Bugün Bakara Suresinin 60. ayetini okuyacağız Allah nasip ederse. Burada Allahü Teâlâ şöyle buyuruyor: “Musa kavmi için su talebinde bulunmuştu.”. Çölde iken su yok, Musa aleyhisselam, ya Rabbi bize su ver diye Cenabı Hak’tan talepte bulunuyor. “Dedik ki değneğinle şu taşa vur. Hemen o taştan 12 göze kaynadı. Onlardan her insan grubu nereden su içeceklerini de öğrendiler. Allah’ın verdiği rızıktan yiyin için, fesat çıkararak yeryüzünü birbirine katmayın.” Onlara da böyle söylendi.
Şimdi bu ayeti kerime vesilesiyle mucize ve keramet konularına bugün değinmek istiyoruz. İnsanlar nedense orta yola gitmek istemiyorlar. Bazıları bakıyorsunuz bütün hayatları mucize ve keramet, her şeyde bir olağanüstülük arıyor. Bazıları da bunları büsbütün inkar ediyorlar. Böyle bir şey yoktur diyorlar. Şimdi her iki tarafta da aşırılık var. Mesela siz bende bir keramet arıyorsunuz, bir olağanüstülük arıyorsunuz. Zihninizde bir problemle buraya geliyorsunuz. Ben de onunla ilgili birkaç kelime söylüyorum. Diyorsunuz ki hah, bak bildi. Kardeşim bu şekilde buraya niye geliyorsunuz? Bilmediğiniz bazı şeyleri öğrenmek için. Söylemiyorsak zaten boşuna gelmiş olursunuz. Tabi ki zihninizdeki bazı problemlerin çaresini burada konuşmamız lazım.
Şimdi, en çok bu şekilde olur, işte ben zihnimde bir soru vardı. Gittim, hocam hiç sormadan bana bunun cevabını verdi. Hocana değil, hangi toplantıya gidersen git zihnindeki bazı sorunlar çözülür. Çünkü zaten çözüleceğine inanmasan o toplantıya gitmezsin. Ne işin var orada? Bazıları da olur olmaz birtakım kerametler uyduruyorlar. Hayali şeyler ortaya atıyorlar. Şimdi tabi burada maksat bazı kimseleri kutsal hale getirmektir. İnşallah keramet konusunda üzerinde duracağız da bir mucize meselesi vardır.
Mucize kelimesi, insanı aciz bırakan şey demektir. Peygamberler, peygamberliklerini ispat için mucize gösterirler. Yani birisi geliyor diyor ki ben Allah’ın peygamberiyim. E, hoş geldin, safa geldin. Elinde belgen var mı? Çünkü herkes kendisini Allah’ın peygamberi sayabilir. Var mı elinde belgen? İşte onların peygamberlik belgesi gösterdikleri mucize oluyor. Yani öyle bir şey gösteriyorlar ki bunu insanlar yapamaz. Bunu sadece kendileri yapmış oluyor. Anlıyorsunuz ki bunu Allahü Teâlâ gerçekten kendisi için elçi olarak göndermiştir.
Şimdi, Kuran-ı Kerim’de “sünnetullah” diye bir kavram vardır. Şimdi Cenabı Hakk’ın sünneti vardır. Kanunu. Allahü Teâlâ kanunu değiştirmez. Şimdi bu kanunu Allahü Teâlâ nasıl istiyorsa öyle anlamak lazım. Kuran-ı Kerim’de nasıl göstermişse öyle anlamak lazım. O kanunun bir parçası da elçi olarak gönderdiklerine bir belge vermesidir.
Şimdi siz diyelim ki bir okulda müdürsünüz. Çok sevdiğiniz bir arkadaşınız var, onun da sizin okulunuza öğretmen olmasını istiyorsunuz. Bir gün geliyor size, diyor ki ya ben bu okula öğretmen oldum. Ne kadar sevindim bilemezsin der, çok güzel, çok iyi. E, hadi şu evrakını ver de seni göreve başlatalım. Canım evraka ne gerek var? Sen beni buraya yeterli olduğumu bilmiyor musun? E tabi ki biliyorum. Ama evrakın olmazsa ben seni burada göreve başlatamam. Seni tayin eden makam, tayin ettiğine dair sana bir belge vermesi lazım. Sen buradaki öğretmenlerin hepsini okutacak bilgiye sahipsin ama sana burada öğretmenlik yaptırmam için tayin belgesi gerekir. Belge olmadan başlatabilir mi öğretmeni?
