Bakara suresinin anlamını, Bakara suresini anlamaya devam ediyoruz. Bugün 40. ayetten başlayacağız Allah nasip ederse. Elinizdeki mealin altıncı sayfası. Burada Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Ya beni israilezkuru ni’metiyelleti en’amtu aleykum ve evfu bi ahdi ufi biahdikum ve iyyaye ferhebûn.”
“Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi hatırlayın! Size yüklediğim görevi yerine getirin, Bende size verdiğim sözü yerine getireyim; yalnız benden korkun. (Bakara, 2/40)
Ve aminu bi ma enzeltu musaddikal li ma meakum ve la tekunu evvele kâfirim bih, ve la teşteru bi ayati semenen kalilev ve iyyaye fettekûn.
“Sizinle beraber olanı tasdik eder şekilde indirmiş olduğum bu kitaba inanın; bu kitabı ilk defa görmezlikten gelen siz olmayın. Ayetlerim karşılında da az bir bedel almayın(ayetlerimi ucuza satmayın). Yalnız benden çekinin.” (Bakara, 2/41)
Ve la telbisul hakka bil batıl ve tektumul hakka ve entum ta’lemûn.
“Hakkı batıla karıştırmayın; bile bile gerçeği gizlemeyin.” (Bakara, 2/42)
Ve ekîmus salate ve atuz zekate verkeu mear rakiîn
“Namazı dosdoğru kılın ve zekâtı verin. Rükû edenlerle birlikte sizde rükû edin.” (Bakara, 2/43)
E te’murunen nase bil birri ve tensevne enfusekum ve entum tetlunel kitab, e fe la ta’kilûn
“Siz insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Hem de o kitabı okuyorsunuz. Aklınızı kullanmaz mısınız?” (Bakara, 2/44)
Vesteînu bis sabri ves salah, ve inneha le keiratun illa alel haşiîn
“Sabırla ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin! Bunlar (sabır göstermek, namazda dua etmek) Allah’tan korkanlar dışındakilere gerçekten ağır gelir.” (Bakara, 2/45)
Ellezine yezunnune ennehum mulaku rabbihim ve ennehum ileyhi raciûn
“Allah’tan korkusu olanlar Rableri ile karşılaşacakları kanaatinde olanlardır. Zaten O’na döneceklerdir.” (Bakara, 2/46)
Şimdi burada Allah-u Teâlâ, İsrailoğullarına geçti. Yani insana birdenbire neden böyle israiloğulları’na geçti diye garip gelebilir. Şeytanı anlattı, Adem (a.s.)’ı anlatı, e arkasından insanın aklına gelebilir ki, tarih sırayı gözetsin de diğer kavimleri anlatsın. Diğer kavimler tarihe mal olmuş insanlardır ama israiloğulları hala yaşıyorlar. Önümüzde bir örnek olarak duruyorlar her zaman için. Peki, neyin örneği bunlar?
Şimdi, çok dikkat ederseniz, elimden geldiği kadar bunu anlamaya, birlikte anlamaya çalışacağız inşallah elimizden geldiği kadar. İsrailoğulları’nın yaptığıyla, israiloğulları’nın peygamber (s.a.v.) e karşı tavırlarıyla, şeytanın Adem (a.s.)’a karşı tavırları arasında hiçbir fark yoktur.
Yani şimdi, ben hep şu sorularla karşılaşıyorum, “Bu şeytan ne kadar aptalmış, bile bile nasıl baş kaldırdı, nasıl isyan etti? Bu böyle olmaz. Herhalde Cenab-ı Hakk bunu böyle bir görevle görevlendirdi, dolayısıyla o vazifesini yapıyor. Yani, şeytan da eksi kutbu, karşı kutbu temsil ediyor. Oyun kuralı bunu gerektiriyor, imtihan bunu gerektiriyor” şeklinde söyleyenler oluyor.
Gerçekten de şimdi, şeytana bakıyorsunuz Cenab-ı Hakk’a diyor ki “beni sen yaratın” diyor, “kıyamet gününe kadar beni yaşat” diyor. Yaşatmazsa öleceğini biliyor. E Allah-u Teâlâ da diyor ki işte, “Seni ve seninle beraber gidenleri cehenneme sokacağım” diyor. Yani, şeytan çok iyi bile bile yoldan çıkıyor.
Şimdi burada, o cinlerden verilen bir örnek bu da insanlardan verilen bir örnek. Yani, şeytan görünmeyen varlıklardan. Onlardan bir örnek verdi Cenab-ı Hakk işte şeytan ve ona uyanlar, bir de insanlardan bir örnek vermiş oluyor İsrailoğulları. İsrailoğulları’nın örnek verilmesi bizim içindir, yani “bakın sizde öyle olmayın”, demiş oluyor Allah-u Teâlâ.
Ya beni israilezkuru ni’metiyelleti en’amtu aleykum
“Size verdiğim nimetimi hatırlayın” (2/40)
Size nimet vermiştim. İşte, biliyorsunuz Firavunun zulmünden kurtarıldılar, denizi geçtiler, Musa (a.s.) sayesinde çok büyük nimetlere kavuştular, bütün Firavun hanedanının bıraktığı zenginlikler bunların oldu, işte Süleyman (a.s.), Davut (a.s.), nice melikler, nice krallar, nice peygamberler o soydan geldi ve Cenab-ı Hakk onlara çok büyük ikramlarda, iyiliklerde bulundu. Diyor ki:
“Benim size verdiğim, yüklediğim görevi yerine getirin ki bende üstlendiğim görevi yerine getireyim” (2/40)
Cenab-ı Hakk ne üstlenmiş oluyor? Allah-u Teâlâ ne diyor:
“İnnellezine amenu ve amilus salihati ve ekamus salate ve atevuz zekate lehum ecruhum inde rabbihim, ve la havfun aleyhim ve la hum yahzenûn.”
