Geçen hafta Beyyine Suresini okumaya başlamıştık. Bitmemişti. Şimdi kısaca yine baştan alayım. Geçen haftaki dersi hatırlamış oluruz. Sonra da kaldığımız yerden daha geniş anlamaya devam ederiz.
“İster ehli kitaptan, ister müşriklerden olsun kafirler kendilerine o beyyine gelinceye kadar çözülecek değillerdir. O beyyine Allah tarafından bir elçi ki tertemiz sayfaları okur. Arı, duru sayfaları okur. İçerisinde de sağlam hükümler vardır.”
Şimdi demek ki küfür kirini ancak Allah’ın kitabı çözebilir. Kirin çözülmesi için de o kitabı gidip okuyan birisinin olması lazım. İki şey birleşecek, Allah’ın kitabı ve onu insanlara olduğu gibi anlatan bir kişi.
Sık sık tekrar ediyoruz, geçen hafta da söyledik. Bu hafta da tekrar edelim, resul başka, nebi başkadır. Burada Allah tarafından bir resul diyor. Allah tarafından bir resul o kitabı gidip okuyacak. Şimdi, Allah tarafından bir resul, son peygamber Muhammet s.a.s. olsa bu iş bitmiş olur değil mi? Yani artık resullük ondan sonra devam etmese bitmiştir. Nebi vahiy alan kişidir. Nebilik bitmiştir. Onun için Peygamberimizle s.a.s. ilgili olarak Ahzap Suresi 40. ayette Allahü Teâlâ “Muhammet sizin erkeklerinizden birinin babası değil ama Allah’ın elçisidir.” Çünkü onun oğulları vefat etmişti biliyorsunuz. “Ama o Allah’ın elçisidir ve nebilerin sonuncusudur.”
Dikkat edin elçilerin sonuncusu demiyor. Nebilerin sonuncusudur diyor. Yani artık ondan sonra kimse vahiy alamaz. Hiç kimse yazdığı kitaba bu Allah tarafındandır diyemez. Zaten ondan önce de diyemezdi, ondan sonra da diyemez. Ama Peygamberimizle vahiy alma kapısı kapanmıştır. Resullük, alınmış olan vahyi insanlara iletmektir. Allah şöyle buyuruyor diye Allah’ın ayetine herhangi bir ilave yapmadan, herhangi bir şey de çıkarmadan doğrudan doğruya olduğu gibi insanlara aktarmaktır karşı tarafın anladığı dilde. Resullük devam ediyor. Önceki kavimler mesela Nuh kavmine Nuh aleyhisselam resul olarak gelmiştir. Ama ayette “Nuh kavmi resulleri yalanladı.” diyor. Bir tane Nuh aleyhisselam var, diğer resuller kim? Nuh aleyhisselama inmiş olan kitabı gidip insanlara anlatanlardır.
Ebubekir r.a. hicretin 9. yılında Hac Emiri olarak görevlendirilmişti. Onlar yoldayken Tövbe Suresi indi. Peygamber s.a.s. Hz. Ali’ye r.a görev verdi. Git dedi bu sureyi müşriklere oku. Çünkü o son sene, hicretin 9. senesi Müslümanlarla müşrikler birlikte haccettiler. Biliyorsunuz İbrahim aleyhisselamdan beri hac hep devam etmiştir. Her sene Zilhiccenin, şimdi bizim hac yaptığımız günlerinde onlar da gelip hac yapıyorlardı. Müslümanlar müşriklerle birlikte Kabe’yi tavaf ettiler. Arafat’a çıktılar, Müzdelife’ye indiler, Mina’ya şeytan taşlama, hepsini yaptılar. O surede artık o yıldan sonra müşriklerin hac yapmaları yasaklanmıştı. Onu birisinin ilan etmesi gerekiyordu. Peygamber efendimiz Hz. Ali’yi görevlendirmişti. O arkadan yetişince Ebubekir’e dedi ki sen buraya hangi sıfatla geldin? Emir olarak mı geldin, resul olarak mı? Şimdi, Ebubekir r.a. kafilenin reisi yani hac organizasyonunun başıydı. Emir olarak geldiysen ben görevimi sana devredeyim, yönetici sen ol. O dedi ki hayır, ben resul olarak geldim. Yani Allah’ın inen bir ayetini insanlara anlatmak için geldim ve insanlara Mina’da o ayetleri okudu. Artık bundan sonra müşrikler mescidi harama yaklaşmayacak.
