Geçen hafta Buruc suresinde kalmıştık,kısaca bu hafta sonu yaptığımız faaliyetten size bahsedeyim sonra dersimize geçelim. Bu hafta sonunu Mustafa Çavdar ile beraber Isparta ve Antalya’da geçirdik. Isparta’nın yalvaç ilçesine esasen davetliydik. Önce Yalvaç’ta sonra Isparta’da sonra Antalya’da çok güzel sohbetler ve konferanslar oldu,radyo programları oldu,televizyon için çekim yapıldı. Çok şükür insanı hem dinlendiren hem ümitlendiren bir gezi oluyor. Oradaki öğretmen arkadaşlar,Eğitim Sen,Memur Bir Sen ve Belediyenin işbirliğiyle bir toplantı düzenlemişler. Bilhassa öğretmen arkadaşlar bu işin önderliğini yapıyor. İsmail Güneş bey var,Ahmet Kılıç bey var,Ömer Keş var,böyle yani diğer arkadaşlar,Sezai Bal ve İmam Hatip okulu müdürü Rafet bey ve çok sayıda arkadaş böyle gönülleriyle,canlarıyla büyük bir destek vererek canı gönülden sohbet yapılmasını,işte konferans yapılmasını sağladılar hepsine çok teşekkür ediyorum.Asıl beni memnun eden şu biz burada sohbet yaparken sadece sadece salonu dolduranları görüyoruz. Halbuki,eminim ki o arkadaşlar şimdi internetten izliyorlardır, internetten izleyen dünyanın her yerinde çok sayıda kişinin olduğunu bu vesileyle öğrenmiş oluyoruz. Beni hem şaşırtan hem çok memnun eden şu var,bu arkadaşlarımız buradaki çizgiyi iyice kafalarına yerleştirmişler. Yani içselleştirmişler diğer bir tabirle. Hem Ispartada da öyle,Antalya’da da uzun bir radyo programı yaptık. Radyo Mercan diye bir radyoda. Yalvaç’da gece saat iki buçuğa kadar da sohbet devam etti ,ilk gittiğimiz gece. Zaten program onikiye yakındı bitti orada bazıları diyor ki birisi söylüyor mesela ben ömrümde bukadar uzun süre konuşmadan durduğumu hatırlamıyorum diyor. Ama hiç kimse çıkmadan sonuna kadar dinlediler,hepsinde de öyle oldu çok şükürler olsun. Geçen de Sivas’tan gelen bir profosör arkadaş şunu söyledi dedi ki; bu maya tuttu dedi. Demek ki hamdolsun Allah’ın kitabına çağırdığınız zaman insanlar herhangi bir tereddüde düşmeden gelebiliyorlar. Bu işin en iyi tarafı söylediğiniz şeylerin Allah’ın kitabından olması,dinleyen kimselere demiyorsunuz ki işte falancanın kitabına bakın,diyorsunuz ki Allah’ın kitabına bakın. Herkesin evinde olan elinin altında olan kitaba atıfta bulunuyorsunuz. O insanlar da hemen açıp bakıyorlar. Söylediğiniz doğru mu değil mi anında tesbit edebiliyorlar.O zaman o sizin sözünüz olmaktan çıkıyor,siz devre dışı kalıyorsunuz C.Hakkın kulu Allah’ın sözüyle başbaşa kalıyor,sizde hedefinize ulaşmış oluyorsunuz.Ondan sonra ne yaparsa yapar,ister ksbul eder ister reddeder değil mi? Hakikaten çok güzel bir hafta sonu oldu,benim açımdan aynı zamanda dinlendirici de oldu,Mustafa Çavdar’ı bilmem de ben şahsen hemde dinlenmiş oldum. Bir de hakikaten tavsiye ederim eğer ayağınız Isparta tarafına düşerse Yalvaç’a gidin orada bir antik kent var orayı bi ziyaret edin. Çünkü Allah Teala kuranı kerimde “yeryüzünde gezin dolaşın,sizden önce gelip te hakkı yalanlayanların sonu ne olmuş bir görün”(ALİ İMRAN 237)diyor. Yani Allah Teala bugünkü terimle kültür turizmini bize emrediyor. Öbür şeyleri bir çok yerde görüyorsunuz da bu antik kentleri heryerde göremiyorsunuz. O ören yerlerini yeryerde göremiyorsunuz. Böyle bir girişten sonra dersimize devam ediyoruz.