İşte, birisi geliyor diyor ki ben Allah’ın peygamberiyim. E, güzel. İspatla kardeşim. İspatla bakayım sen gerçekten Allah’ın peygamberi misin? Birkaç kere anlattığım bir olay var, hepiniz ezbere bilirsiniz ama bir daha anlatayım. Bir gün İstanbul Müftülüğünde oturuyoruz 1980 öncesi. Rahmetli Timurtaş Hoca, Allah uzun ömürler versin Ahmet Vanlıoğlu ve ben. Hayırlı ömürler nasip eylesin. Üçümüz aynı odada oturuyoruz. Şimdi iriyarı bir adam geldi, Timurtaş Hoca’nın masasına oturdu. Timurtaş Bey de Ahmet Bey’in masasındaki telefonla konuşuyordu çünkü telefonumuz yoktu. Tek bir telefon vardı müftü yardımcılarında. O da müftü efendinin telefonu ile paralel. Eskiden böyle çok telefon yoktu, şimdi herkesin cebinde telefon var. O telefonla konuşuyordu. O sıra koltuğu boş buldu, içeri girdi adam geçti oturdu oraya. Böyle tam da kuruldu büyük bir şeyle. Beyler ben peygamberim dedi. Ahmet Vanlıoğlu dedi ki hoş geldiniz dedi, nasılsınız, iyi misiniz? Teşekkür ederim dedi. Ne yapabiliriz dedi sizin için? Dedi ki bu millet çok bozulmuş dedi. Kimse benim peygamberliğime inanmıyor. Böyle giderse bu milletin başına büyük felaketler gelecek. Onun için dedi bana bir belge verin, bir de basın toplantısı düzenleyin. Ahmet Vanlıoğlu dedi ki af edersiniz dedi, siz kimin peygamberisiniz? Tabi ki Allah’ın peygamberiyim dedi. O zaman buraya yanlış geldiniz dedi. Biz belgeyi bizim görevlendirdiğimiz kişilere veriyoruz dedi. Allah’ın görevlendirdiği kişilere belge verme yetkimiz yok, sen git belgeyi ondan al. Adam dedi ki doğru söylüyorsun ya dedi, kalktı gitti. Bir iki gün sonra gazetelerde gördük, adam Bakırköy’den kaçmış.
Şimdi, Bakırköy’den kaçmayanlar da var. Yıllarca kendilerini bir şekilde hazırlıyorlar. Mesela zamanımızda kendisini İsa diye hazırlayan, mehdi diye yıllardır hazırlayan kişiler yok mu? Televizyon televizyon dolaşıyorlar, kendilerine mehdi dedirtiyorlar. Farkı yok. E, şimdi bu insanlar işte biz peygamberiz diye…
Mesela düşünün ki siz Mekke’de yaşayan bir kişisiniz. Muhammet sallallahu aleyhi ve sellemi peygamberlik öncesinden tanıyorsunuz. Bir gün size diyor ki, biliyor musun ben peygamber oldum. Ne dersiniz ona? Yazık, dersiniz ya, tüh. Bunu da kaybettik! Kafayı yedi galiba. Değil mi, insanın ilk önce aklına gelir. Israr edince ne diyeceksiniz? İspatla diyeceksiniz. İşte mucize, peygamberlerin peygamberliklerini ispat için gereklidir. Çünkü biz Muhammet sallallahu aleyhi ve selleme inandığımızı hangi sözlerle ifade ediyorduk? Eşhedü değil mi? Ben şahitlik ederim ki Muhammet, Allah’ın kulu ve elçisidir. Kulu olduğunu zaten herkes biliyor. Yani öyle bir toplumda yaşadığınız zaman. Peki, Allah’ın elçisi olduğuna şahitlik edeceksiniz.
Şimdi, tekrar o okul müdürünün durumuna dönelim. Okul müdürüne Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ya da artık usul değişirse diyelim İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü eğer tayinleri yapıyorsa, değişirse usul, yani tayine yetkili makam tarafından onun o göreve tayin edildiğine dair belge getirirse o müdür hiç tereddüt etmeden ne yapar? Göreve başlatır onu. Bu ne demektir? Ben şahidim ki sen buraya öğretmen oldun. Birisi derse ki bunu niye başlatıyorsun? Ya kardeşim, elimde belge var, nasıl başlatmayayım? Başlatmazsam suçlu olurum değil mi? Peki, o belgenin sahte olma ihtimali var mıdır? Vardır, niye? Çünkü insanlar düzenlemiştir. Ama sahteyse bir müddet sonra ortaya çıkar. Çünkü ona maaş tahsis edilecek, böyle basit bir olay değil. Birkaç kanaldan onun doğruluğu tespit edilir.
Şimdi, peygamberlerin gösterdikleri belgeler insanlar tarafından taklit edilemezler. Taklit edilirse o zaman bir grup insan toplaşır, birisini peygamber gönderir, eline de bir belge verirler. İşte o bizim müftülüğe gelen adam gibi. Bizden bir belge istiyor, bir de basın toplantısı düzenlememizi istiyor. Yoksa millet inanmıyormuş. Kardeşim sen eğer Allah’ın elçisiysen zaten belgeyi Allah verir sana.