Dolayısıyla bu resullük görevi kıyamete kadar devam eder. Vahyi alma nebiliktir. İnen vahyi olduğu gibi insanlara anlatmak resullüktür. İnsanların dilinde. Bu sebeple sizin her biriniz resullük görevini yapabilirsiniz. Resullere düşen nedir? “İnsanlara anlayacakları dille anlayacakları şekilde anlatmaktır.” Gerisine karışmamak. İster kabul ederler, ister etmezler. İşte Allah’ın kitabı herhangi bir yerde insanlara bir resul tarafından anlatılmazsa yani o kitabı, o kitaptaki herhangi bir ayeti anlatırsanız o kadar resullük yaparsınız. 3 ayet anlatırsanız 3 ayet kadar, 5 ayet anlatırsanız 5 ayet kadar. Herhangi bir yerde Allah’ın kitabı, muhataba okunup anlatılmazsa o muhatabın zihnindeki küfür ve şirk kiri çözülmez. O ben Müslüman oldum falan der ama onun Müslümanlığı aslında aynı inancı bir başka şekilde devam ettirmesi olur. O kir çözülmeden üzerine yeşil bir elbise giymek olur. Ya da bazı kirli yani temiz olmayan hanımlar vardır. Çöpü halının altına süpürür ya da divanın altına iter. Yine çöp orada vardır. Kapalı olduğu için dışarıdan göremezsiniz. İşte bir insana Allah’ın kitabı okunmazsa o insandaki şirk kiri parçalanmaz. Parçalamayınca da temizlenmez. Kirler önce parçalanır sonra temizlenir biliyorsunuz. Onun için din tebliğ etmek istiyorsak insanlara muhatabımız kim olursa olsun yapacağımız Allah’ın kitabını okumaktır. Başka bir şey değil. Al sen oku dediğiniz zaman okumayabilir. Hatta şartlanmıştır birçok şeyi görmeyebilir. Vazife, gidip onlara bunu okumaktır.
“Ehli kitap kendilerine o beyyine gelmeden bölük bölük olmadılar, parçalanmadılar.” Siz o beyyineyi söylerseniz parçalanırlar. Herhangi bir yerde Allah’ın ayetleri okunursa orada bölünme ve parçalanma kaçınılmazdır. Yani çünkü kir temizleniyor ya, bazıları kirlerine tutunur, bazıları Allah’ın ayetlerine tutunur. Ama mutlaka parçalanma olur. Ama o parçalanma, kirler çözülüyor ya o kaçınılmaz bir şeydir. Kir çözülmesi olacak. Siz gözünüzle görüyorsunuz. Biz bunu Türkiye’de de yaşıyoruz, kaçınılmaz bir şeydir. Allah’ın ayetleri okunmazsa o zaman insanlar kendi kendilerine bir din anlayışı geliştirirler, yeni bir din oluştururlar, o dinin adına İslam desin, başka bir şey desin diyebilir. Ama önemli olan Allah ona İslam diyor mu? Asıl mesele o. Allah’ın dediği İslam, Allah’ın kitabında olandır. Onun dışındaki değil.
“Onlara verilen emir sadece Allah’a kul olmalarıdır.” Yani gelin de bize kul olun, gelin bizim grubumuza girin, gelin bize katılın, bizi güçlendirin falan değil. Yalnız Allah’a kul olun. Ha, yalnız Allah’a kul olanlardan oluşan bir topluluk, çok güçlü bir topluluk olur o başka bir şey. Çok güçlü olur, kimse onları sarsamaz. “Onlara verilen emir sadece Allah’a kul olmaları emridir.” Nasıl kul olacak? “Samimi olarak, içten. Din tamamen Allah’ın olması şartıyla. Dosdoğru sağa sola sapmadan” Yani dosdoğru, sağa sola sapmadan dini yalnız Cenabı Hakk’a has kılarak. Yani Allah ne demişse o. Yani şimdi bu ayeti söyledin ama ben bizim hocaya sorayım bakayım, kabul ediyorsa kabul, yoksa değil. Hayır öyle değil, Allah böyle diyorsa, bütün dünya aksini de söylese başüstüne diyeceksin.