Ben çok hızlı bir şekilde Buruc suresinin başından okuyayım,sonra kaldığımız yerden yavaş yavaş anlsmaya çalışarak devam ederiz. Bismillahirrahmanirrahim “Ves semai zatil buruc: burçları olan göklere yemin olsun”(BURUC 1). Gökyüzünde 12 tane burç var ay her ay onlardan birisine uğruyor. Dolayısıyla kuranı kerimde 12 ay kamer hesabına göre yani güneş hesabına göre değil. İşte o burçlar da öyle,yani ayın bir yıl içerisinde dolaştığı yıldız kümeleri bunlar. Biz şimdi güneş yılına göre alışmışız bundan başkası yok gibi geliyor ama kuranı kerimde “Allah katında ayların sayısı 12 dir,dördü haram aylardır” diyor.Ve bunlar 365 günlük yıl değil 354 günlük yıl hesabına göre. Peygamber(sav)’den önce her yıl bir takım ilaveler yapılarak güneş yılına çevriliyormuş bu kameri yıl. Sonra Peygamber efendimiz veda hutbesinde asıl noktaya geldiğini ifade ederek ondan sonra bunun kaldırıldığını ilan etmiştir. “Velyevmil mev’ud: vaad edilen güne yemin olsun”(BURUC 2).”Ve şahidin ve meşhud: şahid olana ve şahit olunana yemin olsun ki”(BURUC 3).”Kutile ashabul uhdud: o hendekleri kazanlar kahroldular,hedeflerine ulaşamadılar,yok olup gittiler”(BURUC 4). Şimdi firavunlar gelmiş,gelecek zaten daha sonraki surelerde,firavunlar gelmiş nemrutlar gelmiş bir sürü insanlar gelmiş geçmiş esmişler,savurmuşlar,zulüm yapmışlar,insanları öldürmüşler falan. Şimdi o dönemde ashabı uhdud o hendekleri kazıp da insanları öldürenler bunu yapmasalardı da çok iyi şeyler yapsalardı ne olurdu? Yine ölmüş olurlardı ama bu defa ebedi hayata dirilecekleri için onlar ölü sayılmazdı. Fakat müminlerden nefret eden o nefretlerinden dolayı onları ateş çukurlarına atıp yakan insanlar öldüler arkalarından ebedi bir cehennem azabı gelecek ki onları tümüyle mahvetmiş olacak. Yani kısa bir dünya hayatını ebedi hayatı kurtarmak için de kullanabiliriz,ebedi hayatı kaybetmek için de kullanabiliriz. Allah Teala elimize maddi manevi birçok güç ve kuvvet verir,bu güç ve kuvveti neye harcadığımız çok önemlidir. Yani ne yaparsak yapalım istesek de istemesek de malımız mülkümüz vücudumuz hiç bir şey bize kalmayacak. Ölünce hepsi burada kalacak. O zaman ölmeden önce Allah için ne yapabileceksek yapmalıyız. Ölüm dediğimiz de her an için gelebilir.