“İnananlar, iyi iş yapanlar, namaz kılanlar, zekât verenler, bunların ücretleri Allah katındadır. Ne üzülecekler ne üzerlerine korku olacaktır.” ( Bakara, 2/277)
Yani, dünyada da korku yok, ahirette de korku yok. Dünyada da mutlu olacaklar, ahirette de. Şimdi, bunlar İsrailoğullarını tekrar hatırlarsak burada zaman zaman tekrarlayıp duruyoruz, Medine-i Münevvere’ye dört İsrail kabilesi gelip yerleşmişti. Yerleşmelerinin sebebi de son peygamberin oradan çıkacağını bildikleri için, o peygamberin kendilerinden olacak birisi olarak bekliyorlar, diyorlar ki “ o zaman gidelim de orada peygamber bizden doğsun büyüsün”. Buraya, Medine’ye geliyorlar ve insanları yeni gelecek bir peygambere karşı zihinde, hazırlıyorlar. Bu surenin 89. ayetine bakarsak orada görürüz. 13. sayfada:
“Ve lemma caehum kitabum min indillahi musaddikul lima meahum ve kanu min kablu yesteftihune alellezine keferu”
“O israiloğullarına Allah katından bir kitap geldi, onlarla beraber olanı tasdik etti” Tevrat’ı Allah’ın kitabı olarak saydı. Böyle bir kitap gelince; “hâlbuki bundan önce kâfirlere karşı bu kitapla bir fetih talebinde bulunuyorlardı” (2/89)
Yani diyorlardı ki, “o peygamber ve o kitap gelsin, bizim önümüz açılacak göreceksiniz dünyaya hâkimiyet kuracağız”. O peygamber dünyaya hâkimiyet kurdu mu sallallahu aleyhi vesellem? İşte bu asrın başına kadar, yani on dokuzuncu asrın başına kadar dünya hâkimiyeti Müslümanların elindeydi, şu anda tekrar Müslümanların eline geçiyor, böyle adım adım geçiyor. Çünkü karşı taraf diye nitelendirdiğimiz kimselerin elinde kendileri için herhangi bir şey kalmadı yani, düşünce yapılarını üzerine oturttukları felsefelerin tamamı çöktü. Dimdik ayakta duran bir tek İslam inancı var başka da yok. Yani insanlar diyalog diyor, diyalog karşılıklı olur. Karşı tarafın sana vereceği bir cevap varsa diyalog yaparsın. Yoksa ne yaparsın, monolog yaparsın, tek başına konuşursun. Şu anda Müslümanlar o noktadalar.
Şimdi, peygamber (s.a.v.)’e destek verselerdi, Allah-u Teâlâ’nın vaat etiği dünya hâkimiyeti sırasında onlar da alacaklarını alırlardı. Bak böyle bir talep, böyle bir beklenti içerisindeler. O müşriklere karşı bunu söylüyorlardı, “o peygamber gelsin göreceksiniz şu olacak, bu olacak” diyorlardı.
fe lemma caehum ma arafu keferu bih, fe la’netullahi alel kâfirîn.
“o bilip tanıdıkları, (özelliklerini kendi kitaplarından bildikleri o) peygamber gelince, onun üstünü örttüler(onu tanımazlıktan geldiler, onu görmezlik ettiler). Allah’ın laneti bu kâfirlerin üzerinedir(Allah da onları dışladı)” (2/89
Diye Türkçeye çevirebiliriz. Ondan sonraki ayet diyor ki:
Bi’semeşterav bihi enfusehum
“Kendilerini ne kötü sattılar(ne kötü sattılar kendilerini)” (2/90)
ey yekfuru bi ma enzelellah
“Allah’ın indirdiği bu ayetlerin üstünü örterek (görmezlikten gelerek)” kendilerini ne kötü satılar”(2/90)
Niçin böyle yaptılar?
bağyen ey yunezzilellahu min fadlihi ala mey yeşau min ibadih
Şu konudaki taşkınlıklarından dolayı:
“Allah kendi ikramıyla kullarından belirlediği kişiye, (kendi belirlediği kişiye) peygamberlik verdi diye.” (2/90)
İlla kendilerinden olacak diye bekliyorlar. İyi tamam kendilerininse, gene sizin dedenizin torunu. İbrahim (a.s.)’ın torunu işte. Yok illa İsrail oğullarından olacak.
fe bau bi ğadabin ala ğadab
“..gazap üzerine gazabı hak ettiler” (2/90)
Ne oldu, beşinci sene Medine’de hiç birisi kalmadı hepsi Medine’den temizlendi. Bir kabile hariç, Beni Ureyd. O da daha sonra Müslümanlaştı ve o nimetlerden yararlananlardan oldu.
ve lil kâfirine azabum muhîn.