“Onlara verilen emir namazı kılmaları ve zekatı vermeleridir. İşte o kayyimenin dini budur.” Yani yukarıda geçti ya, müteşabih ve mesani diye bir metot vardı biliyorsunuz, Kuran-ı Kerim’in metodu. Birbirine benzeyen iki ayeti birlikte değerlendirdiğiniz zaman öbür ayetin anlamını çıkarıyorsunuz. Yukarıda “fi ha kutübun kayyime” geçti. “Orada sağlam hükümler vardır. İşte o kayyimenin dini.” Yani sağlam hükümlerin, o sağlam kitabın anlattığı din budur. Yalnız Allah’a kul olmak dosdoğru, sağa sola sapmadan, namaz kılmak ve zekat vermek.
Bu, hangi peygambere verilen emir? Bütün peygamberlere. Namazı kılmak bütün peygamberlere verilen emir, zekat da öyle, Allah’tan başkasına kul olmamak da öyle.
“Ehli kitap ve müşriklerden kafir olanlar cehennemin ateşi içerisindedirler. Sürekli orada kalmak üzere.” Ya da bu huld, halada kelimesi onun içerisine girecekler, ölüm yok. Ölümsüz olarak girecekler oraya. Hani ölseler kurtulacaklar. En fazla derileri kızaracak, o kızaran derileri dökülüp yerine yeni derilere gelecek. Nisa Suresi 56. ayet: “Ayetlerimize karşı kafirlik eden…” yani ayetlerimizi görmezlikten gelenler. Görüyor ama hesabına gelmiyor. Görmek istemiyor. “…onları bir ateşe sokacağız, bir ateşte kızartacağız.” O kuzu çevirme var ya, işte kuzu çevirme gibi ateşin karşısında bunlar çevrilecekler. “Derileri her piştiğinde…” Deri piştiği zaman artık o sıcağı hissetmemeye başlar ya, o sinirler şey yapar. “…o deriler gider, onun yerine başka deriler getiririz.” Yani vücut yeni deri üretir. “o azabı tatsınlar diye.” Yoksa o sıcağı hissetmemeye başlar.
Şimdi, bu bakın bize neler öğretiyor? Cehennemde yanmanın keyfiyeti. Demek ki orada etten kemikten oluşan bir vücut var ama ölmüyor, yanmıyor, kızarıyor ateşin karşısında. Ama tabi o da bir yanmadır. Kızardığımız zaman da elim ayağım yandı, yüzüm gözüm yandı deriz ya. O da bir yanmadır. O deriler hissiyatını kaybettiği zaman dökülüyor, yeni deri geliyor.
“Ehli kitaptan ve müşriklerden kafir olanlar cehennem ateşinin içerisinde olurlar, orada halidler olarak.” Yani sürekli orada kalarak da mana verilebilir, orada ölümsüz olarak kalırlar, kendilerinin ölmemeleri manası da var. “Onlar yeryüzünün en şerli insanlarıdır.” Beriyye kelimesi ilginç bir kelime, berie kelimesinden geliyor. Berie demek yani Allah için, yarattı manasına ama her birini farklı yarattı manasınadır. Allahü Teâlâ, baridir. Allah, milyarlarca insan yaratmış, belki şimdiye kadar trilyonlarca insan yaratmış. Dikkat ederseniz hiç birisi diğerine benzemez.
Hani bir terini yakaladıkları zaman emniyet mensupları, kriminoloji uzmanları suçluya ulaşıyorlar. Saçını yakalasalar ulaşıyorlar. Eliyle bir yeri tutmuş olsa oradan, DNA’larından olaşıyorlar. Bu ne demek? Her insan farklı demek. İşte bari o. Beri kelimesini de kullanırız ya, ben senden beriyim, bu taraftayım falan. Ben uzaktayım falan. Yani öyle bir yaratıyor ki Allah şunla şunu ayırt edebiliyorsun. O zaman fizikle, anatomiyle, tabiat bilgileriyle uğraşanlar bakmalılar ki belki bakmışlardır da ben bilmiyorum. Bu bütün yarattıklarında böyle olmalıdır. Yani bunları tespit etmeliler. Ya da en azından, acaba sadece burada şerrül beriyye dediğimiz zaman şu da olabilir. Birbirlerinden farklı yaratılanlar sadece insanlardır, bunlar insanların en şerlileridir sonucuna da varılabilir. Onda bir sakınca yok. Diğerlerinde çok ortak özellikler vardır ama insanda hem ortak özellikler hem farklılıklar vardır sonucuna da varabilirler. Ama belki Cenabı Hak, bütün yarattıklarını farklı da yaratmış olabilir. Çünkü halık kelimesi de var, bari kelimesi de var. Evet bazen yan yana gelir, vallahu halikulbariu. Halık da yaratma, bari de yaratma. Halık aslında şekil verendir. Bari de her birine ayrı özellikler verendir. Biz bunların hepsine yaratma diye tercüme ettiğimiz zaman bu incelikler kayboluyor.
