım, “haram aylardan çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin, eğer tövbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekâtı da verirlerse, artık yollarını serbest bırakın. Allah, yarlığayan, esirgeyendir.” Evet, şimdi bu ayeti kerimeyi, mezheplerin hemen tamamı, bağlantısından kopararak delil alır ve burada da gördünüz zaten, “haram aylardan çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün”, haram aylar hangisi? Zilkade ki şu anda zilkadedeyiz, zilhicce, arkasından muharrem, peş peşe gelen ay, bir de recep ayı, peki burada o mu kastediliyor? Burada başka, haram aylar değil, burada başka bir şey var, peki, bunlar hangi müşrikler? Biliyorsunuz, Allah-u Teala Hud suresinin ilk ayetlerinde “elif-lâm-râ kitâbun uhkimet âyâtuhu śümme fussilet min ledun hakîmin habîr”, “bu, bir kitaptır ki, ayetleri muhkem kılınmış”, yani hüküm ifade eden ayetler, işte bu hüküm ifade eden ayet, “śümme fussilet”, “sonra da ayrıntılı olarak açıklanmıştır”, “min ledun hakîmin habîr”, “hakîm ve habîr tarafından, Allah tarafından. Açıklamayı kim yapıyormuş? Allah, niye? “ellâ ta’budû illallâh”, “Allah’tan başkasına kul olmayasınız diye, çünkü birisi kendi kafasındaki hükmü, Allahın hükmü gibi ortaya koyar, siz ona kul olursunuz, Allah’a kul olduğunuzu zannederek, peki Resulullahın görevi ne? “innenî lekum minhu neżîrun ve beşîr”, “ben de, sizin için, o kitapta olanla sizi müjdeleyen ve uyaran bir elçiyim diyor.
Bir kimse, Kuranı kendisi açıklamaya kalktığında bu ayetlere göre ne olur? Kendisini Allahın yerine koymuş olur ve en büyük günahı işlemiş olur. Peki, burada ne anlatıyor, Allah-u Teâlâ? Bakın surenin başındaki ilk ayet ne? Oku bakalım Yahya?
Y.Ş.: “Allah ve Resulünden, kendileriyle anlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ihtar”,
A.B.: Bak, anlaşma yaptığınız müşrikler, bu Tövbe suresi hicretin 9. yılında indi, hicretin 8. yılında Mekke fethedildi, kimlerle antlaşma yapılmıştı? Mekkelilerle, Hudeybiye antlaşması, bakın onlara hitap ediyor bu, onlara diyor tamam mı?
Y.Ş.: (Ey Müşrikler) Yeryüzünde dört ay daha dolaşın,
A.B.: Bak, yeryüzünde dört ay daha dolaşın, yani size dokunulmayacak demektir. İşte, az önce okuduğumuz haram aylar, bu dört aydır. Bizim bildiğimiz, yani oradaki haramdan maksat, onların can güvenliğinin ve bu ayetler müşriklere, Ali (r.a.) tarafından Mina’da okunmuştur, yani zilhiccenin 10. günü, dört ay o zaman başlıyor, o zamandan itibaren dört aydır, tamam mı?
Y.Ş.: (Ey Müşrikler) Yeryüzünde dört ay daha dolaşın, iyi bilin ki, siz Allahı aciz bırakacak değilsiniz. Allah’sa; kâfirleri, rezil ve perişan edecektir. Hacc-ı Ekber yani en büyük hac gününde, Allah ve Resulü …
A.B.: Tarihini de veriyor, görüyor musunuz Kur’an-ı Kerim? Hacc-ı Ekber günü, yani, en fazla birisi diyebilir ki, arefe günü, olsun o kadar bir gün fark eder. Arefe günü diyen çıkabilir, arefe mi yoksa şey mi? Kaynaklarda Mina günü deniyor, zilhiccenin 10’u, olsun 9’u bir gün fark eder, başka bir şey değil. Bak, tarihte veriyor Kur’an-ı Kerim görüyor musunuz?
Y.Ş.: Hacc-ı Ekber gününde, Allah ve Resulünden insanlara bir bildiridir. Allah ve resulü, müşriklerden uzaktır. Eğer tövbe ederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır, eğer yüz çevirirseniz bilin ki, siz Allah’ı aciz bırakacak değilsiniz.