Dolayısıyla ne yapabileceksek elimizden geleni asla ardımıza koymamalıyız. Çünkü esas olan ebedi hayattır. Oynasan da geçecek bu dünya,eylensen de geçecek Allah rızası için bütün çalışmaları yapsan da geçecek. Madem durduramıyorsun o zaman geçen zamanı faydalı şeylerle doldurmaya bak. “Kutile ashabul uhdud: işte o ateşle dolu hendekleri kazanlar kahrolup gittiler”(BURUC 4). “En narı zatil vekut: alevli ateşle dolu hendekler”(BURUC 5). Onların sahipleri ” İnhum aleyha kuud: onlar bu hendeklerin çevresinde oturuyorlardı”(BURUC 6). “Ve hum ala ma yef’alune bil mu’minine şuhud: onlar müminlere yaptıklarına şahit idiler”(BURUC 7). Yani yaptıklarını bir de gözleriyle kontrol ediyorlardı. “Ve ma nekamu minhum illa en yu’minu billahil azizil hamid: bu müminlerden nefret etmelerinin sebebi aziz ve hamid olan Allah’a inanmalarıydı”(BURUC 8). Şimdi Allah Teala hem çok güçlü hem yaptığı herşeyi en doğru yapan. Aslında bu insanlarda bunu gayet iyi bilirler. Yani müminlerden intikam alanlar da çok iyi bilir ki,müminlerden nefret edenler de çok iyi bilir ki Allah’ın yaptığı her şey en güzelidir. Onun için herşeyin tabi olanını ararlar,katıksızını ararlar falan Allah’ın yaptığının şeklinin bozulmamışını ararlar. Peki neden müminlere bu derece kin ve nefret doludurlar? Çünkü onlar kendilerine göre bir sömürü düzeni oluştururlar,bir menfaat ekseni etrafında birleşirler müminler onların bu menfaatlerini zedelediği için fena halde rahatsız olurlar. Çünkü o insanlara diyorsunuz ki; dürüst olun! Mesela şöyle düşünün. Adam bir içki fabrikası yapmış büyük bir yatırım yapmış. Ve diyorsun ki içki haramdır. İçkinin haram olduğuna insanlar inanmaya başladığı zaman bu yatırımın ne anlamı kalacak,kime mal satacak? Bu adama diyorsun ki içki haramdır,yapma. Diyor ben bu kadar yatırım yaptım ya. Adam faiz ile meşgul oluyor diyorsun ki faiz haramdı. Yada şu yada bu neyse. Şimdi ona diyorsun ki bunu bırak başka işle meşgul ol. Diyor bunun için ne yatırımlar yaptım,ya sen delimisin. Sen bilirsin bırakmazsan bırakma Allah’a hesabını vereceksin. Öyle dediğin zaman iyice fıttırıyor. Zannediyor ki seni susturursa rahat edecek. “Ellezi lehu mulküs semavati vel ard: öyle Allah ki göklerdeki olan,yerde olanların hepsinin mülkü ona aittir”(BURUC 9). Yani hem göklere ve yere hakimdir her türlü hakimiyetini kullanır. Yani şimdi şöyle düşnün,şu su benimse,bu benim. Az önce Abdurrahman bey getirdi bana verdiğine göre benim değil mi Abdurrahman bey? Bu su benim,ben bu suyu ister içerim ister götürür affedersiniz tuvalete dökerim değil mi? Ne demektir bu? Bunun üstünde tasarruf yetkim var. Yani istediğim gibi kullanabilirim. Göklerin yerin mülkiyeti de Allah Teala’ya ait olunca,Allah da istediği gibi tasarrufta bulunur. Yani Allah bizim de sahibimiz değil mi? Göklerin de sahibi,her şeyin sahibi istediğini yapar. Ama Allah öyle yapmıyor ki,Allah kural koymuş kuralı uyguluyor kuralsızlık yapmıyor ve kuralsızlığı da istemiyor. Şimdi,herşey elinde olan,mülkiyetinde olan,hakimiyetinde olan Allah’a itaat etti diye tutup bu kişiyi cezalandırıyorsunuz. Şöyle düşünün,sizin bir fabrikanız var orada bazı kimseler sizin emrinizi yerine getiren işçileri cezalandırıyor. Halbuki onlarda sizin