“İnanan ve iyi işler yapanlar da beriyyenin en hayırlısıdırlar.” Yani yarattıklarının da denebilir, insanların da denebilir. Az önce söylediğim gibi o beriyye kelimesi. Yani çok farklı, birbirinden farklı özelliklerde yaratılan sadece insanlarsa insanların en hayırlılarıdır, en şerlileridir deriz. Bu gayet uygundur. Ama bu sahada çalışanların bunu araştırmaları iyi olur. Biz de öğrenmiş oluruz.
“Bunlara verilecek mükafat Rableri katındadır. Bunlar Adn cennetlerinde olacaklar, Allah katında, Rablerinin huzurunda. İçinden ırmaklar akan Adn cennetlerinde olacaklar.” Bu taht kelimesi alt anlamınadır. Altından ırmaklar akan cennetler dediğimiz zaman Türkler bundan bir şey anlayamaz. Mesela ben çocukken o kadar çok düşünüyordum ki bu cennetin altından ırmaklar nasıl akar diye. Bir türlü yerine oturtamıyordum. Sonra öğrendim, baktım ki cennet, bahçe değil, bahçedeki bitki örtüsü. Bahçedeki bitki örtüsü olunca zaten ırmak altından akar, dışından akmaz ki. Ha, bazı içerisinde biten otların üzerinden akar ama bahçenin tümünü düşündüğünüzde o bitkilerin altından akar. O zaman bunu bir Arap’a söylediğinizde bunu böyle anlar, başka şekilde anlamaz. Yani bitkilerin altından ırmaklar akar şeklinde. Ama bir Türk öyle anlar mı? Öyleyse Türkiye’de bunu tercüme ederken ne demek lazım? İçinden ırmaklar akan. Çünkü asıl olan manayı aktarmaktır. İçinden ırmaklar akan cennetlerde olacaklardır. “Bunlar da o cennetlerde hiç bozulmadan kalacaklar.” İhtiyarlama yok, yaşlanma yok, bozulma yok, hastalanma yok, şişmanlama da yok. Her şey iyi yani.
“Orada hiç bozulmadan kalacaklar, ebediyyen, sürekli. Allah onlardan razı, onlar Allah’tan razı.” Allah onları memnun etmiş, mutlu etmiş, hiçbir problemleri yok. Ne ekonomik kriz var, ne para değer kaybetti diye uykularınız kaçıyor yahut da kazandı diye sevinip havalara uçuyorsunuz. Hiçbir olumsuz şey yok yani. Bütün ihtiyaçlarınız karşılanıyor. Son derece rahatsınız. Mutsuz, rahatsız olmanızı gerektirecek hiçbir şey yok, mutlu olmanız için bütün imkanlar sağlanmış.
“Bu, Rabbinden korkanlar içindir.” Allah’tan korkanlar içindir. Şimdi birçokları ben Allah’tan niye korkayım ki diyor. Korkma kardeşim, sen bilirsin. Sonucuna katlanırsın ama. Allah’ın koyduğu kurallara uymazsan cezasından korkacaksın. Emirlerine uyarsan mükafatını da alırsın. Şimdi burada bir husus var. Eminim ki zihninize takılmıştır: “Ehli kitap ve müşriklerden kafir olanlar”. Aslında öyle değil de manayı baştan verdiğimiz gibi vermek lazım. “Kafirler ister ehli kitaptan, ister müşriklerden olsun.” Peki, ehli kitap ve müşriklerden kafirler ne demek? Yani kafir başka, müşrik başka mı? Buradan ne anlaşılıyor? Farklı gibi anlaşılıyor değil mi? O zaman başka mı, değil mi? Şimdi size bir soru sorayım. Allah’ın affetmeyeceği tek günah hangisi? Şirk günahı. Peki, kafirlik şirk sayılır mı, sayılmaz mı? Bak sustunuz, az önce koro halinde söylediniz, şimdi acaba diyorsunuz. İhtilaf oldu aranızda, ulema ihtilaf etti. Peki, sayılmazsa kafirler cennete girecek mi? Allah, affetmediği tek günah şirk günahıysa küfrü affedecek mi? O zaman ne olacak? O zaman her kafir müşrik olur diyecek miyiz bakalım yani. Abdülaziz Hoca’ya göre olursa kimseyi ilgilendirmez, Cenabı Hakk’a göre olması lazım değil mi?