A.B.: Yani dört ay size süre, bu müşrikler kim? Bu müşrikler, Resulullaha ölüm kararı verenler değil mi, Mekkeliler? Darun-Nedve’de ölüm kararı vermediler mi? Uygulamak için harekete geçtiler, o sırada Resulullah Mekke’yi terk etti, biliyorsunuz, 3 gün Sevr mağarasında kaldı, sonra ortalık düzelince, Medine’ye gitti, yolda peşine takıldılar ve Müslümanların Medine’ye hicrete mecbur kıldılar. Bedir, Uhud ve Hendek savaşını yaparak, tüm Müslümanları yok etmek istediler. Onun için, bunlar, yaptıklarının cezasını bulmaları gerekir, bundan dolayı, Allah-u Teala, Bakara suresinin 191. ayetinde “ve aḣricûhum min hayśu aḣracûkum” “onlar sizi nereden çıkardılarsa, siz de onları oradan çıkarın”, onlar sizi nereden çıkardılarsa, siz de onları oradan çıkarın. Nereden çıkardılar Müslümanları? Mekke’den, değil mi? O zaman bunların cezası, yaptıkları suçun dengi, fazla bir şey yok. Mekke’den çıkaracaklar; gitsinler Taif’e gitsinler Medine’ye, gitsinler Cidde’ye ama Mekke’de duramazlar. Çünkü Müslümanları Mekke’den çıkarmışlardır, kim? Oradaki, o Resulullaha karşı gelen müşrikler, o suçlu olanlar belli, onlar sadece. Bunların hepsi ayet, Kuran Kuran’la açıklandığı zaman, böyle oluyor işte.
Y.Ş.: Ancak, kendileriyle antlaşma yaptığınız müşriklerden, antlaşma şartlarına uyan, hiç bir şeyi size eksik bırakmayan ve sizin aleyhinize her hangi bir kimseye arka çıkmayanlar bu hükmün dışındadırlar.
A.B.: Haa, aslında antlaşmaya karşı çıkmayan müşriklerin cezası da Mekke’den çıkmaktır ama antlaşmaya uydukları için, onlara bir şey yapılmıyor, bak bütün müşrikler değil. Mekke’de Resulullah’la antlaşma yapmış müşrik ve antlaşmayı bozmuş müşrikler, tamam mı? Bu, Kur’an’ da yani, birisinden hikâye etmiyoruz.
Y.Ş.: Onların antlaşmalarını, süreleri bitinceye kadar tamamlayınız, Allah haksızlıktan sakınanları sever. Haram aylar çıkınca,
A.B.: Bundan sonrasını ben şey yapayım, bak ayete verilecek meal şudur; haram aylar değil, bunların can güvenliğinin sağlandığı aylar çıkınca, haram yani, onları öldürmek haram demek, çıkınca yani buradan çekin gidin diyor, siz bizi çıkardınız, şimdi de siz çıkacaksınız. O müşrikleri, antlaşmayı bozan Mekke müşriklerini, bulduğunuz yerde öldürün, yani bu ciddi bir şey. Bak, size bu kadar zaman sabrettik, ya çıkarsınız, ya öldürürüz, öyle sağı solu yok. Onları yakalayın, onları kuşatın, onlar için her gözetleme yerinde oturun. Çünkü bunlar suçlu, Müslümanlara yapmadıklarını bırakmamışlar, Müslümanları tamamen yok etmek için ellerinden geleni yapmışlar ama ne diyor? yine de bir açık kapı bırakıyor; tövbe ederler, namaz kılar, zekat verirlerse serbest bırakın, kalabilirler, gitmesinler bir yere. Zaten benim bildiğime göre, oradan çıkıp giden de olmamıştır. Ben bilmiyorum, siz biliyor musunuz çıkıp gideni, ben görmedim şu ana kadar.
Şimdi, bu ayeti kerime esas alınarak, çok sayıda ayet, mensuh sayılmıştır. Mensuh ne demek? Yürürlükten kaldırılmış sayılmıştır. Şimdi, onlardan bir tanesi de Muhammed suresinin (47. sure) 4. ayeti, bir de onu oku.