Şimdi, Muhammet aleyhisselamın bir mucizesi yok. Onla ilgili ayetleri okuyacağız daha sonra. Ama önceki peygamberlerin bu şekilde mucizeleri var. İşte o mucizelerden bir tanesi de Musa aleyhisselamın değneğini taşa vurarak oradan 12 tane pınarın fışkırmasını sağlamasıdır. Tabi bu mucizeyi, hiçbir peygamber kendi isteğiyle mucize gösteremez. Şey de öyledir yani Öğretmen de kendi istedi diye bir yere tayin yaptırılır mı? Tayin yapan makamın istemesi lazım. Mucizeyi ancak Cenabı Hak verir. Allah’ın istediği zaman bu mucize olur. Bunun dışında olmaz. Peygamber, Cenaba Hakk’a yalvarır, Allah kabul ederse eder, etmezse etmez.
Şimdi, şu ayeti kerimede Cenabı Hak diyor ki Musa aleyhisselamla ilgili olarak: “Bir gün Musa kavmi için su talebinde bulundu.”. Ya Rabbi su ver dedi. Millet çünkü susuz, kırılıyor. Susamışlar, su lazım. “Dedik ki değneğinle şu taşa vur. Hemen oradan 12 tane su kaynadı, 12 göze kaynadı.” İşte bu bir mucize. Ancak Allah dilerse yapılır. Yoksa o Musa aleyhisselamın değneğini taşa vurmasının bir anlamı yok. Allah emrettiği için, o anda vurduğu için bu olmuştur. Yoksa başka şekilde olmaz. Öyle bir şey olsaydı Musa aleyhisselam Allah’tan istemez, hemen değneğini bir yere vururdu, oradan da su çıkardı. “Oradaki her insan topluluğu…” 12 tane çeşme kaynamış. Çünkü İsrailoğulları 12 kol. Bu 12 kol da Yakup aleyhisselamın 12 oğlunun soyundan gelenler. Onlardan bir tanesi Yusuf aleyhisselamdı biliyorsunuz. Dolayısıyla 12 ayrı çeşme, her bir çeşmeden, her bir su kaynağından hangi grubun su içeceği de belli.
Şimdi, bunlar burada zor durumda, Musa aleyhisselamın peygamber olduğunu bir kere daha görmüş oluyor İsrailoğulları. İnsanlar her an imanlarını kaybedebiliyorlar. Bu sebeple Cenabı Hak sürekli destekliyor. “Allahü Teâlâ’nın rızkından yiyin için. Fesatçılar olarak yeryüzünde bozgun çıkarmayın, sağa sola çatmayın.” Şimdi bu bir mucize. Musa aleyhisselama toplam kaç mucize verilmişti? 9 tane.
İsra Suresinin 101. ayetini açarsanız orada görürüz. Allahü Teâlâ burada diyor ki “Musa’ya her şeyi açıkça ortaya koyan dokuz tane ayet verdik.”. Şimdi biz mucize kelimesini kullandık. Burada ayet kelimesini kullanıyor Allahü Teâlâ. Ayet, biliyorsunuz Kuran-ı Kerim’deki ayetler de birer ayet, kainattaki bütün varlıklar da birer ayet. Ayetlerin tamamı da birer mucizedir. Yani bütün insanlık toplansa, bütün bilgileri toplasalar, bir insanın saçının telini yapma imkanı var mıdır? Mümkün değil. Ya da şurada çiğneyip geçtiğimiz bir ağaç yaprağını insanlar yapabilirler mi? Yapamazlar. Yani Allahü Teâlâ’nın yarattığı ne varsa hepsi insan için mucizedir. Çünkü onun gibisini yapma imkanımız yok.
Kuran-ı Kerim’deki ayetler de birer mucizedir. Kuran-ı Kerim’deki sureler de birer mucizedir. Bunlara da ayet deniyor. Ve peygamberlerin gösterdiği, bizim adına mucize dediğimiz şeylere de ayet ifadesi kullanılıyor. Şimdi bu ayet ifadesini kullanılması sebebiyle mucizeye karşı çıkanlar diyor ki onlar birer ayettir. Ayetler de zaten mucizedir. Allah olağanüstü bir şey yapmaz, olağanüstü şeyler göstermez diyorlar. Ondan sonra da bu mucizeleri kendi arzularına uydurmak için olmadık cambazlıklar yapıyorlar. Yani onların bu tavırlarının iyi niyetli olduğunu söylemek asla ve kat’a mümkün değildir. Bunu açıkça söylüyorum. Niye mümkün değildir, biraz sonra ayetlerden göreceksiniz. Asla iyi niyetli olduklarına inanmıyorum. Burada mesaj ilgili yerlere mutlaka gidiyor. Bir kişi, beş kişi değil bunlar, epeyce kişiler.