“Bütün kafirler için alçaltıcı azap vardır.”(2/90)
Şimdi, tekrar başa dönelim burada Allah-u Teâlâ diyor ki:
“Siz benim size yüklediğim görevi yerine getirin, bende size karşı üstlendiğimi yerine getireyim.” (2/40)
Yani işte o dünya hâkimiyeti, maddi zenginlik şunlar bunlar hepsini tamam, ama, “verdiğim vazifeyi yerine getireceksiniz”. Allah-u Teâlâ’nın İsrail oğullarına verdiği vazife neydi geçen hafta kısaca bahsetmiştik hatırlayın. Hatırlayan var mı? Bak Yahya hemen hatırladı açtı yerini. Kaçıncı sayfa Yahya?
Ve iz ehazellahu misakan nebiyyin lema ateytukum min kitabiv ve hikmetin
“Allah peygamberlerin misakını(kesin sözünü) aldığı zaman şöyle demişti: “Size bir kitap ve hikmet veririm”(3/81)
(bir kitap ve kitabın içinde sizin işinizi gören hükümler, önünüzü açan hükümler olan bir kitap veririm) işte, Musa (a.s.)’da Tevrat vardı değil mi, içerisinde e Cenab-ı Hakk’ın hükümleri vardı. Yahudiler de buna inandığını söyleyen bir gurup.
summe caekum rasulum musaddikul lima meakum
“Sonra bir elçi gelir sizinle beraber olanı tasdik eder” (3/81)
Yani der ki “bu kitap Allah’ın kitabıdır”. Kur’an-ı Kerim Tevrat için, Tevrat’ı tasdik ediyor mu? Ediyor. Tevrat’taki bir takım uydurmalar, şunlar bunlar değil. Tabi ki siz Tevrat’ı okusanız Kur’an-ı Kerim’i okusanız bugün hala birebir örtüşen çok yerler görürsünüz. Tasdik ediyor, reddetmiyor. O zaman böyle bir peygamber gelirse diyor Cenab-ı Hakk;
le tu’minunne bihi ve le tensurunneh,
“mutlaka o peygambere inanacaksınız ve yardımcı olacaksınız…” (3/81)
Şimdi, İsrail oğullarının görevi ne? İşte, bir peygamber geldi, kendilerini tasdik eden. Bakın burada da onu söylüyor, bu ayette de. Diyor ki:
Ve aminu bi ma enzeltu musaddikal li ma meakum
“İndirdiğim bu kitaba inanın.” Nasl bir kitap? “Sizinle beraber olanı tasdik eden bu kitap” (2/41)
Daha önce aldığı söz: “bir peygamber gelir, bir elçi gelir sizinle beraber olanı tasdik ederse ona mutlaka inanacaksınız”(3/81) dedi ya, işte burada da onu söylüyor. Bakın sizinle beraber olanı tasdik eden, kabul eden peygamber geldi.
Şimdi, mutlaka inanacaksınız diye onlardan söz almış. Onun için bugün açın Yahudilerin ilmihalini, imanın şartlarından birisi de şudur Yahudi ilmihalinde, şu sinagogta satılan bir ilmihal bulun alın, görürsünüz. Orada şu yazar; “gelecek peygambere de inanın, gelmesi gecikti ama hala beklerim” Daha çok beklersiniz. Gelen peygambere inanmayın çok beklersiniz.
Bak “mutlaka inanacak ve yardımcı olacaksınız”(3/81) diye Cenab-ı Hakk bunlarda söz almış. Şimdi, bazıları çıkıp diyor ki, “Efendim işte, bunlar Yahudi olarak kalsalar da cennete giderler” nasıl gidiyor? Kim sokuyor onları cennete? Sizin özel cennetiniz varsa alırsınız, ama Cenab-ı Hakk’ın cennetinde yerleri yok.
Yani, bazıları bu dini babalarından kalmış bir miras gibi düşünüyorlar, sanki istedikleri gibi şekil vereceklerini düşünüyorlar. Olur mu öyle şey? Ondan sonra diyor ki:
kale e akrartum ve ehaztum ala zalikum ısri
“Kabul ettiniz mi? Bundan dolayı benim bu ağır yükmü sırtlandınız mı?” (3/81)
Diye soruyor. Çok ağır bir yük. Bu gün bu yükün ağırlığı üzerinde birazcık duracağız inşallah. Niye; çünkü kendi dükkânını kapatacaksın yeni bir dükkân açacaksın, ekmek tekneni kapatacaksın yeni bir şeye geçeceksin. Yani, şimdiye kadar işte sinagogun var bilmem bir düzen kurmuşsun. O düzeni bırakacaksın yeni peygambere inanacaksın, o kadar kolay mı?
kalu akrarna
“dediler ki tamam kabul ettik” (3/81)
Cenab-ı Hakk’a söz verdiler.
kale feşhedu ve ene meakum mineş şahidîn.
“Allah-u Teâlâ dedi ki: “Şahit olun, bende sizinle beraber şahitlerdenim”” (3/81)
“Bende şahitlik ediyorum”.
Fe men tevella ba’de zalike fe ulaike humul fasikûn.
“Ama kim bundan sonra yüz çevirirse onlar yoldan çıkmış olurlar” (3/82)
İşte İsrail oğullarına Cenab-ı Hakk diyor ki; tekrar başa döndüm, altıncı sayfadayım, 41. ayeti okuyorum:
Ve aminu bi ma enzeltu musaddikal li ma meakum ve la tekunu evvele kâfirim bih,
“Sizinle beraber olanı tasdik eden peygambere inanın. Bunu ilk defa görmezlikten gelen siz olmayın”(2/41)
Şimdi, hani bunu okuyan insanlar şunu söyleyebilirler, Yahudiler Medine’deydi, bu sure Medine-i Münevvere’de inmiştir, peygamber (s.a.v.) tebliğini Mekke’de yaymaya başlamıştır. Mekke’de on üç sene kaldı, Medine’ye geldi. Nasıl oluyor da ilk kâfir siz olmayın deniyor?