Y.Ş.: Savaşta, inkar edenlerle karşılaştığınız zaman, boyunlarını vurun. Nihayet, onları iyice vurup sindirince, bağı sıkıca bağlayın, esir alın. Savaş sona erince de ya karşılıksız ve ya fidye karşılığı salıverin. Durum şu ki, Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı, fakat sizi birbirinizle denemek ister. Allah, Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmaz.
A.B.: Bak, diyor ki Allah-u Teala; “savaşta yüz yüze geldiğiniz zaman, onların boyunlarını vurun”. O seni öldürmeye geliyor, sen onu öldüreceksin. Savaşta bir kimseyi öldüreni, suçlayan bir insan çıkar mı, yeryüzünde. Böyle bir şey olmaz, “ama karşı tarafı tamamen ezinceye kadar devam edin, sonra bağı sıkı tutun”, yani esir alın. Peki, esirleri ne yapacağız? ya karşılıklı ya karşılıksız serbest bırakacağız. Peki bu ayetle, az önce okunan ayet arasında bir çatışma var mı? Onunla bunun bir ilgisi var mı? O ayet sebebiyle, bu ayet yürürlükten kalkmış saymışlardır, yaa bu ne oluyor? Bu Kur’an-ı siz mi indirdiniz? Onun için bu fırsatı, ganimet bilmek zorundayız. Sünnisiyle, şiisiyle bütün mezhepler, Kuran’a karşı ittifak halindedirler. İttifak halindedirler, bu; basit bir suçlama değil. Ama bunu söylemek mecburiyetindeyiz, eğer, hesabı Cenabı Hakk’a vereceksek, mecburuz.
Şimdi bakın, şu kitap; “Hukuk-u İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu”, Ömer Nasuhi Bilmen’in. Geçen hafta anlatmıştım, Ömer Nasuhi Bilmen yazmıştır ama büyük bir ekip tarafından hazırlanmıştır, bu kitap, yani Mecelle Tadil Komisyonu tarafından hazırlanmıştır. Uzun yıllar çalışılmıştır, büyük bir ekip tarafından. Onun için, İslam âleminde bu kitabın dengi yoktur, yani çok ciddi bir çalışmadır; yani, geçmişi bize doğru nakletme açısından, yoksa Kuran açısından değil. Bunu göreceksiniz, bak burada ne diyor Ömer Nasuhi Bilmen.
Esirler hakkında Allah ne dedi? “Ya karşılıklı ya karşılıksız serbest bırakacaksınız”, üçüncüsü var mı? yok, diyor ki; “Harp neticesinde, kasten elde edilen esirler hakkında, veliyyül emr, muhayyerdir. Veliyyül emr dediği; yetkili makam, serbesttir. Bu hususta Müslümanların menfaatlarına göre hareket ederek, Allahın emrine göre değil dikkat edin, Müslümanların menfaatine göre hareket ederek, dilerse, bu esirlerin savaşçı olan takımını öldürür”. Peki, IŞID’e mal edilen o haberlerde ne var? Erkeklerini öldürdü deniyor, değil mi? Öyle diyor değil mi? Eee, tamam işte buyur, yanlış bir şey mi yapmış bunlara göre? Peki, Kur’an-ı Kerim’e göre: olmaz, mümkün değil, savaşta öldürürsen öldürebilirsin. Savaş bitti ya, adama dokunamazsın, peki, ne yaparmış böylece? Fesadı büsbütün ortadan kaldırırmış, asıl fesat şimdi ortaya çıkmıyor mu? “Dilerse bunların şerlerini def için, yalnız köle yapılmalarıyla iktifa eder”, bunları köle yapacakmış. Köle ve cariye edilmeleriyle iktifa eder, var mı ayette kölelik, cariyelik. Peki, Resulullah Bedir esirlerinden hangisini köle-cariye yaptı, bir tane var mı? Ondan sonra da, bir takım uydurma şeyleri, bir kenara bırakırsanız, yoktur hiç. Bir tek örneği vardır: o, sadece Mısırın hediye etmiş olduğu Mariye’dir. Onunla ilgili de, özel bir ayet vardır. Ahzab suresinin 50. ayeti ama o ayete de öyle bir mana vermişlerdir ki, kendi sistemlerini bozmayacak şekilde.