Şimdi, burada ne diyor Allahü Teâlâ “Musa’ya dokuz tane açık mucize verdik.”. İşte mucize verdik. “İsrailoğullarına sor onlara geldiği zaman. O zaman firavun dedi ki Musa sen dedi büyülenmişsin.” Ya da büyüye gelmişsin. Yahut da büyücü olmuşsun. “Dedi ki çok iyi biliyorsun Allah bunları birer mucize olarak indirmiştir.” Yani birer basiret olarak, siz bunları görün, bunlar benim peygamberliğimin belgesidir. Onu anlayasınız diye indirilmiştir. Basiret nedir? Akıl gözüyle görmektir. İşte bunları gördüğünüz zaman benim Allah’ın peygamberi olduğunu anlayacaksınız. “Firavun ben de senin kaybettiğini görüyorum. Firavun onları buradan söküp atmak istedi. Biz de arkasından onu, onla beraber olanlarla birlikte hepsini boğduk.”
Şimdi mesela bu dokuz ayet diye geçiyor ya, Musa aleyhisselama Sina Dağı’nda verilen on emrin yerine bu dokuzu koymaya çalışıyorlar. Kardeşim, bu dokuz, o on. Az önce söylediğimiz ayeti kerimede mesela işte Bakara Suresinin 60. ayetine şöyle mana veriyor birisi. “Musa kavmi için su istemişti. Ona dedik ki değneğinle şu taşın olduğu yerde, şurada su var sen değneğinle o tarafı göster.” Yani suyun bulunduğu yeri göstermiş. Allahü Teâlâ öğretmiş, sen değneğinle işaret et, onlar oraya gitsinler. Orada 12 tane çeşme zaten kaynıyordu diyor. Bir kere Arapça bakımından bu cümleye bu manayı vermek asla mümkün değil. Böyle bir şey asla olamaz. Ve bunu meale koyuyor. Bu asla olamaz. Çünkü bir kere mesela, “ıbrib” kelimesi emirdir. “Vur” diyor, “fenfecerat” o emrin gereği olarak ortaya çıkandır. Vurdu ve kaynadı. Vurdu ve kaynadı. Yani o vurmanın sonucu olan bir şeydir. Sonra vurma başka, gösterme başka. Ibrib bi ashakel hacer, çeşitli cambazlıklarla “ıbrib” kelimesi efendim daraba mefelen’de olduğu gibi yok şey göstermektir demek, bunlar hakikaten, bu arkadaşlar yani Arapları çağırmak lazım, gelin bakın Arapça neymiş, görün demek lazım. Türkiye’de ne Arapça şeyler uyduruluyor. Alın da Arap tarihine yazın demek lazım bunlara. Fenfecer, bak vur dedik, vurdu onun arkasından kaynadı diyor. Kaynadı, zaten kaynamıştı diye bir mana verilemez. Vurdu ve kaynadı. Vurmanın hemen arkasından kaynadı. Vurmanın sonucu. Ayetin manası bu.
Şimdi, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selleme bu şekilde bir mucize verilmiş değil. Onun mucizesi Kuran-ı Kerim’dir. Onun sebebiyle de ilgili inşallah konuşacağız ama elinizdeki meallerin 287. sayfasını açın. Orada İsra Suresinin 59. ayeti var. Burada Allahü Teâlâ şöyle buyuruyor. Mesela şuradaki mealden okuyayım. Bakayım nasıl? Diyanet Vakfının yapmış olduğu. “Bizi ayetler (mucizeler göndermekten) alıkoyan tek şey öncekilerin bu ayetleri yalanlamış olmasıdır.” Doğru meal vermişler. “Nitekim Semud kavmine açık bir mucize olmak üzere bir dişi deve vermiştik. Onlar ise bu deveyi boğazladılar ve bu yüzden zalim oldular. Oysa biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz.” Bak ne diyor? “O ayetleri göndermemize engel olan sadece nedir? O ayetler karşısında öncekilerin yalan söylemesidir.” Allah daha önce mucize göndermemiş olsa böyle bir ifade kullanır mı?
Şimdi diyorlar ki bu Kuran’daki ayetlerdir. Peki, bu Kuran-ı Kerim’deki ayetlerse o zaman Allah’ın Kuran-ı Kerim’i hiç göndermemiş olması gerekir. Öncekilere gelen kitapları yalanladılar. Onun için biz ayet göndermedik. O zaman elimizde okuyacağımız böyle bir ayet de olmazdı. Kuran-ı Kerim’i göndermemesi gerekirdi. En nursila bil ayati’ye de birisi şöyle mana vermiş. “Mucizelerle peygamber göndermemize hiçbir şey engel olmadı, işte şu.” Evirip çevirmenin manası yok. Kuran sana uymaz, sen Kuran’a uymak zorundasın. Bazıları kendileri için bir hedef tutturuyorlar, o hedefe Kuran-ı Kerim’i uydurmaya çalışıyorlar. Bu hiç affedilecek bir tavır değil. Bunu öteden beri herkes yapıyordu zaten. Bir Müslüman’ın yapması gereken Kuran’a uymasıdır. Kuran’ı kendine uydurması değil. Yeryüzünde kim kendini dindar göstermez ki?