Şimdi, Tevbe Suresinin 31. ayetini açın lütfen. Hatta 30. ayetten okuyalım isterseniz. Burada diyor ki Allahü Teâlâ, “Yahudiler dediler ki Üzeyr, Allah’ın oğludur. Hıristiyanlar da Mesih (İsa), Allah’ın oğludur dediler. Bu, onların kendi ağızlarıyla söyledikleri sözdür, hiçbir dayanağı yoktur. Onlar bundan önce kafirlerin kullandığı ağzı kullanıyorlar.” Yani daha önce kafir olanlar ne diyorsa onu söylüyorlar. “Allah kahretsin onları. Bu iftiraya nereden düşüyorlar?” Bu bir yalan ve iftiradır, uydurma bir şeydir. “Ahbar ve ruhbanlarını yani ilim adamlarını ve din adamlarını Allah’la kendi aralarına rabler olarak koydular.” Rab yaptılar, efendi yaptılar. Bu bizim efendi dediler. “Meryem oğlu Mesih’i de öyle yaptılar. Kendilerine verilen emir sadece şuydu: Bir tek ilah olarak Allah’a kul olmaları.” Yalnız Allah’a kul olmaları. “Ondan başka ilah yoktur. Allahü Teâlâ onların koştukları ortaktan, şirkten uzaktır.”
Şimdi bunlar kim? Yahudi ve Hıristiyanlar değil mi? Ne dedi en sonunda Allah? Onları müşrik saydı değil mi? “Onların ortak koştuklarından Allah uzaktır.” dedi. O zaman ehli kitap ne olmuş oluyor? Hem kafir hem müşrik olmuş oluyor. Peki, müşriklerden kafir olanlar, ehli kitaptan kafir olanlar diyor. Şimdi müşriklerin kafir olduğunu o ayet söyledi. Ehli kitabın müşrik olduğunu da bu ayet söyledi mi? O zaman birbirlerinden farkı var mı? Farkları yok. Ama insanlar, hani birisi diyor ki benim elimde kitap var diyor. Yani Tevrat var, İncil var. Kuran’da diyor ki tamam diyor, Tevrat’ı ve İncil’i Cenabı Hak indirmiştir. Kuran da tasdik ediyor. İçerisine kattıkları şeyler ayrı. Ama katmadıklarını tasdik ediyor. Ellerinde Cenabı Hakk’a ait bir kitapları var onların ama öbürlerinin yok. Onun için birisine ehli kitap, öbürüne müşrik deniyor. Yoksa esasen inanç bakımından ikisi de aynı. Çünkü birisi mesela Mekkeli müşrikleri esas alırsak meleklere tanrılık vasfı veriyorlar, bunlar Allah’ın kızlarıdır diyorlar, Allah’ın kızları vasıtasıyla Allah’a ulaşırsak Allah bizi kabul eder diyorlar. “Biz bunlara niye kulluk yapıyoruz? Bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye. Hedefimiz Allah.” diyorlar.