“Dilerse, İslam zimmetinde ahd ve emanında olmak üzere, hepsine hürriyet verir”, yani cizye ödeyerek yaşarlar diyor. Peki, ayeti kerime ne dedi? Dedi ki, “karşılıklı ya da karşılıksız serbest bıraksın” dedi, değil mi? Karşılıksız serbest bırakmanın, ayetteki adı, Arapça “men”, bizim Türkçede bu kökten “minnet” kelimesi kullanılır, “birisine iyilik yapmak” manasında, ama biraz anlam değişikliği olmuş. Diyor ki burada: “Esirler hakkında “men”, açıklama yapıyor; bir lütuf olarak, meccanen salıvermek, karşılıksız salıvermek caiz midir, değil midir meselesinde, müçtehitler ihtilaf etmişlerdir. Ayette olan bir şeyde ihtilaf edilir mi? Ne oluyor? Paralel din mi oluşturdunuz, ne oldu ne oldu ya? İhtilaf edilmiş, peki, Hanefi mezhebine göre; “men” caiz değildir. Allahın emri geçerli değildir, değil mi? Niye efendim? Nesh etmişmiş, az önce okuduğumuz ayet, bunu yürürlükten kaldırmış, diyor ki “velev ki, İslamiyeti kabul etmiş olsun”, Müslüman olsa bile yapamazsın diyor, bunu”. Bu vechiyle muamele, nassa muhalif, hangi nas? Ayete aykırıymış, hangi ayet? yaa, bak, görüyor musunuz? Ayete uymak, ayete muhalefet kabul ediliyor. “Düşmanın kuvvetini artırmaya hizmet eder, mücahitlerin de hakkına bir çeşit tecavüzdür, diyor. Niye? Mücahitlere köle-cariye lazım.
Peki, ikincisi neydi? “fida”, yani “fidyeyle serbest bırakma”, hem Resulullah uygulamış, hem Kuran’ı Kerim’in emri. Hani bizi hadis düşmanlığıyla suçluyorlar ya, ben geçen hafta söyledim, bu hafta yine söylüyorum: hodri meydan, şu mezhep, bu mezhep değil, mezheplerin tamamının kullandığı hadisleri bir araya toplasınlar, bir de bizim kullandığımız hadisleri toplasınlar. Onlara bir kaç fark atar. Çünkü, onlar bu hadisleri kullanamazlar, ayeti kullanamayan, hadisi kullanamaz ki.
Neymiş? Esirler hakkında “fida”, yani “karşılıklı serbest bırakma”, bir mal ile ve ya İslam esirleriyle mubadele tarikine tevessül edilip edilmemesi meselesi de, müçtehitler arasında ihtilaf konusuymuş, Allah Allah. Ayetin ikinci bölümü de ihtilaf konusuymuş. Yine, Hanefi fukahasının meşhur olan görüşüne göre, “bedel karşılığı serbest bırakmak ta” caiz değildir, diyor. Sadece İmam Şafii, caizdir diyor, o da ayeti delil almıyor, Resulullahın Bedir savaşındaki uygulamasını delil alıyor.
Ömer Nasuhi Bilmen, “Hukuk-u İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu”, 3. cilt, esirlerle ilgili olan; sayfa 408 de 491. paragraf, yani o öldürme meselesi, “men” ve “fidayla” ilgili olanda, sayfa 399’da 501 ve 502. paragrafta bulunmaktadır
Köle ve cariye dediklerinde, “odalık” olarak kullanırlar, biliyorsunuz. Bu konuda da hiç ihtilaf yoktur. Sünni-Şii, hiç bir mezhebin ihtilafı yoktur. % 100 ittifak vardır, “icma” dedikleri şeyin dik alası, bundan daha fazla icma ettikleri bir şey var mı?
A.B.: Nisa suresinin 3. ayetini bir okur musun?
Y.Ş.: (76. sayfada) Eğer kendileriyle evlendiğiniz takdirde, yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız, beğendiğiniz ve ya size helal olan kadınlardan, ikişer, üçer, dörder alın, haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın, yahut ta sahip olduğunuz (cariyeler ile) yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olandır.