Mucize göndermemize engel olan sadece şu olmuştur diyor Allahü Teâlâ. “O mucizeler karşısında öncekilerin yalan söylemesidir.” Bunlar normal Kuran ayetleri olsaydı öncekiler Allah’ın kitaplarını yalanladı, biz de bu Kuran’ı göndermemesi lazımdı. Halbuki işte Kuran’dan okuyoruz bu ayeti. Kuran-ı Kerim’in önceki kitapların aynısı olduğunu Cenabı Hak bize bildiriyor. “Nuh’a neyi emrettiysek sizin için bu dinin şeriatı kıldık.” diye devam eden, işte Musa’ya, İsa’ya, İbrahim’e diye devam eden ayeti kerime. “Semud kavmine de o deveyi vermiştik bir mucize olarak.” Bir gün bütün şehrin suyunu içiyor, ertesi gün de bütün şehre süt veriyor diye rivayet ediliyor. Gerçi bu, ayette yok. “Ama onlar bu deveye karşı zalimlik yaptılar, yanlış yaptılar.” Neydi yanlış yaptıkları hatırlıyor musun? Deveyi kestiler.
Deveyi kesince ne oldu? Devenin kesilmesi nedir biliyor musunuz? O öğretmenin tayin belgesinin yırtılması demektir. Ya gidecek yeni bir belge getirecek ya da görev yerini terk edecek. Yeni belge getirmesi için tayin eden kuruluştan alması lazım. İşte o peygambere Allahü Teâlâ ya yeni bir mucize verecek, o yeni mucizeyle yine onu gören insanlar onun Allah’ın peygamberi olduğunu anlayacaklar. Ya da görev yerini terk edecek. Cenabı Hak, ikincisini yaptırdı Salih aleyhisselama. Salih aleyhisselam görev yerini terk etti ve o deveyi öldürenler ne oldular? Büyük bir felaketle yok olup gittiler.
İşte şimdi Cenabı Hak, aynı şekilde dokuz mucize gösterildi firavuna ve hanedanına. Onların tamamı yok olup gittiler mi? Ha, işte eğer Cenabı Hak bu şekildeki mucizeleri Mekkelilere gönderseydi onlar da inanmayınca yok olup gideceklerdi. İşte bunun sebebini bu ayette anlatıyor. Diyor ki “Bizim mucizeleri göndermemize engel olan sadece şu olmuştur. Öncekilerin bunları yalanlaması olmuştur.”. Yalanlanmaz, onların karşısında yalan söylemeleri olmuştur. Çünkü niye? Çünkü Musa aleyhisselam ne diyor? Yani sen çok iyi biliyorsun ki bunu Allah’tan başkası indirmiş değildir diyor. Peki, bir insan çok iyi bildiği konuyu reddederse ne yapar? Yalan söylemiş olmaz mı? “Biz o ayetleri sadece korkutmak için göndeririz.” Peki Allahü Teâlâ, Kuran-ı Kerim’i korkutmak için mi gönderdiğini söylüyor? Kuran, korkutmak için mi gelmiş? Huden lil muttakin diyor. Kendilerini koruyan insanlar için doğru yolu gösteriyor. “Bu Kuran en sağlam yola yönlendirir.” Korkutmak için olan, Allah’ın Kuran’daki ayetleri değil. O, mucizelerdir. Onun için Muhammet aleyhisselama öyle bir mucize vermemiştir Cenabı Hak.
Şimdi Peygamber efendimizin mucizesi ne? Peygamberimiz s.a.s. son peygamber, kıyamete kadar peygamberliğinin devam etmesi lazım. Peygamberimizin mucizesi Kuran-ı Kerim’dir. Şimdi, Kuran-ı Kerim öyle bir mucize ki görüyorsunuz sıradan bir şey işte. Tıpkı diyelim ki Cenabı Hak, Peygamber efendimize insan saçı yapmayı öğretseydi hiç kimse onu yapamayacağı için o da bir mucize olurdu. Ama Allahü Teâlâ ona öyle bir mucize vermiş ki o mucizenin gözükmesi için onun hayatta olmasına gerek yok. İşte Salih aleyhisselamın devesi kesildiği zaman artık o görev yerini terk etmiş. Nuh aleyhisselam da aynı şekilde oldu, diğer peygamberler de. Ama bizim peygamberimiz dünya durdukça insanların ona eşhedü diyerek inanması gereken bir peygamberdir. Yani kesin olarak tıpkı Musa aleyhisselamın değneğinin yılına döndüğünü görmek gibi, elini koltuğunun altından çıkardığı zaman esmer kişinin elinin parıl parıl bembeyaz olduğunu görülmesi gibi, tekrar koltuğunun altına soktuğu zaman eski haline dönmesi gibi, işte suların kana dönüşmesi, sel baskını, çekirge baskını, kurbağa baskını, kımıl zararlısının baskını falan. Bu tür şeyler, bunlar gibi hatta bunlardan daha fazla insanı etki eden Kuran-ı Kerim var. Ve Peygamber efendimizin hayatta olmasına hiç gerek yok. Dünyanın neresinde insanlar Kuran-ı Kerim’i okur, anlarlarsa bunu bir insanın yazamayacağını da kesin olarak anlarlar ve bunun Allah’ın kitabı olduğunu kesin olarak anlarlar. O zaman bunu getirenin de Allah’ın peygamberi olduğunda şüpheleri olmaz. O zaman da eşhedü diyecek noktaya gelirler.