işçiniz. Onun gibi birşey işte. Seni yedirip doyuran da Allah Teala onu yedirip doyursn da Allah Teala. Sen O, Allah’a itaat etti diye cezalandırıyorsun. Oda patronun emrini tuttu diye cezalandırıyor. Aynen onun gibi birşey işte. “İllellezine fetenu mu’minine vel mu’minat: mümin erkeklerle mümin kadınları ağır sıkıntılara sokanlar”imtihanlara sokanlar.”Sümme lem yetubu: sonra da tevbe etmemişlerse”. “Fe lehum azabu cehenneme ve lehum azabul harik”. Şimdi bunlar hendekleri açmışlar içerisine ateş doldurmuşlar ve müminleri içerisine atıp yakıyor kenarından da keyifle bakıyorlar. Bu kadar ağır suç işlemiş olan insanlara bile Allah tevbe kapısını açık tutuyor. C.Hakkın merhametine bakın. Ona bile tevbe kapısı açık. “Böyle yapıp da sonra tevbe etmemişse” diyor “Onlar için cehennem azabı,onlar için ateş azabı vardır”(BURUC 10). Madem bunlar yaktılar karşılığında kendileri de yanacak. Şimdi cehenneme çok sayıda giden var ama hiç kimsenin cezası diğeri gibi olmaz. Çünkü hiç kimsenin işlediği suç diğeri gibi değildir. Herkes kendi işlediği suça göre ceza görecektir. Allah Teala diyor ki İsra suresinde, ” Unzur keyfe faddalna ba’dahum ala ba’d: sen şimdi insanlara bak birini bir şekilde değerinden farklı kılmışızdır”(İSRA 21). Birinin bir yönü diğerinden üstündür. O ondan,o ondan değişik şekillerde üstünlükleri var. “Ve lel ahiratu ekberu derecatin ve ekberu tafdila: şurası bir gerçek ki ahiretteki dereceler daha büyük farklar daha belirgindir”(İSRA 22). Cennete gidenler için de öyle, cehenneme gidenler için de. Şimdi bunlar insanları yakmışlarsa yakılma cezasını çekiyorlar. Ama diğerleri yanmıyor ateş karşısında kızarıyor. “İnnellezine amenu ve amilus salihat: inanmış ve iyi iş yapmış olanlara gelince”(BURUC 11).”Le hum cennatun tecri min tahtihel enhar: onlara bahçeler var,içinden ırmaklar akan bahçeler””BURUC 11). Şimdi altından ırmaklar akan derseniz yanlış olur,bu arapların kullandığı bir tabirdir. Araplar “altından” derken bizi “içinden” manasını kasdederler. Yani şimdi bir bahçe düşünün,bahçenin içinden bir ark geçiyor. Arkın seviyesi toprak seviyesinin altındadır değil mi? Toprak seviyesinin altındadır,işte onun için altından ırmak akıyor. Onun altında olduğu için. Birde ağaçlarının altından geçiyor su. Aslında cennet arapçada toprağa denmiyor,toprağı örten bitkiye deniyor,bitki örtüsüne cennet deniyor. Dolayısıyla cennetin altından ırmaklar akar dendiği zaman bir arap bizim anladığımızı anlamıyor,ağaçlarının altından akan yada otlarının altından akan diye anlıyor. Biz buna içinden akan diyoruz değil mi? Öyleyse burada türkçe’ye tercüme ederken altından ırmaklar akan değil,içinden ırmaklar akan bahçeler diye tercüme etmemiz lazım. “Zalikel fevzul kebir: bu büyük bir kurtuluştur(BURUC 11). “İnne batşe Rabbike le şedid: şurası bir gerçek ki senin Rabbinin yakalaması çok şiddetlidir”(BURUC 12). Yani Allah adamı kıskıvrak yakalar,öyle C.Hak’tan kaçıp kurtulma imkanı yok.