Hıristiyanlar ne diyor? “Allah, üçün üçüncüsüdür.” diyorlar. Yani 3 tane tanrı var, 3 tanenin üçüncüsü Allah’tır diyorlar. Maide 72. ayete bakıyoruz. Burada ne diyor Allahü Teâlâ? “Allah Meryem’in oğlu Mesih’tir diyenler kafir oldular.”. Şimdi Hıristiyanlar diyor, -o bizim Aracılık ve Şirk kitabında olması lazım- İsa, yüzde yüz insandır diyorlar. Sonra da diyorlar ki yüzde yüz Allah’tır. E şimdi, yüzde yüz insansa geriye bir şey kalıyor mu? Yüzde yüz Allah’sa insanlığa bir şey kalmıyor. Yüzde yüz insansa Allah’lığa bir şey kalmıyor değil mi? Peki, bu nasıl olur diye sorduğumuz zaman bu akılla anlaşılmaz diyorlar. Yahu sen benim ebedi hayatımı ilgilendiren bir konuda aklınla anlayamazsın diyorsun. Bu nasıl olur? En önemli bir konuda bunu aklınla anlayamazsın diyorsun. Hem de öyle bir saçmalık söylüyorsun ki tevil götürmez bir saçmalık.
Bakın, sık sık okuyorum, bugünkü Papa’nın kitabından, neden ondan aldığımı da açıklıyorum. Demesinler ki Müslümanların yazdığı kitapla bizi itham ediyorsunuz. Onların resmi kitabı yani. Buna itiraz etmeleri mümkün değil. Mesela şuradaki tutarsızlığa bir bakın. (Aracılık ve Şirk kitabından okuyor) “İsa, Baba’nın elçisidir.” Şimdi Baba yerine Allah kelimesini kullanın gerisini düşünün. Tabi Baba kelimesi yanlış elbette ama onlar diyor ki mesela işte “Allah’ın baba olarak adlandırılması her şeyin başlangıcı ve aşkın otorite sahibi olmasından ve tüm çocuklarının üstüne titreyen sevgi dolu iyiliğinden dolayıdır.” Yani sizin o bildiğiniz babalardan değil diyor. “Allah ne erkektir ne kadın, Allah, Allah’tır.” öyle diyorlar. Bu, onların sözü. Yani sizin bildiğiniz manada baba demiyoruz demiş oluyorlar.
“İsa, Baba’nın elçisidir. Baba, onu kutsal ruhla mesh etmiş, rahip, peygamber ve kral yapmıştır. O, kendiliğinden bir şey yapamaz. Her şeyi kendisini gönderen Baba’dan alır.” Peygamberdir diyor. Şimdi aynı kitapta ama devamını da okuyayım. İşte burada yoldan çıkıyorlar. “Şimdi o Baba’nın yanında Hıristiyanların avukatlığını yapıyor. Onlar lehine aracılık etmek için hep canlıdır.” Hıristiyanları koruyacak, kurtaracak.” Kimden kurtaracak? Allah’tan. E Allah’tan daha merhametli olması gerekiyor, Allah’tan daha iyi tanıması lazım, daha güçlü olması lazım ki kurtarsın. Haşa. “Allah’ın huzurunda daima hazır bulunmaktadır. Kendisi aracılığıyla Allah’a yaklaşanları tamamen kurtarmaya gücü yeter. O insanlığın kurtuluşu için kendini kurban etmiştir.” Pavlus’un Timolteus’a Mektubunda şu söz yer alır: Tek bir Allah ve Allah ile insanlar arasında tek bir aracı vardır. Bu da insan olan ve kendisini herkes için fidye olarak sunmuş olan Mesih İsa’dır.
Şimdi bak, tek bir Allah var, tek bir aracı var. Aynı kitabın bir başka ifadesini okuyayım size. Bu kararı da bizim Kadıköy’de almışlardır, şimdi okuyacağım kararı. Konsülde, kendilerinin verdiği karar. Yani kendileri de söylüyor diyorlar ki ilk 3 asırda, kendi ifadelerinden okuyayım, söylemeyeyim. Yine Papa’nın kitabında geçen husus. “Havariler zamanında İsa gerçek anlamda insan sayılırdı.” “De ki ben tıpkı sizin gibi bir insanım.” ayeti var ya. “Onun Allah’ın olduğunu iddiasını önce Pavlus ortaya attı.” Hıristiyanlığı bozan adam. Bu iddiayı doğru sayan karar 3. yüzyıldan sonra Antakya’da alındı. 3 asır sonra Pavlus’un dediğini doğru saydılar. O zamana kadar mücadeleler devam etmiş. Yani bu da yine o kitaptan alınan, benden katılmış tek kelime yok. Duyduklarınızın tamamı o kitaptandır. 325’te toplanan ekümenik İznik Konsülü -o İznik Gölü’nün yanında Ayasofya Kilisesi vardır. Şu anda müze olarak kullanılıyor. Gitmiş olanlarınız görmüştür. Orada toplanmıştır konsül. “İsa’nın yaratılmış olmadığına, Baba’dan doğduğuna ve onunla aynı özden olduğuna karar verdi.” Bakın din oluşturuyorlar görüyor musunuz? Kendileri bu kararı alıyor.