Biliyorsunuz Yahudiler tüccar millettir. Mekke’de tarihin en büyük panayırları kuruluyordu. Zaten bu fuarcılığın, pazarcılığın merkezi orasıdır. Bakı bugün hala Türkiye’deki İstanbul’daki pazarcılar Araptır değil mi? Hala öyledir. Çünkü oradan geliyor, merkezi orası. Dolayısıyla o fuarlara Medine’deki Yahudiler hep mal götürüyorlar, mal alıyorlardı. Peygamberimiz (s.a.v.) de oralarda tebliğini yapıyordu. Çünkü insanların toplaştığı yer, en güzel tebliğ yeri, zaten fuarlar aynı zamanda sosyal etkinliklerin yapıldığı yerler. Bir de haram aylarında düzenlendiği için bir adam babasını öldüren kişiyi görse bile sesini çıkarmıyordu.
İşte o ortam içerisinde peygamber (s.a.v.) bunlara tebliğ ediyordu. E, Medine’deki bu Yahudiler, yeni gelecek peygamberi zaten Mekkelilere de anlatmışlardı zamanında. Dolayısıyla herkes onların bu peygamberle ilgili ne söylediğini merak ediyor. Ama bunlar, bunlar daha önce Mekkelilere, Medinelilere sürekli “Tevrat’a uyun, Allah’ın kitabına uyun, Allah’ın kitabından şaşmayın, işte şöyle olacak, böyle olacak” dedikleri halde, gelecek peygambere inanın dedikleri halde, o gelecek peygamberi ilk inkâr eden kim oldu? Kendileri oldu.
Diyor ki Cenab-ı Hakk “benim yüklediğim görev yerine getirin”, bak yüklenen görev o peygambere inanmanızdır. İşte bu peygamber gelmiş, elinizdeki kitabı tasdik ediyor, sizin kitabınız buna uymanızı istiyor, siz de insanlara diyorsunuz ki “Tevrat’a uyun”… e peki siz niye uymuyorsunuz?
ve la teşteru bi ayati semenen kalilev
“Ayetlerim karşılında da az bir bedel almayın” (2/41)
Yani, ayetleri veriyorsunuz, ayetleri, birçok ayeti gizliyorsunuz, kendinize göre işte birazcık kendi özel düzeninizi kurmak için. Tıpkı şeytan gibi işte. Şeytan kendisine göre bir düzen kuruyor. O düzeni kurabilmek için bir sürü yalan yanlış şeyler uyduruyor. Yalan olduğunu gayet iyi biliyor, ama bir yalan dünya kuruyor. İşte bütün kâfirlikler böyledir. Bir yalan dünya kurulur. Şimdi, bu Yahudiler yapılanların yalan olduğunu bilmiyorlar mı? Oradaki müşrikler bilmez. Çünkü o kitapları bunlar okumuyor ki. Ama bunlar gayet iyi biliyor.
Peki, bu iki guruptan hangisi daha suçlu? Mekkeli müşrikler mi, yoksa şeyler mi? İşte, ehli kitap, ehli kitap Kur’an-ı Kerim’e baktığımız zaman müşriklerden daha suçludur. Mesela ehli kitaptan cizye alınır, ama Tevbe 28. ayette müşriklere yüklenen tek şey Mescid-i Haram’a yaklaşmamalarıdır. Ama ehli kitaptan da cizye alınma görevi vardır. Çünkü onların suçu fazla olduğu için cezası da fazla. Yani, “cizye” baş vergisi manasına geliyor.
Şimdi, ama gelenekte ne olmuş, gelenekte tam bunun tersi olmuştur. (ehli kitap) Mesela müşriklere hayat hakkı tanımamıştır, ehli kitaba hayat hakkı tanınmıştır. Bu da onları şımartmış ve Müslüman olmalarına engel olmuştur. Müşrik olan guruplar da kendilerine bir hayali yeni kimlik, Müslüman gibi gözüken ama Müslüman olmayan yeni bir kimlik uydurmuşlar, onlarında Müslüman olmaları engellenmiştir. Yani bizim kendi yapmış olduğumuz hatalar yüzünden.
Şimdi, din hürriyeti Kur’an’da var ama maalesef Müslümanlar bu konuda, Müslümanlar da bu konuda Kur’an-ı Kerim’e uymuyorlar. Biraz sonra bizim durumumuzu da inşallah hep birlikte inceleyeceğiz.
“ve iyyaye ferhebûn.”
Diyor Allah
“yalnız benden korkun”(2/40).
Bu rahibe kelimesi ee “rahb” kelimesi çok önemli bir kelimedir. Bu korkma, nasıl korkmadır; böyle “tir tir titremek” manasında. Türkçede diyoruz ya öyle “tir tir titriyor” adam öyle korkuyor ki zangır zangır titriyor korkudan. İşte rahb kelimesinin manası o. Fazlaca korkmak
Şimdi, bunlar birçok şeylerden korkuyorlar, işte iktidar elimizden gidecek, şu olacak, bu olacak diye korkuyorlar. Şimdi, Muhammed (a.s.) büyüyecek, gelişecek bizim iktidarımızı alacak diye korkuyorlar. E niye korkuyorsunuz, gelin Müslüman olun! Zaten sizin dininiz de onu emrediyor. Bakın, şeytanla bunların arasında bir fark var mı? Şeytan da gayet iyi biliyor yanlışlığı. Yolunun yanlış olduğunu çok, onlarda gayet iyi biliyorlar. Peki, niye? Düzenleri bozulmasın diye. Peki, bozulmuyor mu düzenleri, düzen diye bir şey mi kalıyor arkasından?