A.B.: Bir tane ile evlenin ya da cariyeyle yetinin, cariyeyle evlenin diyor mu? Yetinin ne demek? Zaten helal sana. Şimdi Hanefilerin yere göğe koymadığı son devir kitaplarından İbn-i Abidin vardır, 19. asırda yaşayan bir zattır o. Onun yazdığı kitap, orada diyor ki;” bir adamın dört tane karısı, 1000 tane de cariyesi olsa, 1001.’yi almak istese, karısı karşı çıksa, “yuhafu aleyhel kufru” diyor, kafir olmasından korkulur, o kadının, niye? Allahın helaline karşı çıkmışmış. Allah, helal kılmış, o karşı çıkmış. Nerede helal kılmış Allah? Hangi ayette?
Bu ayette diyor ki, “yetinsinler” diyor, “yetinsinler” kelimesi var mı orada? Ayet diyor ki, “fevâhideten ev mâ meleket eymânukum”, “ev” Arapça bilenler, harf-ı atıftır, matuf, matufun aleyhinin hükmündedir. “fevâhideten” ile ilgili hüküm neyse, “mâ meleket eymânukum” ile ilgili hüküm de aynı olmak zorundadır. Başka bir anlam vermezsiniz. Onun için, “fevâhideten”, ya bir tane hür kadınla nikâhlanın, “ev mâ meleket eymânukum”, ya da kendi eliniz altında bulunan, esir kadınla nikahlanın, Niye? Çünkü esir kadın fidyesini ödememişse, siz de fidye istiyorsanız, fidye ödeninceye kadar, ailenin bir ferdi olarak yaşatılır, o da vakit yetmez, ayeti okumaya, o da Nur suresinin 58. ve 59 ayetinde ve Nur suresinin 31. ayetinde; “ailenin küçük çocuğu gibi kabul edilir”; yani aileyle öyle bir kaynaşır ki; yediğinizden yedirirsiniz, giydiğinizden giydirirsiniz, yani evinizin içerisinde kalır. Yani, öyle esir kampı falan yok. Sizi öldürmeye gelmiş olan, sizin aziz bir misafiriniz haline dönüşmüş olur. Eee, peki, evlenmek istiyorsun onunlan, onun için, “fevâhideten”, “inkuhuha” demektir, “ev mâ meleket eymânukum”, o da aynı, yani ya hür bir kadını nikâhlayın ya da elinizin altında bulunan, esir kadını nikâhlayın. O esir kadını nikâhladığınız zaman da şart var, Nisa suresinin 25. ayetinde. Resulullahda öyle bir uygulama yapmıştır. Hayber esirlerinden Safiyye ile ilgili, hürriyet bedeli karşılığında nikâhlamıştır, onun mehri hürriyet bedeli olur. Yani, nikâhladığınız andan itibaren kadın hür olur. Nisa suresinin 25. ayetini özellikle okuyacağım, onunla ilgili kitap ta getirdim.
Nikâhlanacaksınız, ya elinizin altındaki bir cariyeyle nikâhlanacaksınız, nikâhlanma da, normal bir nikâhtır, o kabul edecek ki olsun, kabul etmezse olmaz. Kabul etmezse evlenemezsin, şimdi onun ayetini okuyacağız. Şimdi o ayeti okuyalım, mesele tam olarak ortaya çıksın.