İstediğin kadar bağır çağır,istediğin kadar isyan et nasılsa bir gün öleceksin ve kıskıvrak yakalanacaksın. Hiç bir tarafa gitme imkanın yok,hiç bir şey yapamazsın. “İnnehu huve yubdiu ve yuid: Allah yoktan başlatan (yani insanlar yokken yaratan) ve yaratmayı tekrarlayandır”. Yani insanlar hiç yoktu.Diyor ki Allah Teala ” Hel eta insani hinun mined dehri lem yekun şey’en mezkura: şurası bir gerçek insan üzerinden uzunca bir zaman geçmiştir ki onun hakkında daha bir bilgi bile üretilmiş değildi”(İNSAN1). “Mezkur” demek; zikre konu demek,zikir; doğru bilgi demek. “Mezkur bir şey değil”; hakkında bir bilgi üretilmiş bir şey değil. Peki dünya yaratıldığı günden itibaren,gıdalar yaratıldığı günden itibaren bizim vücudumuzu oluşturacak olan maddeler bu toprakta varmıydı,yokmuydu? Ama bizile ilgili oluşum henüz yok. Ne zaman oluşum başlıyor? Ne zaman anamız ile babamız evleniyor,gereken durum ortaya çıkıyor o zaman oluşum başlıyor. Yani insan ile ilgili bir bilgi de yoktu diyor ” şey en mezkura”. O yokken şartlar oluştu,bilgi de oluştu ve insan ortaya çıktı. Bu ilk oluşum nasılsa yeniden oluşum da öyle olacaktır. Adem(as)’ın ilk oluşumu topraktan. Bizim oluşumumuz da annemiz ve babamızdan. Havva validemiz de Adem(as)’ın yaratıldığı maddeden yaratılmıştır. Ama onların çocukları bu ikisinin soyundan yaratılmışlardır. Yani artık Adem ve Havva’nın yaratılışıyla diğer insanların yaratılışı arasında bir fark var. Nisa suresi, ordan benim anladığımı söyleheceğim,daha arkadaşlarımızla o konuda nihayi bir sonuca varmamışız. Süleymaniye Vakfı’nın görüşü olarak algılanmasın. Enes hoca biraz farklı düşünüyordu,devam ediyormu bilmiyorum düşüncesi de. Devam ediyor mu? Ediyor. Ediyormuş,o zaman ben kendi görüşüm olarak söyleyeceğim. Nisa suresi 78. Sayfa,ilk ayeti okuyorum,burada Allah Teala şöyle diyor;
” Ya eyyuhan nasutteku rabbekum: ey insanlar Rabbinize karşı kendinizi koruyun”. Ne demek? Yani C.Hakkın cezası da vardır. Kendinizi korumazsanız o cezaya çarptırılırsınız. “Ellezi halakakum min nefsin vahidetin: sizi tek nefisten yaratmıştır”. “Ve halaka min ha: o nefisten de yaratmıştır”. “zevceha: o nefsin eşini yaratmıştır”. “Ve besse minhuma ricalen kesiran ve nisaa: o iki eşten çok sayıda erkek ve kadını yaratmıştır”. Şimdi biz o iki eşten mi yaratıldık yoksa Adem’den mi? O iki eşten yaratıldık yani Havva ve Adem’den yaratıldık. Peki o zaman “halakakum” dediği zaman sizi yarattı ifadesi sizin babanızı yarattı demektir. Çünkü bizim aslımız Adem(as) olduğu için. Ademm(as)’ı bir nefisten yarattı. “Halaka minha” “ha” zamiri de nefse gidiyor, o nefisten yarattı “zevceha: o nefsin eşini” Ademin eşini değil “o nefsin eşini yarattı”. Şöyle düşünün Adem(as) bir döllenmiş yumurtadan yaratılmış olsun,şimdi bunu Mehmet Bey daha iyi anlayacak.Bir döllenmiş yumurtadan Adem(as) yaratılmışolsun,o döllenmiş yumurtadan onun eşi,yani tek yumurta ikizleri gibi yaratıldı Adem ile Havva. Yani Adem’in yaratıldığı şeyden Adem’in eşi yaratıldı. Adem’in eşi Adem’den yaratılmadı,Adem’in yaratıldığı şeyden yaratıldı,o nefsi vahideden yaratıldı.Bir yumurta ikizi gibi ikiye bölünüyor birisi Adem oluyor,birisinden Havva oluyor.