Size birkaç kere anlatmıştım. Bir kere daha anlatayım. Bundan belki 20 sene evvel mi kaç sene olduğunu unuttum, geçen süreler unutuluyor. Amerika’dan bir kızcağız doktora yapmak üzere gelmişti İstanbul Müftülüğüne. Orada ona bir fırsatını bularak Kuran-ı Kerim’den bazı yerleri okutmuştum. Fatiha Suresini okutmuştum. Sonra New York’ta bir yere öğretim üyesi oldu. Yıllar sonra geldi dedi ki orada ders veriyorum, İslam tarihi dersleri veriyorum. New York eyalet kilisesi dedi bir karar aldı. Oradaki papazlara üçer aylık İslam dini konusunda seminer düzenlendi. Ben orada ders veriyorum. Ne anlatıyorsun dedim. Sadece Kuran’ı anlatıyorum dedi. İnanır mısınız üçüncü dersten sonra bütün papazlar inanmaya karar veriyorlar. Yani eşhedü diyecek hale geliyorlar. Bakın orada Peygamberimizin olması gerekmiyor. Bunu anlatan kişi de ben Müslüman’ım dememiştir bugüne kadar. Belki de değil, belki gizli iman taşıyor, bunu bilmiyorum. Onu Allah bilir. Ama Allah’ın ayetlerini orada okuduğu zaman o papazlar, hah işte bu demek ki Allah’ın peygamberi diye bir mucize görüyorlar orada. Kıyamete kadar devam edecek peygamberin mucizesi bu.
Onun için Allahü Teâlâ mesela daha önce de okumuştuk. Bakara Suresinin baş tarafında bütün insanlığa meydan okuyor. Bakara 23. ayet. “Eğer kulumuza indirdiğimiz bu Kuran’dan şüpheniz varsa bunun dengi bir sure getirin, Allah’la kendi arınızdaki şahitlerinizi de çağırın.” Yani o kutsal kişilerinizi de çağırın. Bizi görüyor, gözetiyor, her yerde bizi şey yaptığınız var ya uzmanlarınızı çağırın. Allah’la kendi aranıza koyduğunuz o kutsal kişilerinizi çağırın. “Haklıysanız bunu yaparsınız.” Yapamazlar. “Bunu yapamazsanız ki asla yapamayacaksınız hala inanmamaya devam ediyorsanız o zaman yakıtı insanlar ve taş olan o cehennem ateşine karşı koruma elbisesi mi yaptırırsınız, yanmayan elbise mi yaptırırsınız, ne yaptıracaksanız yaptırın. Orası kafirler için hazırlanmıştır.”
Şimdi bu, böyle. Bir taraftan da insanları yani insanları sömürmek isterseniz… Enes Hoca diyor ki Buhari’de şöyle bir hadis var. Her peygambere bir mucize verildi, bana da sadece mucize olarak Kuran verildi. Zaten ayetlerde açıkça o belirtiliyor.
Şimdi insanları saptırmak istiyorsanız mutlaka dini kullanmak zorundasınız. Dini kullanmadan insanları saptırmak öyle kolay değildir. Öyle ufak tefek işler olur o. Ama köklü olarak saptırmak istiyorsanız dini kullanacaksınız. Çünkü insanların en zayıf noktası dindir. Sizin dine en uzak diye gördüğünüz kişinin de bir dindar tarafı vardır. Doğru dinde olmaz bu iş. Doğru dinde diyorsunuz ki gelin Allah’a kul olun. Benim elime ne geçecek diyor adam. Allah sana sevabını verir falan diyorsunuz ama inandığı yok ki ona. O kendi eline geçecek şeyi bekliyor. Benim elime ne geçecek? Eline bir şey geçmesi için mutlaka şeytanlık yapmak lazım. Başka çaresi yok. Yani doğru yolun üstünde oturacaksın, millet seni çok dindar görecek, oradan işi kıvıracaksın. Milleti oradan tuzağa düşüreceksin işi şey yapacaksın. Bunun için doğru şeyler olmaz. Bu şahıs Allah’ın dostudur diyeceksin, özel ilişkisi falan vardır. Bu tıpkı şey gibi işte mesela bugün diyelim ki İstanbul Belediye Başkanı ile işleriniz var. Birisi buraya geliyor ya da başkaları sizin aranızda dolaşıyor: Bu var ya belediye başkanına yaptıramayacağı bir iş yoktur, onun çok yakın dostudur diyor. Siz de geliyorsunuz ona bir şeyler veriyorsunuz işimi yaptır diye, habire peşinde dolaşıyorsunuz. Tamam oldu olacak, tesadüfen birinizin işi olsa hah işte bak o adam dedi de oldu diyeceksiniz. Ondan sonra da o sömürüsünü artıracak.