Şeytan da düzeni bozulmasın diye yaptı, ne oldu? Her defasında, birincisinde bulunduğu yerden kovuldu, ikincisinde Adem ile beraber olduğu yerden kovuldu. Sürekli kovuluyor, sürekli taşlanıyor.
“Rahib” kelimesi vardır dimi bu “rahb” kelimesinden “rahib”. Biz şimdi rahib kelimesini kullandığımız zaman, hep Hıristiyan din adamları, işte Haham’ı da Yahudi din adamları manasında kullanırız ama o değil yani. “Rahib” korkan işte, “Allah’tan korkan, tir tir titreyen” falan. Şimdi din adamları genellikle halkın içerisinde Cenab-ı Hakk’tan daha çok korkan kişiler olarak kabul edilir. Ondan dolayı adlarına “rahib” deniyor. Allah’tan daha çok korktukları düşünülen kimselerdir. Şimdi, bazıları gerçekte korkar, bazıları korkuyormuş gibi gözükür. Onun için “rahib” kelimesine “din adamı” diye genel anlam vermek daha uygundur.
Ve aminu bi ma enzeltu musaddikal li ma meakum ve la tekunu evvele kâfirim bih,
“İndirdiğime inanın. Sizinle beraber olanı tasdik eder olduğu halde indirdiğime. Onu ilk inkâr eden siz olmayın.” (2/41)
“Bu gerçeği ilk örten siz olmayın”.
ve la teşteru bi ayati semenen kalilev
“Ayetlerim karşısında küçük bir bedel almayın” (2/41)
Yani, kendi o kitabınızı ucuza satmayın. Yazık ediyorsunuz, o kitap sizden onu istemiyor. O kitabın sizden istediği başka bir şeydir.
ve iyyaye fettekûn
“Yalnız benden çekinin.” (2/41)
Ve la telbisul hakka bil batıl ve tektumul hakka ve entum ta’lemûn.
“Hakkı batıla karıştırmayın; hakkı gizlemeyin.” (Bakara, 2/42)
Hani kâfirlik gizlemektir diye sürekli tekrarlıyoruz ya, “gizlemeyin gayet iyi biliyorsunuz”
ve entum ta’lemûn
“çok iyi biliyorsunuz” (Bakara, 2/42)
“bile bile hakkı gizlemeyin”
Yani, sürekli ayetlerden görüyoruz, gerçeği herkes bilir, ama herkes söylemez.
Ve ekîmus salate
“Namazı dosdoğru kılın” (Bakara, 2/43)
Hangi namaz bu? Bakın burada “ekimus sâlah” Yahudiler için verilen emir. Şeyi açın, Bakara suresinin ilk sayfasını açın. Bizimle ilgili olarak, iyi müminlere anlatılan “Ellezine yu’minune bil ğaybi ve yukîmunas salah”(2/3), “ekimus sâlah” yukîmunas sâlah” aynı ifadeler, sadece zaman, yok bir kip farkı var; birisi emir kipi birisi fiil kipi, şimdiki zaman kipi. “Namazlarını kılanlar” diye Cenab-ı Hakk bizi vasıflandırıyor, onlara da namazı kılın diyor. Dolayısıyla Yahudilerin kıldığı namazla bizim kıldığımız namaz aynı, aynı namaz.
Peygamberimiz (s.a.v.) Medine-i Münevvere’ye gittiği zaman Yahudiler beş vakit namaz kılıyorlardı. Aynı namazı kılıyorlardı. Peygamber (s.a.v.) de o zaman Cenab-ı Hakk En’am suresinde emrediyor, o peygamberlerin, bütün peygamberleri saydıktan sonra, En’am 90. ayet; “Onlar Allah-u Teâlâ’nın yoluna kabul ettiği kimselerdir” (6/90) diye bütün peygamberler sayıldıktan sonra peygamberimize de Allah emrediyor:
fe bi hudahumuktedih
“Sende onların yoluna uy”(6/90)
Diyor. “sende onların yoluna uy” diye emir verdiği için, Medine’ye gidiyor, e namaz kılma emri var, orada işte Yahudiler Beyt-i Makdis’e dönerek namaz kılıyorlar, peygamber (s.a.v.)’de oraya dönerek namaz kılıyor. Hepsi aynı istikamete namaz kıldıkları için bir fark yok. Ama ne zaman ki peygamber (s.a.v.)’e Kâbe’ye dönme emri geliyor, Yahudiler bundan fena halde rahatsız oluyorlar. Çünkü o durumda mescitte gidip namaz kılmaları gayet mümkün. İnanıyor gözükmeleri gayet mümkün. Ama “kıble Kâbe olacak” dendiği zaman iyot gibi açıkta kalıyorlar. Onun için, Allah-u Teâlâ ne diyor:
Estaüzibillah.
Se yekulus sufehau minen nasi ma vellahum an kibletihimulleti kanu aleyha
“O beyinsizler diyecekler ki(o ayak takımı); “bunları bulundukları kıbleden kim çevirdi?”(2/142)
Yani, şimdi “ne güzeldi, şimdi niye döndüler bu tarafa doğru” diyecekler.
kul lillahil meşriku vel mağrib, yehdi mey yeşau ila siratim mustekîm.