Peki bu döllenmiş ilk yumurta nasıl oluşuyor? O topraktan oluşuyor,Allah onun programını demek ki toprağın içine yerleştirmiş. Bunun oluşumu için şartlar nelerdir onu Allah bildirmiyor ama şartların büyük olduğu belli. Bir ayette de diyor ki Allah Teala, “Ma halkukum vela ba’sukum illa ke nefsin vahideh: sizin yeniden yaratılmanız o nefsi vahide gibidir”(LOKMAN.28). Yani Adem(as) burada ki,nefsi vahide diyor ya. Adem(as)’ın ilk yaratılışı nasılsa sizin yeniden yaratılışınızda öyle olacak. Adem(as)’ın babası kim? Havva validemizin anası babası kim? Yeniden yaratıldığımızda da anamız babamız olmayacak. Yani bizim toprak içerisindeki,hani DNA mı denir,hadisi şerifte belirtildiği gibi daha sonra insanlar daha karklı şeyler mi keşfederler o ayrı ama bir su oluşacak demek ki,zaten Adem(as)’ın balçıktan yaratıldığı belirtiliyor o balçığın yeniden oluşacağını biz ayetlerden öğreniyoruz. Çünkü denizlerdeki sular karaları kaplayacak,bütün dünya balçık haline gelecek ellibin yıl gibi bir süre içerisinde demek ki bu olgunlaşacak.Onun kanunu farklı. Onun şartları oluşunca insan Adem ve Havva gibi yine bir döllenmiş yumurtadan,artık o zaten su oluyor,onu tabibler daha güzel izah eder ya ben duyduklarıma göre konuşuyorum. Ordan yeniden yaratma meydana gelecektir,bu defa insanın ana ve babası Adem ve Havva’nın anası babası gibi olacaktır. Zaten ahirette de birbirimizle olan neseb bağları ortadan kalkacaktır ama yine insanlar birbirlerini tanıyacak. Bu benim oğlum bu benim babam diye,o eski dünyadakini hatırlayarak esas yeniden oluşumda kimse kimsenin babası veya oğlu kızı değil. Herkes topraktan oluşmuş oluyor. İşte burda Allah Teala diyor ki, “İnnehu huve yubdiu ve yuid: yaratılışı başlatan odur”(BURUC 13). Nasıl başlattı? Adem’i yaratarak. Havva’yı da Adem’in yaratıldığı şeyden yaratarak başlattı ve sonra tekrar iade edecek,demek ki yeniden yaratılış da o şekilde olacak. Zaten ahirette yeniden yaratılışta anne baba olmayacağı açıkça belli zaten. “Ve huvel gafurul vedud: o çok bağışlayandır ve veduddur”(BURUC 14). Yani çok da sever,sevgisi de boldur Allah’ın. Bağışlaması da bol sevgisi de boldur. “Zül arşi: Allah arşın sahibidir”. Şimdi arş kelimesi taht anlamına gelir. Yani saltanat koltuğu manasına gelir. Mesela işte payitaht derler eskiden,payitaht yani tahtın ayağı. Yani o arşın ayağının buşunduğu yer. Ne demek oluyor payitaht? Başkent oluyor. Yani yönetim merkezi. İşte arş da kainatın yönetim merkezidir. Arşın sahibi odur dediğiniz zaman şu manaya gelir; başbakanlık koltuğunun sahibi bugün kim? R. Tayyip Erdoğan. Cumhurbaşkanlığı koltuğunun sahibi kim? Abdullah Gül. Yani o koltuğun sahibi demek ne demek? Şöyle bir sandalyenin sahibi mi? Yani orda yetki sahibi demektir. O kainatın yönetim merkezi arşın sahibi Allah dendiği zaman ne demektir? Tüm yönetim Allah’ın konrolündedir. Allah arşa oturdu ifadesi bazılarına ters geliyor,niye ters geliyor? Bu bütün dillerde kullanılan bir terimdir ve mecazdır. Başbakanlık koltuğunda R.Tayyib Erdoğan oturdu dendiği zaman belki hiç o koltuğun yanına gitmemiş olabilir değil mi? Zaten öyle bir koltuk yoktur ki. Yani şu koltuk olsun da başbakanlık koltuğu olsun. Koltuklardan bir koltuk getirirsiniz,koltuk diye birşey yok. Cumhurbaşkanlığı koltuğu; koltuk diye bir olay yok,o tamamen mecazdır değil mi? Padişahların taht o oturdukları yer değildir, o mecazdır. Esas olan oturur ama kasıt oturduğu yer değildir. Ayakta da durabilir farketmez,ayakta da dursa koltukda oturan yine odur. Ömrünü hep başka yerde geçirse hiç o merkeze uğramasa gene