431’de 3. ekümenik Efes Konsülü -o da Anadolu topraklarında- şu kararı aldı. “ İsa, kendi kişiliğini akıllı ruhla canlandırmış bir bedenle birleştirerek insan olmuştur. Meryem Ana ise gerçek anlamda Tanrı’nın anasıdır.” Bu kararı da 431 sene sonra almışlar. 451’de toplanan 4. ekümenik Kadıköy Konsülü -o da bizim Kadıköy’de, onun için Anadolu onlar için çok önemli- onun gerçek Tanrı olduğunu şöyle ilan ettiler. “Rabbimiz Mesih İsa’nın mükemmel Tanrılığa, mükemmel insanlığa sahip, gerçek Tanrı ve gerçek insan olduğunu…” Gerçek tanrı, gerçek insan! Görüyor musunuz? Yüzde yüz Tanrı, yüzde yüz insan. “Akıllı bir ruhtan ve bedenden oluştuğunu, tanrılık açısından Baba ile insanlık açısından bizimle aynı özde olduğunu, günah dışında hepimize her şeyle benzer olduğunu, tanrılık açısından yüzyıllar öncesinden Baba’dan doğduğunu…” Hani Baba’dan değildi, ne oldu? Nedir, az önce ne dedi? Şimdi ne diyor. “İnsanlık açısından bizim esenliğimiz için bakire Meryem’den doğduğunu oy birliğiyle kabul ettiğimizi resmen beyan ederiz.” Şimdi öyle bir baba ki doğum da yapıyor haşa.
Bir ifadeleri de aynen şöyle. Mesih İsa, gerçek insan ve gerçek Allah’tır. İşte bu nedenle insanlarla Allah arasında tek aracıdır. Çünkü insan olduğu için insanlarla konuşuyor, Allah olduğu için haşa Allah’la konuşuyor. Toplanıp karar alıp dini kendilerine göre değiştiriyorlar. Şimdi bakın, İsa aleyhisselamdan 451 sene sonra alınan karar. Şimdi anladınız mı neden Allah’a Papa, Papa’ya da Papa diyorlar. Papa, baba demektir yani. Allah’a da baba diyorlar, kilise babaları demiyorlar mı papazlara. Allah da baba, onlar da baba. Onlar gökteki baba, bunlar yerdeki baba. Yani Allah, gökteki baba; bunlar yerdeki baba, haşa. Onun için bunlar insanları cennete sokuyorlar, onun için istediklerini dine kabul ediyor, istediklerini çıkarıyorlar. Onun için günah affediyorlar. Her şey onlarda. Peki, bu Allah’ın dini mi? Allah’ın adını kullanarak insanları kendilerine köle yapıyorlar ve sömürüyorlar. Adem aleyhisselam da ilk günahı işlediği için herkes günahlı olarak doğuyor. Dolayısıyla vaftiz etmezlerse adam kesin cehennemlik oluyor.
Şimdi Allahü Teâlâ burada ne diyor Maide Suresinin 72. ayetinde? “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir diyenler kesin kafir olmuşlardır.” Şimdi aramızda ortak şey kalmış mı? Var. Onlar diyorlar ki biz Allah’a inanıyoruz. Allah birdir diyorlar, Allah’tan başka ilah yoktur da diyorlar. O zaman gelin orada birleşin. “Mesih, insanlara şunu demiştir:…” Zaten kendileri de az önce okuduk ya kendileri de aynı şeyi söylediler ya. Az önce okuduk. “Mesih, insanlara şunu demiştir: Ey İsrailoğulları, benim ve sizin Rabbinize kul olun.” Ona ibadet edin. Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz. “Şurası kesindir ki kim Allah’a ortak koşarsa Allah ona cenneti haram kılar.” Bak, burada da Allah haram kıldığını söylüyor. Mesela bakın, İsa aleyhisselam da az önce okudum, havariler zamanında İsa, gerçek anlamda insan sayılırdı. Onun Allah’ın oğlu olduğu iddiası daha sonra ortaya çıktı. İsa aleyhisselam bunu söylüyor. Allah’tan başkasına kul olmayacaksın diyor. Az önce onu okuduk ama bunu bulamadım. Hah, yeri ve göğü tek başına Allah yaratmıştır. Yaratılış düzenini ayarlayan odur. Neyse az önce okuduğum yeri bulamadım.