“Doğu da Allah’ın batı da Allah’ın” de. Allah kimi belirler, tespit eder, emri verirse onu doğru yola yönlendirir.”(2/142)
Sonra diyor ki yine aşağısında:
Ellezine ateynahumul kitabe ya’rifunehu kema ya’rifune ebnaehum,
(evet “ya’rifunehu kema ya’rifune ebnaehum” onu kıbleye göndermek daha uygun)
“Bu kıblenin böyle olduğunu kendi evlatlarını bildikleri gibi bilirlerdi.”(2/146)
Yani, bunlar zaten biliyorlar ki Adem (a.s.)’dan Davut (a.s.)’a kadar kıble Kâbe’ydi. Geçici bir süre Beyt-i Makdis’e dönüldü, tekrar aslına dönülecek. Bunu gayet iyi biliyorlar. Onlar ama gene dönmüyorlar. “Namazı dosdoğru kılın” diyor Allah-u Teâlâ;
ve atuz zekah
“Zekatı da verin” (Bakara, 2/43)
Aynı emirler. Bütün peygamberlere verilen emirler.
verkeu mear rakiîn
“Rukû edenlerle birlikte rukû edin” (Bakara, 2/43)
Yani, sizde cemaate katılın, ayrılmayın. Sağda solda öyle ayrımcılık yapmayın.
E te’murunen nase bil biri
“İnsanlar iyiliği emrediyorsunuz” (Bakara, 2/44)
Etrafınızdaki kişilere “Tevrat’a uyun” diyorsunuz, “yalan söylemeyin” diyorsunuzi “dürüst davranın” diyorsunuz, işte “yalan söylemek günahtır, şudur budur” peki;
ve tensevne enfusekum
“kendinizi unutuyorsunuz” (Bakara, 2/44)
İnsanlara nasihat etmek çok kolaydır, ama kendine nasihat etmek çok zordur. Herkese söz geçirebilirsiniz ama kendinize biraz zor söz geçirebilirsiniz. Bu çok zor bir şeydir. Onun için Allah-u Teâlâ ne diyor;
“insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz?”(2/44)
ve entum tetlunel kitab, e fe la ta’kilûn
“Üstelik siz o kitabı da okuyorsunuz.” Tevrat’ı da okuyorsunuz. Bakın orada bunlar hep var. “Aklınızı kullanmıyor musunuz(düşünmüyor musunuz)?” (Bakara, 2/44)
İşte, bakın tenkit edenler diyor ki; “şeytan akılsız varlık değil, akıllı. Niye böyle yapıyor?” Yahudiler akılsız mı? Ya da etrafınıza bakın, günah işleyenler akılsız insanlar mı? O günahtan dolayı ellerine hiçbir şeyin geçmediğini gayet iyi bilmiyorlar mı? Bir sürü sıkıntılarla yüz yüze geldiklerini çok iyi bilmiyorlar mı? E niye yapıyorlar? Hep aynı mantıktır.
Vesteînu bis sabri ves salah,
“Sabırla ve namazla Allah’tan yardım isteyin” (Bakara, 2/45)
Yani, şimdi sizin için buradan kurtulup şey yapmak zor. Hani sürekli sigara alışkanlığına vurgu yapıyoruz ya, yani sigara alışkanlığından kurtulmak ne kadar zorsa, bu tip şeylerden de kurtulmak o kadar zor. Ondan dolayı Allah-u Teâlâ diyor ki, “Allah’tan yardım isteyin, sabırla ve namazla”. O zaman bundan kurtulursunuz.
ve inneha le keiratun illa alel haşiîn
evet bu biraz zor bir şeydir ağırdır, çünkü Allah-u Teâlâ “ısr” kelimesini kullanıyor.“e akrartum ve ehaztum ala zalikum ısri” Al-i İmran 81’de. Bu çok ağır bir yük. İşte şeytan da bu ağır yükten dolayı kaybetti.
Yani şimdi, şeytan, melekler. İnşallah bu cin, melek ilişkisiyle ilgili tüm ayetleri işledikten sonra burada onu da anlatacağız, şimdilik bütün ibreler İblis’in de melek olduğunu gösteriyor. Şimdi onun arasında, cinlerinde melek olduğunu ya da meleklerin de cin olduğunu dersek daha iyi olur. Ama iş bittikten sonra inşallah ilgili ayetleri okuruz.
Şimdi orada, Mele-i ala’da, gayet güzel, her şey iyi hoş, birdenbire çamurdan yaratılmış olan bir insan çıkıyor bilgiyle, bu dünyada, dünyada yaşıyorlar, üstelik göklerde de yaşıyorlar, her tarafta dönüp dolaşan meleklerden üstün geliyor bir insan, bir Âdem (a.s.). Bilgisiyle daha üstün. E şimdi bunu hazmetmek kolay mı? Şeylerde öyle işte, Yahudiler de öyle.
Yahudiler kendilerini üstün ırk kabul ediyorlar, biz “ehli kitabız” diyorlar Medine de, “Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz” diyorlar “Allah’ın oğulları ve Allah’ın sevgilileriyiz” diyorlar, müşrikleri hiç adam yerine koymuyorlar, “siz putperestsiniz, şöylesiniz böylesiniz” diyorlar, “cahil cühelasınız” diyorlar. O cahil dedikleri insanların içerisinden bir kişi çıkıyor ve Allah onu peygamber yapıyor. Peygamber olduğunu da çok çok iyi kavrıyorlar, hiç şüpheleri de yok. Hazmedemiyorlar bunu işte.