İşte Allah’ın dostu, Allah’ın yakın dostu! E, Allah’ın yakın dostluğunu ispat etmek için tabi Allah’a ait birtakım şeyler göstermesi lazım. Onun için de en kolay şey keramet. Keramet gösteremez ama etrafındakiler ona göstertirler. Bir kere onu onla, insanlarla görüştürmezler. Onu kutsal bir kişilik olarak insanlardan uzak tutarlar. Onunla ilgili haberler gelir. Çünkü görse kimse inanmaz ki ona. Bakarlar ki o da bizim gibi bir şey.
Şimdi, çocukluğumda bizim köyden birisini Erzurum’a getirmişler, bir kızı. Annesi babası getirmiş. Nasılsa vali ile görüşmesi gerekiyormuş. Olayı hatırlamıyorum ben, ilkokulda okuyordum o sıra. Şimdi gelmiş anneme anlatıyor. Diyor ki Gülsüm Teyze diyor vali de tıpkı bizim gibi bir insan diyor. Aynen diyor inanmazsın, eli de var, ayağı da var, gözleri de var, kulakları da var diyor. Şimdi nasıl hayal ediyormuş ki o, vali deyince. E şimdi böyle bu insanları gösterince o da benim gibi bir insan diyecek, olmaz tabi. Bir kere mesafe koyacaksın. Öyle isteyen istediği zaman görüşemeyecek. Görüşmenin usulü adabı olacak. Öyle içeriye girişler çıkışlar, kutsallaştırmak gerekecek. Kutsallaştırmak için de önce onun bir kere masum olduğunu inandıracaksınız, günah falan işlemez falan. E tabi ufak tefek günahları işlemez ama en büyük günah olan şirk günahının da ortasındadır. Ondan sonra da birtakım kerametler göstermesi lazım. Birtakım olağanüstü şeyler olması lazım. Bunların hiçbirisi olmaz, oluşturulur, uydurulur ve insanlar inandırılır.
Şimdi bizim Servet’i herhalde bilirsiniz, bizim fakültede öğretim üyesidir, Servet Bayındır. Amcamın oğlu. Bir iki senedir yurt dışındaydı unutmuşsunuzdur da. Şimdi burada. Şimdi Servet anlatıyor. O bir tarikatın yurtlarında kaldı. Sonra oralarda epeyce belli noktalara kadar geldi ama tarikat olarak değil yani o bulunduğu hizmet, iş dolayısıyla. Diyor ki şimdi bizim orada birisi vardı diyor. Sürekli çocukluğumuzdan beri bize hep şunu anlattı. İzmir’den geliyoruz. Manisa’yı geçtik. Bindiğimiz otobüs yoldan çıktı, yetiş ya işte şıhlarının adını söyle falan dedik. Birdenbire geldi bizi kurtardı. İşte bizim şeyhimiz şöyle iyidir, böyle iyidir.
Şimdi Servet diyor ki işte yıllar sonra biz de orada hoca olduk. Kendi aramızda oturduk konuşuyoruz. Aynı olayı tekrar aynı adam anlatmış. Ya bir gün İzmir’den geliyoruz. Araba bir yoldan çıktı. Aman yarabbi, bizi kurtar, Allah’a bir sığındık, Cenabı Hak bizi kurtardı. Servet demiş hani senin şeyhin kurtarmıştı? Karıştırma demiş, karıştırma. Orayı karıştırma demiş. E sen bize şimdiye kadar hep böyle anlatıyordun?
Şimdi keramet ne demektir biliyor musunuz? Keramet demek Allah’ın ikramı demektir. Allah’ın ikramda bulunmadığı bir insan var mı yeryüzünde? Yok. O zaman kerametli olmayan bir tek insan da yoktur. Bakın Allahü Teâlâ, İsra Suresinin 70. ayetinde şöyle buyuruyor: “Şurası kesin, Ademoğluna ikramda bulunduk.” Yani onu kerametli yaptık. “Karada ve denizde onu taşıttık.” Şimdi denizde gidiyorsunuz. Denizin içinde balık olmak mı iyi yoksa orada yüzen geminin içerisinde çayını içerek gitmek mi iyi? Balık olmak! E tamam o zaman seni birisi tutar götürür evine. Şimdi havada kuş gibi uçmak mı yoksa uçağın içerisinde gitmek mi? Hangisi keramet? Allah’ın asıl ikramı o işte. Allah’ın verdiği nimetler bunlar. Sen iyiye de kullanabilirsin, kötüye de kullanabilirsin.