o merkeze hakim olan odur. O zaman,arşa oturdu ne demek? Hakimiyet sahibi demektir. Ben şimdi bunu tutupda,yon Allah nasıl oturdu falan.. Ya bırakın Allahınızı severseniz ya. Nerde yaşıyorsunuz siz uzayda mı yaşıyorsunuz,insanlar böyle bir ifade kullanırlar Allah da insanların kullandığı ifadeyle hitab ediyor. İşte arşın sahibidir; yani herşey onun kpntrolündedir. O’nun emri olmadan hiç birşey olmaz. “El mecidu: o pek yücedir”(BURUC15).”Fe’alun lima yurid: o istediği herşeyi yapacak güçtedir”(BURUC 16). Biz istediğimiz herşeyi yapabilirmiyiz? Bizim yapabileceğimiz Allah’ın bize tanıdığı sınırlar dahilindedir. Çoğu zaman yapabileceğimizi bile istesek yapmayız. Sabahleyin adam uyanırken ezan okunuyor kalkıp namaz kılacaktır tembelleşir kalkmaz. Ya bende çok namaz kılmak istiyorum işte bir türlü nasip olmuyor,istemek yetmiyor yapmak gerekir. İstemek bir şey ifade etmez ki,yapmadıktan sonra. Allah Teala istediği her şeyi yapacak güçtedir ama insan her istediğini yapacak güçte değildir. Ama Allah Teala insanları kendi fiillerinde serbest bırakmıştır,orada kendi iradesini ortaya koyar. Der ki ben sizin mümin olmanızı isterim kafir olmanızı istemem ona razı olmam der ama orda yapmaz,çünkü hürriyet vermiştir o yapmaz size bırakır. Siz yapmaya karar verdiğiniz an olması için gereken şartları yaratır. “Hel etake hadisul cunud: o orduların hikayesi sana ulaştı değil mi?”(BURUC 17). Onu duydun. Peki hangi ordular bunlar “Fir’avne ve semud: firavun orduları ve semud orduları”(BURUC 18). Firavun kavmi de zamanında süper güçtü,semud kavmide zamanında süper güçtü. Bir numaralı güç onlardı kendi devrilerinde.Ne oldu onlar? O zaman öyleyse hiç bir şey Allah’ın rızasından önemli değildir bunu kafanıza iyice yerleştirin. Hiç bir şey Allah’ın emrinden daha büyük değildir. Onların şu andaki büyüklükleri sizi etkilemesin bir zamanlar firavun da büyüktü,bir zamanlar da semud kavmi büyüktü ama ne oldu onlara,nereye gittiler? “Belillezine keferu fi tekzib: hayır o kafirler hep yalan içerisindedirler”(BURUC 19). Şimdi ben burada yine tekrarlayayım, kuranı kerimde bir kezzebe fiili geçer. Görüyoruz ki çok sayıda iyi arapça bilen arkadaşlarımız dinliyormuş, o zaman bunları da söylememiz lazım. Kezzebe fiili var,kezzebe; yalan kökünden türetilmiş bir fiildir. Kezzebe bazı yerlerde meful alır. Yani türkçe karşılığı geçişli fiil olur. Bazı yerlerde geçişsiz olur. Geçişsiz olduğu zaman çok yalan söyledi anlamınadır. Geçişli olduğu zaman da yalanladı manasınadır.Geçişliliği de iki şekilde olur; bazan dolaysız tümleç alır bazan dolaylı tümleç alır,yani bazen “mefulun bih sarih” alır,bazen “mefulun bih gayri sarih alır. “Mefulun bih gayri sarih” ,”ba” harfi ceriyle olur. “Kezzebe bi ayatillah: Allah’ın ayetleri karşısında yalan söyledi “olur. Bazanda ” Ve ma yukezzibunek ” gibi “seni yalanlamıyorlar şeklinde doğrudan meful alır. O zaman kezzebe fiilinin üç türlü manası vardır kuranda geçen şekillerine göre
1- Çok yalan söyleme,manasınadır. Bu mefulsuz olur yani lazım fiil olur.
2- “Ba” harfi ceriyle ise, bir şeyin karşısında yalan söylemek manasını alır. Aslında doğru olduğunu biliyor ama yalan söylüyor.
3- Harfi cersiz meful aldığı zaman da yalanlama anlamında olur.