Nisa suresinin 23. ve 24. ayetinde; nikâhlanması helal olan kadınlar anlatılıyor, 25. ayette deniliyor ki, buraya kadar hiç din hanesinden bahsedilmez, burada bahsediliyor. “ve men lem yestati minkum tavlen en yenkihal muhsanâtil mu’minâti”, içinizden herhangi biriniz, namuslu mü’min kadınları nikâhlama gücüne sahip değilse”, “femin mâ meleket eymânukum min feteyâtikumul mu’minât”, “elinizin altındaki mü’min cariyelerden birisini nikâhlayın” diyor, Şimdi, kendi cariyesi olursa, kendi cariyesini, “hürriyete kavuşturmak” şartıyla nikâhlayabilir, niye? Çünkü onun gücü yetiyor, bir kimse, kendi cariyesinin hürriyetine kavuşturmaya gücü yettiği için, kendi cariyesiyle evlenirse, onun mehir bedeli, hürriyete kavuşma bedeli olmak zorundadır, çünkü gücü yetmeyenler için geliyor bu ayet ama bir başkasının cariyesiyle evlenmek isterse bir insan, bundan sonraki kısım o. Diyor ki, Allah-u Teâlâ, “fenkihûhunne biiżni ehlihinne”, “onlarla nikâhlanın”, nikahın tarafı kim? “hunne”, “cariyeler”, nikahın bir tarafı erkek, bir tarafı cariye, peki, efendisinin görevi ne? “bi izni ehlihinne”, “ailesi” diyor efendisine, ailesi çünkü artık ailenin bir ferdi yapıyor, Kur’an, ailesinin izniyle, onun vereceği fazla bir şey yok, izin. Evlenmek istiyorum, müsaade eder misin? Onun için, Resulullah ne demiştir? “la nikaha illa biiznilla bi veliyyin”, “biizni,”, biiznilveliyyi” demektir, velinin izni olmadan nikah olmaz. Hürler için de aynı şey söz konusu, Bakara suresinin 230. ayetinde diyor ki, “felâ ta’dulûhunne”, “o kadınlara baskı yapmayın”, “en yenkihne ezvâcehunne”, “eşleriyle, yani müstakbel eşleriyle nikâhlanma konusunda, yani buradaki, “fenkihûhunne” ile “en yenkihne ezvâcehunne”, aynı anlamda, yani nasıl bir hür kadın zorla evlendirilemezse, aynı kalıp da, bir köle kadın da, köle demeyelim de ağzımız alışmış, esir kadın da zorla evlendirilemez.
Ömer Nasuhi Bilmen’in, “Hukuk-u İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu”, 2. cilt, 64 ve 65. sayfa, 235. paragraftan okuyorum, “bir efendi kendi kölesi ve cariyesini, rızası olsun olmasın, evlendirebilir. Ayet öyle mi diyor? “Başkasının cariyesiyle evlenen bir kimse, birisi, birisinin cariyesiyle evlendiği zaman, o nikâhtan doğan çocukta köle ve ya cariye olur”. Bak okuyayım buradan, 339. paragraf, birisinin cariyesiyle evlendin, “akdi nikâh anında sulbünden gelecek çocuğun, hür olmasını şart kılmış olmadıkça, yani doğan çocuk, hür olacak diye şart koymamışsa, diyor, “o cariyeden doğan çocuklar, bu cariyenin efendisine ait, onun kölesi ve cariyesi olur”, diyor. Anadan doğarken, köle doğuyor. Ayet ne dedi? “Sadece, savaş esirleri” dedi ve kölelik-cariyelik yok, gördünüz mü şimdi?
Şimdi, niye öyle yapıyorlar ki, hangi şeyde doğru yaptılar ki, burada doğru yaptıklarını sorguluyorsun? Şimdi şu kitap, Ahkâm-ul Kur’an, Cessas’ın, Hanefi mezhebinde çok önemli bir kitaptır, Hicri 370 senesinde vefat etmiş, Ahkamul Kur’an ne demek, Kuran’ın Hükümleri, yani, Kuran’da hüküm ifade eden ayetlerin tefsiri. Bunu ne için getirdim? Burada, Allah-u Teâlâ diyor ki ”ve âtûhunne” “o cariyelere verin”, “ucûrahunne”, “mehirlerini”, mehir kime veriliyor? Cariyenin kendisine, çünkü o aldığı mehire, 3-5 kuruş daha ilave eder, fidyesi olarak verir ve kurtulur, fidyesini veremediği için zaten esir tutuluyor. Yani oradan kurtulması için bir fırsat olsun diye şey yapılıyor, “ona verin, cariyenin kendisine diyor, “bil ma’rûf”, “marufa göre”, yani, Kuran’a, geleneğe, doğru olan hükümlere uygun bir şekilde, miktarı.