Şimdi bakın, bir insanın yanında birisi çırak olarak çalışır, sonra bakarsınız ki o adam onun işine de son verir, tazminatını da vermeden atar işten. Bir müddet sonra o tüccar olur, bu kişi ondan mal almak zorunda kalır. Bu adam için cehennemlerden cehennem beğen öyle değil mi? Dünyanın en zor şeyi değil mi bu? İşte onlar da bu konuma giriyor. İşte şeytan da bu konuma girdiği için tahammül edemiyor. Bu çok ağır bir yük. Diyor ki
“bu ağırdır ama Allah’tan korkanlara ağır gelmez.” (2/45)
Allah’tan korkanlar kim;
Ellezine yezunnune ennehum mulaku rabbihim ve ennehum ileyhi raciûn
“Allah’a kavuşacakları kanaatinde olanlar. Ve onlar, onun huzuruna döndürüleceklerdir.” (Bakara, 2/46)
Yani kim sadece Allah rızasını düşünürse ona ağır gelmez bu tip şeyler. Ama Allah rızası dışında “yok, bize kim derler, bak bütün peygamberler bizim soyumuzdan gelmiş, ya işte biz şuyuz, biz buyuz”. “Ben” diyorsa bin insan yandı. Herkes bu tür imtihanlarla yüz yüze gelir, şöyle veya böyle. Ama Allah-u Teâlâ bize o ısr’ı yüklememiştir. Bakara suresinin sonunda ne diyor Allah-u Teâlâ, bize dua ettiriyor:
rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ
“Ya Rabbi; bizden öncekilere yüklediğin ısrı bize yükleme”(Bakara 2/286)
O “ısr” ne? O ağır yük, çok ağır yük, Yahudiler yüklenen yük; “yeni bir peygamber gelecek ve ona inanacaksın.” Bize böyle bir yük var mı? Yok. işte, bu çok ağır bir yük. Hıristiyanlara da yüklenen çok ağır bir yük. Kolay bir şey değil.
Ama bunun benzeri bir şey var. Mesela bizde herkesin inandığı bir Kur’an-ı Kerim var. Yani, kimi görürseniz Kur’an-ı Kerim’e inanır, kimi görürseniz aynen Yahudiler nasıl “Tevrat’a uyun, doğru olun dürüst olun” derse bunu da söylerler. Ama siz kalkın oluşturulmuş dine aykırı olan ayetleri okuyun, “kitaba uyun” diye kürsüleri kıran, “dürüst olun, Allah’ın kitabı varken başka bir şeye uyulmaz” diye nutuk atan insanlar deyin ki, “şu ayet nedir? Şu ayete sende uy” deyin. Ne yapıyor? Uyuyor mu? Bakın “Kur’an’a uyun” diye nutuk çeken kişiye işte tamam “şu ayetlere uy” dediğiniz zaman uyuyor mu? İşte böyledir, hep böyledir. Yalnız Allah’tan korkuyorsanız uyarsınız. Ama kendinizi belli bir noktada görmek isterseniz olmaz.
Geçenlerde birisi diyor ki; “sen halka konuşmamalısın” diyor. Tamam, hocaların arasında istediğin gibi konuş, güzel nasıl olsa sızmaz. Şimdi bakın, peygamberler hep halka konuşmuşlardır, peygambere karşı gelenlerin hepsi kaybedecek şeyi olanlardır. Onun için halk deyip geçmemek lazım. Çünkü insanları sınıflara ayırırlar, “havas”, yani “havas-ul havas”, “avam”. Bir” halk tabakası, seçkinler, en seçkinler”. En seçkinler. Şimdi, en seçkinlerin arasına git istediğini konuş, konuş nasıl olsa onlar duymayacak, kimseye de duyurmazlar. Onun altında konuş, seçkinlerin arasında, o zaten en seçkinlerden izin almadan onlar da kimseye bir şey söylemez. Ama halkın içerisinde konuştuğun zaman onların o beğenmedikleri üçüncü gurup, onların kaybedecek bir şeyi yok, “Tamam kardeşim sen doğru söylüyorsun” derler. Şartlanmış kafayla değil, şartlanmamış kafayla dinlerler. İşte bakın, bizdeki sıkıntı da aynı değil mi?
Şimdi, o Medine’de anlattığım toplantılardan birisinde de şöyle bir, kısa bir olay olmuştu onu da söyleyeyim; bir ayeti kerimeye meal verdik, ondan sonra “dikkatle dinleyin, en küçük hatamız olursa lütfen” yani bir tefsir yaptık işte düzeltin dedik oradaki ulemaya, hiçbir hata bulamadılar, tamam. Ondan sonra diyor ki oradaki o baş hoca; “Abdülaziz bey” diyor, “o ayeti bu şekilde tefsir eden bir tane alim bul kabul edeceğim” diyor. Yav kardeşim ayetin kendisi öyle zaten. Sen bana de ki “şu kelimeye yanlış anlam verdin, şu cümleye yanlış mana verdin, şu aradaki cümleler arasındaki ilişkiyi bozdun” de kabul edeyim. Ya sen benim verdiğim manada bir tek hata bulamıyorsun, hiç ilave ve çıkarma da yapmıyorum bunu da sen kendin görüyorsun ondan sonra diyorsun ki “bir tek âlim kabul etsin”. Ya Allah Allah, Allah’ın sözleri birisi tarafından tasdik mi edilecek? “Tamam, doğrudur, onaylanmıştır” mı denecek? Sen bu işi gayet iyi bilen bir insansın.