“Belillezine keferu fi tekzib: aslında bu kafirler hep yalan söyleyip durmaktadırlar”. Gerçekleri görüyorlar ama hesaplarına gelmediği için yalana sarılıyorlar. Zaten kafir de görmezlikten gelendir. “Vallahu min veraihim muhit: Allah da onları çepeçevre kuşatmıştır”(BURUC 20). Yani ne yaparlarsa yapsınlar C.Hakkın kontrolünden dışarı çıkmaları söz konusu değildir. O zaman öyleyse bu bir imtihan dünyası,siz her zaman doğruları yapın,Yalnız Allah’a kul olun çünkü yönetimin asıl başında ola O’dur. Bütün kainatın yönetiminin başında olan O, ve sana senden daha yakın olan O. Çünkü kişiye şah damarından daha yakın. Herşeye gücü yetiyor,sana senden daha yakın,öyleyse sen Ona güvenip dayanırsan dünyada en güçlü adamlar bile senin kadar güçlü olamazlar. Sana nerede,ne zaman,hangi tür yardım gerekiyorsa yapar. Sen sana düşen görevde en küçük aksama yapma, Allah Teala kendisi fazlasıyla sana iyilikte bulunur,ikramda bulunur. Ama insanoğlu çok acelecidir bir an önce hedefe ulaşmak ister. Allah öyle değildir,Allah kural koymuştur. O kurallara göre olmasını ister. Yani siz buradan çıktığınız zaman hemen bir düğmeye basıp eve gitmek istersiniz ama Allah kanun koymuş,yürüyerek yada arabaya bineceksin bir sürü yolları katetmeden gidemezsiniz eve. Herşey öyledir. “Bel huve kur’anun mecid: bir de şu yüce bir kurandır”(BURUC 21). “Fi levhin mahvuz: korunmuş bir levhadadır”(BURUC 22). Levhi mahvuz nerede? Meleyi Ala’da. Arş da orada. Meleyi Ala nerede? Birinci kat semada. Birinci kat sema hangi semaydı? Yıldızların bulunduğu sema. Levhi Mahvuz orada. Bir bilgimizi tekrar hatırlamış olalım,tekrarlayalım. O da Vakıa suresinde. Elektirik kesildi ve jeneratör devreye girdi şu lambaları lütfen bir çoğunu söndürün de jeneratör dayanamayabilir. Şimdi burda diyor ki,şu ayetleti okuyayım yeri gelmişken “Fe la uksimu bi mevakiin nucum: yıldızların bulunduğu yere yemin ederim”(VAKIA 75). Yani birinci kat sema. “Ve innehu kasemun lev ta’lemune azim: bilseniz bu büyük bir yemindir (VAKIA 76). Yani siz o yıldızların bulunduğu yerin önemini bir bilseniz bu yeminin nedemek olduğunu da anlarsınız. “İnnehu le kur’anun kerim: o değerli bir kurandır”(VAKIA 77 ) .” Fi kitabin meknun: saklı kitaptadır”(VAKIA 78). Yani Levhi Mahvuzdadır değil mi? Orada Levhi Mahvuz olarak geçiyor bu kitabu meknun. Meknun ile mahvuz aynı manaya geliyor. “La yemessuhu: o kitabu meknuna domunamaz”. Levhi Mahvuz’a. “İllel mukarrabun: sadece mukarrebler”. Yani şeytanlar oraya çıkamazlar. “İllel mutahharun” yanlış “mutahharun” evet ” ancak tertemiz olanlar dokunurlar”(VAKIA 79). Şeytanlar dokunamaz. “Ve hafiznaha min kulli şeytanin recim”(HİCR 17) diyor Allah. “O birinci kat semayı kovulmuş bütün şeytanlardan koruduk” diyor. Şeytanlar dokunamıyorsa kim dokunur? Melekler, orada bulunan melekler. Çünkü orada bulununca arşa yakın yani yönetim metkezinde olanlar,onun için mutahharun. Aynı zamanda da mukarrabun. “Tenzilül bi rabbil alemin: alemlerin rabbi tarafından indirilmedir (VAKIA 80).Peki o zaman bu ayet “La yemessuhu ilel mutahharun”(BURUC 22) kurana abdestsiz dokunulmaz manasına mı gelir? Hiç alakası yok. Şimdi alakası olmayan şeyleri merkeze alarak insanların kurandan uzaklaşmasına vesile olunuyor. Ben kuranı kerime bakmak istiyorsam o anda bakmalıyım. Ya bi abdest alayım dedimmi bir daha bakamazsın. Hele hanımlar adetliyken kurana bakamazlar,dokunamazlar dediğiniz zaman artık onlar kurandan farkına varmadan soğurlar. Çünkü on gün domunmadı mı ondan sonra soğur. Hiç soğumaması gerek. Ne zaman ihtiyaçları varsa o zaman. Enteresandır bir gayri müslim istese rahatlıkla verilir hiç sorulmaz,müslüman bile değil. Halbuki Allah Teala ” İnnemel müşrikune necesun”(TEVBE 28) diyor,eğer o mantıkla hareket ederseniz. Müşrikler birer pisliktir diyor,hatta o büyük bir şevkle verir,büyük bir hizmet. Ama ” müslüman necis olmaz ” demiş peygamberimiz. Bir müslüman istediği zaman abdestlimisin diye sorar. Ya kardeşim nerden çıkardın? Allah abdest almayı sadece namaz için farz kılmış sen tutmuşsun kurana el sürmek için de şart koşuyorsun ve bu ayeti delil getiriyorsun. Malesef bu tip şeyler oluyor.