Şimdi, peki bu ne diyor? Bir şart daha “muhsanâtin”, “namuslu olacak”, öyle kadının rızasına bakmadan, zorla ilişkiye girerse efendisi, böyle bir kelime kullanılır mı, hayır, “ġayra musâfihâtin”, “zinaya gitmeyecek”, “velâ mutteḣiżâti ahdân”, “gizli dostlar edinmeyecek diyor ki, esir kadınlarla ilgili, namuslu olma şartı var, tıpkı hür kadınlarda olduğu gibi, aynı şart, Maide suresinin 5. ayetinde hür kadınlarla ilgili aynı şart.
Şimdi burada ne diyor, bakın? Bunun Arapça-Türkçe tercümesi var mı, hiç görmedim. 2. cilt. Bu, Beyrut baskısıymış, baskı tarihi burada gözükmüyor, 2. ciltte, 166 ve 167. sayfalar “ve kavluhu teala ve âtûhunne ucûrahunne”, Allahın, onlara mehirlerini verin sözü”, “yehtedi dahiruhu vucube def’il mehri ileyha”, “bu ayetin açık anlamı, mehrin, o kadına yani cariyeye verilmesinin, vacip olduğunu gösterir, diyor. Yani ayet, mehrin cariyeye verilmesinin vacip olduğunu gösterir. “vel mehru vacibu lil mevla”, “halbuki mehir, efendisinindir”, diyor. Allah bilememiş hâşâ, buyurun işte, Akham-ul Kuran işte. “vel mehru vacibu lil mevla”, “cariyenin efendisi içindir, vaciptir, o alması gerekir, diyor”, “duneha”, “cariye değil”, peki niye? “li ennel mevla huvel maliku lilvathi”, bu daha çirkin, “çünkü bu cariyenin efendisi, bu kadınla cinsel ilişkiye girme hakkına sahip, kim vermiş bu hakkı ona, kim vermiş? “ellezi ebahahu lizzevci”, o cariyenin eşine helal kıldığı, eee haydi ben vazgeçtim, sen bununla ilişkiye gir diye mübah kılmış ya, onun ücretiymiş bu. “bi ahdin nikaha”, nikah akdiyle, bununlan cinsel ilişkiye girme hakkını eşine devretmiş, bu hak benim ama sen al. Dolayısıyla, onun ücretini de kendi alacakmış. “fehuvel mustehikku li bedelihi”, o ilişkiye girme bedeli ne? O da onun bedeli, sanki kadını kiraya veriyor hâşâ, onun bedeline hak kazanandır, diyor. Benzetmeye bakın, ayet bir tarafta duruyor, bakın diyor ki, “kema lev aceraha lil hidmeh”, hizmet için birisine kiraya verse, o zaman da kendisi alacak, değil hâlbuki bak başka bir ayet var. Sen, Nur suresinin 33. ayetini aç, bundan sonra onu okuyalım.
“kanel mevla huvel mustahikhu”, yani cariye bir yerde gider çalışırsa, ücret efendinindir, çünkü niye? O mal zaten, bir hakkı yok ki, öyle fidyeyle fidyesiz, boşuna mı ayeti kerimeyi devre dışı bıraktılar? “huvel musteyakki lil ucreti duneha kezalikel mehruc”, mehirde öyledir, diyor, sanki bir yerde gidip çalışıp, aldığı ücret gibi. “vema zalik”, bir de diyor üstelik böyle tercüme edersek daha uygun olur, “fe innel eme telatemliku şeyen”, yani cariyenin kendi malı olmaz ki, kendisi mal zaten. “….” O zaman mehir almaya da hakkı olmaz, Allah bilmiyormuş bunları, nereden bilsin? Peki, bu, kendini Allah yerine koymaktan başka bir anlam taşır mı? Ama hepsi aynı görüştedir biliyor musunuz? Hele Şia’da şu da var, adam evlendirdi, bir müddet sonra cariyeyi canı çekti, bir ay getir bana diyor. Bir ay sonra sana tekrar gönderirim. Düşünebiliyor musun? Bunu anlatırken bile rahatsız oluyorum.
Evet, şimdi, bak diyor ki, “malı olamaz” diyor, ayette ne diyor Yahya oku bakalım. Ben de açayım, Nur suresinin 33. ayeti (353. sayfa), ben 32’den başlayayım, “Aranızdaki bekârları; kölelerinizden ve cariyelerinizden elverişli olanları evlendirin. Eğer bunlar fakirseler, Allah kendi lütfuyla onları zenginleştirir. Allah, lütfu geniş olan ve her şeyi bilendir. Evlenme imkânı bulamayanlar ise, Allah lütfuyla kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar.