Şimdi, doğrudan doğruya Cenab-ı Hakk’a teslim olabilmek çok zor bir şey. Şimdi şeytana bakın, bilgi problemi var mı? Yok. Problemi ne? Teslim olamamak. Bazıları zannediyor ki, insanlar gerçekleri bilse kabul eder. Kardeşim gerçekleri herkes biliyor da kabul etmiyorlar. Kimse kendi düzenini bozmak istemiyor.
Peki şimdi Yahudilerle ilgili ayetleri okuduk, bunlarda bir bilgi problemi var mı? Peygamber (s.a.v.)’e inanmaları ile ilgili bütün şartlar olgunlaşmış. Hiçbir problem yok, gayet iyi biliyorlar. Peki, niye inanmıyorlar? Teslim olamıyorlar, düzenlerini bozamıyorlar.
Firavun’a bakın ve etrafındaki hanedanına. Dokuz tane mucizeyi onlar gördü değil mi? Musa (a.s.)’la Harun (a.s.)’ın peygamber olduğu konusunda bir bilgi problemleri var mı? En küçük şüpheleri yok, kesin olarak biliyorlar. çünkü “istei kaled ha enfusühum” diyor Allah-u Teâlâ içten, kesin, yakîn gelen, en kesin bilgiye ulaşmışlar. İçten biliyorlar. Peki, niye inanmadılar? Teslim olamıyorlar. Şimdi, doğruları bilmek başka, doğruları yapmak başkadır.
Mekkelilerde biliyordu. Enfal sursinin 19. ayetinde Allah-u Teâlâ Bedir Savaşı vesilesiyle bunu söylüyor, 8. sure 19. ayet, 178. sayfa, diyor ki burada;
Savaşa giderken Ebu Cehil şöyle söylemiş, Kâbe’nin örtüsüne yapışmış, “Ya Rabbi iki guruptan hangisi haklıysa onu galip getir” diye dua etmiş Allah’a. Allah’a dua ediyor, Kâbe’yi tavaf ediyor, Kâbe’nin örtüsüne yapışıp Allah’a dua ediyor; “hangi gurup haklıysa onu galip getir”.
Allah-u Teâlâ burada diyor ki:
İn testeftihu fekad caekumul fethu ve in tentehu fe huve hayrul lekum ve in teudu neud ve len tuğniye ankum fietukum şey’ev ve lev kesurat ve ennellahe meal mu’minîn.
“gerçeğin ortaya çıkarılmasını istiyorsanız, işte her şey ortaya çıktı” açıklık geldi, her şeye açıklık getirilmiş oldu size “bu şirkinizden vazgeçerseniz sizin hayrınızadır” bak bütün gerçek ortaya çıktı “geriye dönerseniz bizde cezaya döneriz. Sizin etrafınızda ne kadar çok adam olursa olsun sizin hiçbir ihtiyacınızı karşılamaz. Allah müminlerle beraberdir.”(Enfal 8/19)
İşte, problem teslim olamama problemidir, başka bir şey değil. Herkes teslim olamıyor. Yani tıpkı şeytan gibi.
Burada bir şey var, Pazar günleri, iki Pazardır yapıyoruz, 10-12 arası Ali Emiri Kültür Merkezinde iki kişi üç kişi sohbet yapıyoruz. Bu Pazar ki sohbetler katılanlar var, nasıl aklınızda bir şey kaldı mı?
Salondak cevap veriliyor……
Abdülaziz BAYINDIR: hakikaten bende çok istifade ettim yani bütün samimiyetle. Efendim?
Salondak cevap veriliyor……
Abdülaziz BAYINDIR: Evet bu hafta da inşallah aynı yerde var biz Ali Rıza Demircan’la kölelik konusunu konuşacağız demiştik ama Ali Rıza Demircan’ın Kütahya’da bir konuşması varmış. İnşallah bu hafta Yahya’yla beraber peygamber (s.a.v.) ‘le ilgili yani “peygamber inancıyla ilgili bozukluklar”, Yahya’nın bir yazısı var belki internette görmüşsünüzdür, en çok indirilen yazı, “Beşer Peygamber “ diye, en fazla bizim sitede okunan yazı o yazı. o çerçevede inşallah bu Pazar günü saat 10-12 arası orada sohbet yapacağız. Hepinizi bekliyoruz.
Atilla yavuz otuz kişiyle geleceğim demiş, artık başkaları da bilmem yarış yapın, isterseniz elli kişiyle gelin önemli değil. Erkekseniz teke tek gelin.
Şimdi ayrıca Allah nasip ederse yarın sabah, sabah namazını kıldıktan sonra Trabzon’a gidiyoruz. Yarın Trabzon din görevlilerine saat 10’da bir sohbetimiz var sabahleyin. Akşam da Trabzon’da bir halka a.ık bir sohbetimiz olacak. Sonra Rize ve ilçelerine geçeceğiz. Orada da sekiz tane konuşmamız var. Allah nasip ederse cumartesi akşam buradayız. İşte o bölgelerden bizi dinleyenlerden haberi olmayanlar varsa bu vesileyle de haberleri olmuş olur. Onları da bekliyoruz.
Peki, Allah hepinizden razı olsun. Şimdi, namazlarımızı kılar, soru cevap faslına geçeriz.