Şimdi, “Kim Allah’a ortak koşarsa Allah ona cenneti haram kılar ve onun varacağı yer ateştir. Bu zalimlerin yardımcısı da olmaz.” Evet, şimdi neticeye geliyoruz. O zaman her kafir müşriktir, her müşrik de kafirdir. Peki, şimdi ilk kafir kim? Şeytan. Şeytan müşrik mi? Müşrik. Neyi ortak koşmuş Allah’a? Kendi nefsini. Allah’a diyor ki niçin secde etmedin Adem’e dediği zaman, ben ondan daha hayırlıyım, böyle emir mi verilirmiş demiş oluyor. Kendisini Allah’la denk saymıyor mu orada? Allah’ın emrini yanlış görüyor, kendinin görüşünü doğru görüyor değil mi? İşte kendini tanrılaştırıyor. Ve aynı zamanda da kafirdir. Kafirliğinin özelliğini Cenabı Hak nasıl anlatıyor Bakara Suresinde? “Allah’ın emrine karşı direndi, kendini büyük gördü.” Kendini kimden büyük gördü? Allah’tan büyük gördü. İnsanlar zannediyor ki Adem’den. Adem’den büyük görürsek bir adam başkasına kibirlendi mi kafir olması lazım. O değil. Evet, kibirlenmek kötüdür insana karşı ama adamı kafir yapmaz. Nasıl kendisini Allah’tan büyük gördü? Sen bu işi yanlış yapmışsın dediği zaman kendisi doğru yapmışsa, kendi yaptığını doğru kabul ediyor değil mi? Adem’e secde etmemekle ben doğrusunu yaptım, senin dediğin yanlış dediği zaman Cenabı Hak’tan üstün olmuyor mu o noktada? Kendini üstün görüyor.
İşte, herhangi bir kimse Allah’ın herhangi bir emrini beğenmediği zaman isterse günde 5 vakit namaz kılsın, her sene hacca, umreye gitsin, malının tamamını zekat versin, Allah’ın bir tek emrini beğenmezse şeytanla aynı kefeye oturur. Hiçbir farkı olmaz. Çünkü kendini tanrılaştırmış olur. Birileri de başkasını tanrılaştırıyor biraz önce olduğu gibi. İşte hem kafir olur, hem müşrik olur. Müşrik olur, Allah’la kendi arasına ikinci bir tanrıyı koyduğu için. Kafir olur, o araya koyduğu şeyi Cenabı Hakk’ı göstermediği için. Allah’la ilişkiyi kestiği için. Çünkü bakın mesela Hıristiyanlara bakın, Allah’ı çok az zikrederler ama İsa sürekli ağızlarından düşmez. Mekkeli müşrikler de öyle. Allah’la kendi arasına herhangi bir şeyi koyanlar da öyle. Şu beni Allah’ın yanında kurtaracak dedikleri zaman sabahtan akşama kadar ondan bahsederler ama Allah’tan nadiren bahsederler. İsterse günden 10.000 kere Allah Allah diye zikir çeksin. O, Allah için çekmiyor, falanca emrettiği için çekiyor.
Evet işte, Allahü Teâlâ, bunlar yeryüzünün en şerlileridir diyor. Niye en şerlileridir? Çünkü insanları kendilere köle yapıyorlar. İnsanların ebedi hayatlarını mahvediyorlar. Ebedi hayatları mahvoluyor, sadece dünyaları değil. Ahiretleri de mahvoluyor. Onun için en şerlileridir. Peki, iman edip iyi işler yapan en iyileridir. Çünkü hem kendilerini kurtarırlar, hem de başkalarına faydalı olurlar. Onun için en iyi insanlar da onlardır. O zaman Müslümanların kıymetini bilelim.
Şimdi biraz ara veriyoruz. Sonra soru cevap faslına geçeriz.