Bak şimdi, burada birinci ayet dedi ki, “ister esir olsun, ister hür olsun, evlendirin” diyor. Erkeğinde kadınında, Allahın emri öyle ya. Evlendirilmeyen de yani hür olanla olmayan ayrımı yok, eee peki evlendirdik, ne olacak, bu nasıl geçinecek, çoluk çocuğu nasıl geçindirecek, eğer erkekse, kadınsa haydi kocası bakar, evet ondan sonra oku ayeti.
“Evlenme imkânı bulamayanlarsa, Allah kendi lütfuyla kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar. Ellerinizin altında bulunanlardan, yani köleler ve cariyelerden, mükatebe yapmak isteyenlerle, eğer kendilerinde bir hayır görüyorsanız, hemen mükatebe yapın.”
Bak şimdi diyor ki “hürriyetine kavuşacak, benim ödemem gereken fidye ne kadar, mesela diyor ki, 100 lira. Eee, peki bana müsaade et, ben çalışıp ödeyeyim, mükatebe bu, Az önce ne dedi, çalıştığı zaman parası bunundur dedi, Gördünüz mü ayeti?
“Allahın size vermiş olduğu maldan siz de onlara verin.”
Bak, Allahın size verdiği maldan siz onlara verin dediği halde, o efendilere diyor ki, siz verin onlara mal dediği halde az önce ne dedi, bunların malı olamaz dedi. Şüpheye yer var mı burada. Şimdi gelelim sonuca. Akşam ile yatsıyı birleştireceğiz, başka çare yok.
Şimdi, bu çok büyük bir fırsat, siz İslamiyeti dünyaya, mesela bu IŞID olayında, belki onlar, bunu yapıyorlar ama dışarıya, site kurma, anlatma imkânları olmayabilir, o ayrı bir konu. Şu anda, İslamiyeti bu ayetlerdeki gibi, bu savaş hukukunu, dünyaya anlatacak olsak, ne olur? Millet, Müslüman olma yarışına girmez mi? Ama şu kitaplardaki gibi anlatırsak ne olur? Anlatılanlar, bu kitaptakilere aykırı mı? % 100 uygun değil mi? Peki, bu kitaba aykırı mı? % 100 aykırı. İşte, iyi bir fırsat yakalamışız, ama ne var ki, Allahın emrinin hâkim olması değil, benim gücümün hakim olması deniliyor. Diyanet İşleri başkanlığının Ramazan’da ne yaptığını gördünüz, efendim ben güçlüyüm, benim dediğim olacak, Allahın dediği olamaz. Yaptıkları bu. Hiç kusura bakmasınlar. O kafadan ne Müslümanlığa hizmet beklenebilir, ne de hiç bir şey beklenemez, hiç bir şey beklenemez. Allahın açık ayetiyle kaç senedir savaşılıyor, Türkiye’de. Burada ilan ettik. Haydi, buyurun gidelim, siz nerede rasat yapıyorsanız, hep beraber yapalım, yine bir tane şey yapamadılar. Allahın ayetleriyle savaşanlardan ne bekliyorsunuz? Eskiden neydiyse, şu anda da o, değişen bir şey yok ama bu fırsatı, ganimet bilmek zorundayız. Ben sesimi, Cenabı Hakk’ın rızası için, yükselttim, başka bir şeyden dolayı değil. Çünkü çok canım sıkılıyor, elimizdeki İslam dini, herkesin hayran kalacağı, bu İslam dini, herkesin kaçacağı bir hale getirilmiş. Böyle bir fırsat yakalanmış, bu dinin, bütün dünyaya anlatılacağı, bir fırsat yakalanmış, ben hayret ediyorum, yurt dışına gittiğimiz zaman, herkes başına taç ediyor, Türkiye’ye geldiğimiz zaman kimse görmek istemiyor. Yurt dışı derken, İslam ülkelerini kastetmiyorum. Evet, şimdi ara veriyoruz.