Peki, bir de Cenabı Hakk’ın veli kulları vardır. Yunus Suresinin 62-64. ayetlerinde Allahü Teâlâ şöyle buyuruyor. Dikkat edin, “Allah’ın veli kulları üzerine ne bir korku olur ne de üzüleceklerdir.” Peki kimdir bunlar? “İnanan ve takva üzere olan, kendilerini koruyan kimselerdir.” Peki kim, takva üzerine olan kimler? Şimdi bakalım içinizde kaç tane evliya var. Şimdi test yapıyoruz ona göre. Teker teker soru soracağım, cevap istiyorum sizden.
Kuran-ı Kerim’in en baş tarafını açın. Bakalım kaç taneniz evliyalığınızı gizliyormuşsunuz. Bakara Suresinin en başından okuyoruz. Ne dedi Allahü Teâlâ? Allah’ın veli kulları, inanan ve muttaki olan kimselerdir, takva üzeri olan kimselerdir. Şimdi bak, “Elif Lam Mim. İşte kitap budur. İçerisinde şüphelenecek hiçbir şey yoktur. Muttakilere yol gösterir.” Şimdi bakalım siz muttakiyseniz Allah’ın veli kulusunuz. Buradan test yapacağız. Peki, muttakiler kim? “İmanları kalplerinde olan kimselerdir bunlar.” Yani inançları kalplerinde, içten inanan kimselerdir. İçten inanıyor musunuz? Tamam, birinciden geçtiniz. Dur bakalım kaç kişi sınıfta kalacak? Birincisi tamam. “Namazı sürekli tam kılanlar.” Sürekli tam kılıyor muyuz? “Kendilerine rızık olarak verdiğimizden hayra harcayan insanlardır.” 10 kuruşun varsa ona göre verirsin, 100 kuruşun varsa ona göre. Ama vermek lazım. Cenabı Hak isterse herkese verir ama seni imtihan ediyor. Vereceksin kendinden. Yapıyor muyuz bunu? Peki. “Ya Muhammet sana indirilen Kuran’a inanan insanlardır.” İnanıyor muyuz? İnanmasak ne işimiz var burada diyeceksiniz. “Senden önce indirilmiş olan diğer kitaplara da inanan insanlardır.” İnanıyor muyuz? “Ahiret konusunda da kesin inanç sahibi olanlardır.” Şüphesi olan var mı? Yok, tamam. E bitti, hepiniz evliya çıktınız.
Eğer bu Allah’ın dostuysa, bu insanlar, bu konuda kriterleri koyacak Allahü Teâlâ değil mi? Ama insanlar kendi kafalarına göre bir dostluk kriteri koyarlar, öyle bir tarif yaparlar ki başkası o tarife girmesin. E kusura bakma kardeşim. Bunlar Cenabı Hakk’ın koyduğu kriterler. İşte ondan sonra ne diyor Allah? “İşte bunlar Rablerinin gösterdiği hidayet yolu üzerinde olanlardır. Umduklarına kavuşacak olanlar da onlardır.” Peki, Allah’ın veli kulu ne demektir? Allah’ın dostu demektir değil mi? Allah’ın dostu olmayan ne olur? Düşmanı olur. Diyor ki Enes Hoca, “Allah kimi alçaltırsa onu kerametli kılacak hiç kimse yoktur.” diyor. Yani ona ikramda bulunacak hiç kimse yoktur. Hac Suresi 18. ayet.
Şimdi gördünüz mü? Ya şimdi siz isterseniz denizde yürüyün, ne olacak? Valla ben gemiyle geçerim yanınızdan size derim ki oohhh. Kardeşim biz bir kere balık değiliz. Biz kuş da değiliz. Biz insanız. Allahü Teâlâ bize ikramda bulunmuş. İşte keramet odur. Olağanüstü şeyler işte… Esas olağanüstü şeyler… Ha, Cenabı Hakk’ın tabi olağanüstü yardımları olmaz mı? Elbette ki olur. Bunu herkes görür, sadece Müslüman değil. Öyle bir sıkışırsınız, tamamen imkansız dersiniz, bakarsınız bir yerden bir şey geldi kurtuldunuz. Ve Cenabı Hak, her defasında kendi varlığını, gücünü, kudretini sadece bize değil, her kuluna hissettirir. Hissettirir ki ahirette söyleyecek lafı olmasın. Bunlar da Cenabı Hakk’ın ikramıdır. Ama biz kendimizi başkasına kendimizi üstün göstermek için öyle keramet göstermek diye bir olay yok. Bu yok. Böyle bir şey yok. Birisini Allah’la kulun arasına yerleştirmek için öyle bir şey yok haşa. Bu tam bir şirk olur.
Şimdi biraz ara verelim.